Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '11

 
Kategori
İnançlar
 

İmam-ı Azam (Ebu Hanife) ve Hanefilik

Türkiye nüfusunun çok büyük bir kısmı Müslüman, bu grubun çoğunluğu ise Sünnî olup ve bu gruba sorulsa yine çoğu “Hanefî mezhebindenim” yanıtı alınacaktır. Kısaca Türkiye nüfusunun çoğu Müslüman-Sünnî ve Hanefî dir denilmesi yanlış bir ifade olmaz.. 

İnsanların dünyaya gelirken ne milliyetlerini, ne dinlerini ne de mezheplerini seçme şansı olmadığı yadsınamaz bir gerçektir. Buna göre bir insanın yapması gereken şey seçme şansı olmadığı aidatını sorgulaması olmalıdır. Sorgulamak deyince mutlaka değiştirmek, ya da caymak anlaşılmamalıdır. Seçme olanağı olmadan ait olunan yapının ne olduğunu anlamak, onu tanımak ve öğrenmek de sorgulamanın hayırlı bir sonucudur. Konunun bu açıdan bakılarak irdelenmesi yararlıdır. 

MS 7. yy. ın ilk yarısında Medine’de doğan İslam kısa zamanda gelişip, Afrika’nın Kuzeyi ile Asya’nın Batı ülkelerine yayılarak bir İslam Devleti haline gelmişti. Ancak bu yayılma merkezden uzaklaşmanın sonuçlarını da beraberinde getiriyordu. Devlete dahil edilen her ülkenin kendi halklarının yöresel adet ve inançları da kabul edilen dine uygulanmak istendiğinde farklılıklar yaratıyordu. 

Dahil edilen toprakların merkez konumunda olan Medine’nin bir hayli uzağında Kuzey’de yer alan bugünkü Irak toprakları da geçmişte çeşitli kültürlerin evi olmuştu. Diğer taraftan Antik Yunan Uygarlığının bilgi ve belgelerini sonraki asırlara taşıyarak insanlığa hizmet etmiş olan Asurlular da Irak halkının komşusuydular. Irak’ta yaşayan halkın bir diğer komşusu ise Pers İmparatorluğunun mirasçıları olan İran halkı idi. Bu etkilerin sonucunda Irak bölgesinde Kûfe şehri bu iki antik uygarlık ve yeni gelişen İslam doktrininin bir araya gelmesi ile önemli bir kültür merkezi haline gelmişti. 

Medine’de toplum Kur’an ve Hadislere göre yönetilir ve anlaşmazlıklarda buna göre karar verilirken, özellikle Kûfe bölgesinde re’y ve içtihadlara dayanan kararlar öne çıkmışlardı ve böylece Medine merkezli Hicaz fıkhına (ehl-i hadîs) karşılık Irak bölgesinde re’y ve içtihadlarla zenginleştirilen Irak fıkhı bir alternatif olarak doğmuştu. 

Hanefi mezhebinin kurucusunun Ebu Hanîfe olduğu kabul edilir.Gerçi genişleyen İslam Devletinin Irak bölgesinde yer alan Kûfe şehrinde Ebu Hanîde’den önce de re’y ekolüne bağlı olarak toplumsal ve hukuksal kararlar alındığına rastlanmaktadır ve bu atmosferde yetişen Ebu Hanife bu anlayışı sistemleştirerek bir düzene koydu. Verdiği derslerde yardımcılığını yapanlar ve öğrencilerinden sonra gelenler Hanefî mezhebini kurdular. 

Ebu Hanife MS 699 yılında Kûfe’ de doğdu. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak büyüdü, kumaş ticareti ile uğraştı. Ticaret yapmış olması Ebu Hanife’nin ilerideki yıllarda uygulamaya yönelik içtihad kararları vermesinde önemli rol oynayacaktır. Devrinin çok önemli İslam alimlerinin ders halkalarına katıldı ve onların yokluğunda yerlerine dersler verebilecek kadar ilerledi. Hocasının vefatından sonra ise kendi başına dersler vermeye devam etti. Yaşadığı devirde Emevîlere karşı daima Hz. Ali taraftarlarını isyanlarında bile desteklemişti. Yıldızı Emevî sultanları ile bir türlü barışmadı. Kendisine Kadılık teklif edilip de kabuletmeyince hapse atılıp dövüldü. Daha sonra Hilafeti ele geçiren Abbadi hükümdarlarını başlangıçta destekledi. Fakat sonradan onlarla da arası açılınca Abbasî lerce de hapse atılıp dövüldü. Hattâ, hapiste iken zehirlenip öldürüldüğü bile söylenir. 

Sünniler tarafından İmam-ı Azam (Büyük İmam) olarak adlandırılan Ebu Hanife kıyaslama uygulamasını İslam Hukukuna sokmuş içtihadlara önem vermiştir. Aleyhinde bulunanlar onu kıyası nassa tercih etmekle suçlamıştır. O ise “Biz önce Allah’ın Kitabında olanı alırız. Onda bulamazsak Hz. Peygamberin sünnetine bakarız. Orada da bir şey bulamazsak ashabın ittifak ettiğini benimseriz, ihtilaf etmişlerse dilediğimiz görüşü alırız. Başkalarının görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Diğer İslam alimlerinin içtihadlarına bağlı kalmayıp, biz de onlar gibi içtihad ederiz. Aralarında müşterek illet bulununca bir hükmü diğerine kıyas ederiz” sözleri ile kendi içtihad usulünü anlatmıştır. 

Ebu Hanife’nin düşünce yapısında yaşadığı coğrafyanın getirdiği olanaklar içerisinde Antik Yunan’ın “akılcılığı” nın izlerine rastlamak mümkündür. İslam’da “akılcılığı” uygulayarak verdiği içtihad hükümleri birer devrim niteliğindedir. 

Ne yazık ki, adına kurulan mezhebin bugünkü mensuplarının dünya görüşlerinde Ebu Hanife’ nin izlerine rastlamak bir hayli zordur. Onun yerine onu bir türlü anlaşamadığı Emevî lerden kalma biat kültürü ve yaşam tarzı hakim olmaktadır. 

 

KAYNAKÇA 

Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi , Cilt No. 10 ve 16 

 
Toplam blog
: 15
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.03.11
 
 

Avusturya Lisesi ODTÜ Kimya MÜH., B.Sc.,M.SC. lastik ve plastik malzemelerin üretiminde yaklaşık 40 ..