Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '18

 
Kategori
Doğal Hayat
 

İller Büyükşehir Oldu, Köyler Mahalle Oldu!...

İller Büyükşehir Oldu, Köyler Mahalle Oldu!...
 

Karahöyük zıhır ekmeği


(Mahalleyi dönüşen köyüm)

Büyük şehirler kuruldukça, apartmanlar gökyüzüne doğru çıkmaya devam ettikçe, insanlar komşularını tanımayı ziyaret etmeyi bıraktığından beri ben köyümü özlüyorum.

70'li yıllarda, hayat siyah beyaz fotoğraf karelerinde saklıyken köyümüzün poyrazı dondururdu akşamları. Masa üstü gibi dümdüz Acıpayam ovanın ortasındaki köyümüzün en ucunda toprak evimizin bir küçük odasında gaz lambası ışığında ben bazen düşünürdüm. Şehirdeki insanlar Köyün yaşantılarını ve O doyuran ruhunu, Köyün tertemiz havasını şehirdekiler ne kadar bilir diye! Toprak evimizin yağmurla kucaklaştığı anlarda burcu burcu toprak kokusu sarardı havayı. Karahüyük pazarı günü oldu mu o toprak kokusuna Çarşamba günleri mis gibi zıhır (karahöyük ekmeği) ekmeklerin kokusu eşlik ederdi...

Yaz günleri kuşluk vakti tozlu yollardan yaylımdaki koyun sürüleri bir bir girerdi köye, çıngıraklarla, çoban köpekleriyle. Şimdikiler ne koyun, ne kuzu meliyor bizim köyde diyecektir. Birçok köy yıllar içinde modernleşip, gelişti değişti. Çocukluğumuzda bizim köyde, eskiden üç metreden su çıkardı, şimdi yüz metreden çıkmıyor. Ovanın ortasındaki köyümün çevresinde çayırlıklar, onların içinde bir çok su arıkları vardı. Göl yerleri vardı. Ya şimdi?

Bizim çocukluğumuzda köylü buğday pancar ve tütünün dışında tarlasına bazen kavun, karpuz da ekerdi. Karpuz tarlalarında "bostan çadırı" dediğimiz, iki üç çatılmış sırıkla onları örten ottan oluşturulmuş gölgelikler vardı. Onun içine oturan bizler bostan beklerdik. O ufak karpuzları dizimize vurarak kırar, akan şırasını elimizi yüzümüzü batıra batıra yerdik. Karpuz kabuklarına birbirine bağlayıp köyün tozlu yollarında koştururduk. Anlatacak o kadar konu var ki en iyisi fazla uzatmadan onları da başka yazılara bırakmak.

Köylü için bir gram toprak, bir tane yaprak çok önemli. Hatta bazılarına göre kardeşlikten, dostluktan, komşuluktan daha önemli. Toprağın dilinden anlayan adam, topraktan yaratılanı da en iyi, en hızlı çözendir tabii ki…

Akşama kadar çalışan köylüm, akşamüzeri traktörüne biner boynunda sarı yağlıkla gelir toz duman içinde. Ne deniz bilir bu insanlar, nede balık. Akşama kadar çalışan yorgun adamlar gelir kurulurdu köşedeki mindere. Ancak kadınlarımızın evdeki işi daha yeni başlardı, onu oturtamazsın. Evdeki yemek, ekmek, ahırdaki inek buzağı, bahçesindeki ekilmiş dikilmişi hep ona bekler.

Karahüyük pazarı günü toprak fırınlar sabah şafaktan önce yakılır önce ve ısınması beklenir. Fırın ısına dursun, sabahın kuşluk vakti yoğrulan hamurun mayası gelmiştir artık. O hamur ki taşar gibi olur hamur teknesinden, hazırdır kadınlarımızın elleri tarafından ekmek haline gelmeye. Burada Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında ordunun azığı olarak kullanılan Karahöyük ekmeğinin unutulmaması için “Karahöyük ekmeğinin” son ustası “zıhır” ekmek ustası ‘Mahir usta’ diyecektir ki o eskidendi şimdiki kadınları ekmeklerin pişirmesini yaptırabilirsen aşk olsun diyecektir! haklı olarak...

Denizli’ye özgü sadece Acıpayam Karahöyük Köyü’nde üretilen kömbe şekilli bir ekmektir. Karahöyük ekmeğinin hamuru küçük tutulur pişirme yüzeyi geniş olur bu da ekmeğin daha geç bayatlamasına, küflenmeksizin daha uzun süre saklanmasını sağlamaktadır. Hamuru küçük tutulan kömbe şeklindeki bu ekmeklerin bezeleri yerdeki beyaz bezlerin üzerine serilir. Tahta küreklerin üzerine dizilen ekmek hamurları toprak karışımı kiremitli fırınlara atılır. Bu karalık fırınlar zıhır ekmeklerin lezzetine lezzet katar...

...Sımsıcak, yeni çıkmış ekmeklerin içini şöyle bir açmayıp taze yayık tereyağı ve çökelek peyniri koymazsan gücenir ekmek... Yanında başka birşey aramaz insanoğlu o an. Hem ruhu doyar, hem de midesi...

Bu gün 2017 yılının 15 kasımı Denizli yağmurlu. Yazdan beri bir kere yağan yağmur şimdi daha coşkulu. İlk damlalar düşer düşmez yola, mis gibi toprak kokusu sarıyor dört bir yanı. O anda aklıma bir soru;

"Dünyada bundan güzel bir koku var mıdır." İçimdeki huzurla birlikte düşen damlalarda çoğalıyor. Kel başımın yanlarında kalan saçlarımın arasından süzülen damlalar beraberinde günahlarını da götürüyorlar sanki…

Çoktan unutmuş olduğun bir duygu sarıyor tüm bedenimi. Çocuksu bir masumiyet. Başını göğe çevirip kollarımı açıp, yağmuru kucaklamayı çalıştım. Beni görenler ne yapıyor bu adam derler. Çok da umurumda değil, kim ne derse desin ben şimdi Küçüğüm, huzurluyum, mutluyum...

Aman, içimizdeki o çocuğu öldürmeyelim...İşte yaşam aşkı denilen canlı o !..

Varsın, küçümsesinler çocuğu !.. Bence siz onu sahip çıkın...

Peki, köylü, büyük şehre gelip yerleştiğinde bir değişime uğruyor mu? Hayır! Tek özlemi tekrar köyü. Kültürel anlamda biraz etkilenme olsa da genel anlamda özüne bağlı kalıyor insan. Bilmiyorum ama ben öyleyim…

Bana göre köyümün insanları hepsi ayrı ayrı çok mütevazi insanlar, hayat birikimi ve deneyimi çok fazla, okumasalar bile araştıran her konuda bilgi ve birikim sahibi çok değerli ve çok saygıdeğer insanlar. Kırmayan, incitmeyen, emeğe saygılı insanlar…

Köylüler alçakgönüllüdür genelde...

Doğanın içinde, çevreyle, tüm canlılarla barışık yaşaması; sonsuz bir sağduyuyla, temeli sağlam bir gerçekçiliğin sahibi yapmıştır kendisini. Hiçbir şeyden korkmaz. Yeter ki haklı olduğunu bilsin. Kellesini verse de, doğruya yüzünü çevirmez... Derviş gönüllüdür köylüm. Affetmeyi hepimizden iyi bilir çünkü.

Bir gün ekmeğini yediğinin, suyunu içtiğinin 40 yıl hatırını sayar.

Dar gününde el verene... Ömür billah minnettar kalır.

Kendiyle barışık, hoşgörülü ve tahammül sınırları geniş insanlar.

Eğlenceli ve zevkli insanlar, çalışırken, otururken zevk aldığını açık açık belli eden insanlar.

Nezaket kurallarını bilen insanlar… Eğlenen eğlendiren ve düşündüren insanlar...

Kendine özgü düşünme ve yorum yapma tarzı olan insanlar...

Türkiye'de kişi başı yıllık gelir 10 bin dolardır, bizim parayla 40 bin TL Kişi başı geliri bizim köyün 350 kişilik nüfusuyla çarparsak, bizim köye düşen miktar tam 14 milyon TL, eski parayla tam 14 trilyon...

Bizim köye yılda 14 trilyon civarı bir paranın girip çıkması lazım, ama bizim köye girip çıkan toplam para bir veya iki milyonu geçmez. Bu bizim köye mahsus bir durum değil, binlerce köyün ekonomik durumu bizim köyden farksızdır, hatta daha kötü durumda olanları bile vardır. Buna rağmen bizim insanımız hep mutludur. Mahalleye dönüşen köyün insanları hiç değişmedi. Bütünşehir Yasası ile köyün meraları Acıpayam ilçesinin belediyesinin insafına bırakılmış olmasını bile aldırış etmedi.

Mahalle olmakla, köy olmak arasında kıyas kabul etmeyecek kadar önemli farklılıklar var elbette. En önemlisi köy tüzelkişiliğe sahip en küçük mahalli idaredir. Özerk bir yapıya sahiptir. Köy idaresinin gelirleri vardır, malları vardır, çalışanları vardır (bekçi, çobanı, ….gibi), köylünün tüm ihtiyaçları köy tüzelkişiliği ve köy organlarınca karşılanmaktadır. Sağlık, çevre, temizlik, yol, su, okul, koruculuk gibi işler köyün mecburi işleridir. Bugün mahalleye dönüşen köyler bütün bu ihtiyaçlarını ilçe belediyeleri karşılıyor. Bu yasayla köyden dönüşen mahallelerin ilçe belediyesinden hizmet almasına sebep oldu. Köylerde gördüğüm kadarıyla gerçekten belediye hizmet getirmiş güzel işler yapmış. İlçe Belediyeleri köylere ve insanlara artı bir şeyler sunarken doğallığı korunan kaç köy kaldı acaba? Bir de bu yönüne bakın…

Gel zaman git zaman köyden ayrılalı 35 sene oldu. Bu kadar geçen zaman beni köyümün yıkık, dökük, uzak, harap, garipsi halini hiç unutturmadı...

Çayır-çimen koktuğum ve akşam olduğunda yorgun başımı tahta divanın üzerine koyduğumu hiç unutmadım….

Erkenden kalkmayı mahallemizdeki çocuk seslerini, horoz ötmeleri ve tezek kokulu soba dumanlarıyla ısınmayı, gebe bir güne daha sevinçle merhaba dediğim günleri hiç unutmadım… Elbirliği ile yapılan işleri köyde yapılan yardımlaşmayı unutmadım. Toprağa basmayı, o yemyeşil çayırları basmayı özlüyorum. Yağmur tanelerinin çinkoya vururken çıkan sesi, tahta aralarından rüzgarın usulca esişini, yoldan geçen ineğini, koyununu özledim. Kısaca ben eski köyümü özledim.

Yaşamın kaynağı toprakla yaşayan, her canlıya hayat veren suyun dilinden en iyi anlayandır köylümüz... Tohumluk hıyarın acı tadını, gölgesinde uyuduğum armut ağacının dalını, sabah saçta pişen yufkasını unutmadım, kısaca ben köyümü eski köyümü özledim… Arabaların yolda kaldığı bozuk yollarını, kışın gürül gürül sevgi yayan sobasını, cavur Ahmet’in kahvesinde içtiğim sabah çayını unutmadım….

Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusumuzun çok önemli bir bölümü kırsalda yani köylerde yaşıyordu. Oran azaldıkça azaldı ve buna hep birlikte sevindik. Ta ki domates, soğan, kuru fasulye, kırmızı biber, mısır ithal edinceye kadar...

Köylümüzü, çiftçimizi, önce şehirlere özendirdik, ardından da bin bir zorlukla açtığımız köy okullarını bir gecede kapattık.

Sonra da binlerce köyü şehirlere bağlayıp, mahalle yaptık.

Okulsuz köyler şehirlere olan göçü daha da hızlandırdı.

Giden gitti, peki ya gidemeyenler?

Nerede O Eski Köyler?

Köyün dinlendiren ve doyuran ruhu, köyün tertemiz havası, ruhunu dinlendirir insanın... Daha ne olsun, köyümü ve insanlarını seviyorum... Acıpayam ovasının ortasındaki köyüme selam olsun.

Mutlu ve sağlıklı kalın…

 

 

Hepinize Sevgi ve Saygılarımla…

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..