Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '16

 
Kategori
İnançlar
 

İmameti zorunlu kılan nakli deliller -2

İmameti zorunlu kılan nakli deliller -2
 

Hz. ALİ


Velayet ayeti

Velayet ayeti olarak tanınan Allah Teâlâ’nın “Sizin veliniz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah’ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah’ın taraftarları olanlar üstün gelirler”[1] ayeti Hz. İmam Ali (a.s)’ın imametini ispatlayan delillerden bir diğeridir.

Bu ayetin Hz. Ali’nin velayet ve imametine delil olması, onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil oluşundan dolayıdır.

Bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu Ehl-i Beyt kanalıyla gelen rivayetlerde mütevatir olarak nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin de hemen-hemen bütün tefsir yazarları, mezkûr ayetin tefsiri bölümünde onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğuna dair birçok rivayetler nakletmişlerdir.

Biz, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin önde gelen fakih ve tefsir yazarlarından olan Ebu İshak Ahmet bin Muhammed bin İbrahim En-Nişaburi Es-Salebi’nin “El-Kebir” adlı tefsirinde mezkûr ayetin nüzul sebebi olarak Ebuzer’den naklettiği rivayeti aynen buraya aktarıyoruz:

Ebuzer şöyle demiştir:”Ben şu iki kulağımla işittim, aksi takdirde her ikisi de sağır olsun ve şu iki gözlerimle gördüm, aksi takdirde her ikisi de kör olsun ki, Hz. Resulullah şöyle buyurdular: “Ali insanların önderidir, Ali kâfirleri katledendir, ona yardım edene yardım olunur, onu yalnız bırakan yalnız bırakılır.”

Daha sonra Ebuzer şöyle devam etmiştir: “Bilin ki, bir gün benim Hz. Resulullah ile birlikte namaz kılmakta olduğum bir sırada bir dilenci mescitte talepte bulundu kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Hz. Ali rüku halindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. O parmağına yüzük takardı. O dilenci gelip yüzüğü Hazret’in parmağından çıkarıp aldı.

Bunun üzerine, Hz. Resulullah yakararak Allah’a şöyle dua etti: “Allah’ım kardeşim Musa sana dua etti ve: “Rabbim! Gönlümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u. Onunla kuvvetimi artır. Onu işime ortak et ki, seni çokça tespih edelim, çokça analım. Şüphesiz sen bizi görensin” dedi. [2]Sen de ona: “Senin isteklerin sana verildi, Ey Musa!”[3] diye vahyettin.

Allah’ım! Ben de senin kulun ve peygamberinim. Benim de gönlümü aç, işimde kolaylık sağla, ailemden Ali’yi bana yardımcı ver, onunla kuvvetimi artır.”

Ebuzer diyor ki: “Andolsun Allah’a henüz Hz. Resulullah’ın sözü tamamlanmamıştı ki, Cebrail “Sizin veliniz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren mü’minlerdir. Kim Allah’ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler”[4]  ayetini getirdi.”[5]

Bu rivayet, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarında ayetin nüzul sebebi hakkında nakledilen rivayetlerden sadece bir örnektir. Bu konuda İbn-i Selam ve İbn-i Abbas’tan da aynı mazmunda nakledilen hadisler yine Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kendi kaynaklarında yer almıştır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin büyük âlimleri tarafından kaleme alınan hadis ve tefsir kitaplarında çeşitli kanallardan rivayet edilmiştir. Bizim bu hadislerin yer aldığı kaynakların tamamına yer vermemiz imkânsızdır. İsteyenler dipnot olarak vereceğimiz adreslere müracaat edebilirler.[6]

Bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu naslarla sabit olduğuna göre, ayette geçen veli kelimesini dost anlamına tefsir etmek anlamsız olur. Çünkü kimsenin, Allah Teâlâ, Resul-i Ekrem ve Hz. Ali (a.s)’ın mü’minlerin dostluğundan bir şüphesi yoktu ki, Cenab-ı Hak onu mü’minlere anlatmaya kalkışsın. Cenab-ı Hak açık olan bir konuyu izah etmekten münezzehtir. O halde ayetin anlamı: “Sizin veliniz (sahibiniz ve üstünüzde egemen olan) ancak Allah, Resulü ve rükû halinde zekât vermek sıfatıyla tanıttığı mü’minlerdir” olur.

Ancak burada iki husus kalır. Birinci husus, ayetin Hz. Ali hakkında nazil olup rükû halinde zekât vermek sıfatına işaret ettiği halde, bunu tekil değil de, çoğul lafzıyla beyan edilmiş olması ki, bazılarının: “Ayet tek kişiye işaret ettiğine göre, kullanılan lafzın tekil olması gerekirdi” demeleri mümkündür.

Bir diğer husus da, bu ayetten önce ve sonra olan ayetlerde veli kelimesinin dost anlamına kullanılmış olmasıdır. Buna göre bu ayetlerdeki söz akışı tamamında da veli kelimesinin aynı anlamı ifade etmesini gerektirmesi ve bunun ayetlerdeki söz akışına daha uygun düşmesi hususudur.

Nitekim Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden bu ayetin Hz. Ali (a.s)’ın velayetini ifade edemeyeceğini savunanlar, genellikle bu husus üzerinde durmuşlardır.

Birinci hususa; yani ayette tekil değil de çoğul lafzın kullanılması hususuna gelince, bunun; ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olmasıyla hiçbir çelişkisi yoktur.

Zira Arap dilinde tekil kastedildiği halde, ikram ve tazim kastıyla çoğul lafzının kullanılması en doğal konuşma üslubudur. Kur’an-ı Kerim bunun örnekleriyle doludur. Aslında Arap dilinde çoğul lafzının kullanılmasını gerektiren bir nükte olduğu takdirde, kasıt tekil bile olsa, çoğul yerine tekil lafzını kullanmak yanlış olur.

Buna bir örnek olarak, Allah Teâlâ’nın; “Onlar ki; insanlar kendilerine: “Toplum size karşı toplanmış, onlardan korkun” dediler de bu, onların imanını artırdı ve: “Allah bize yeter. O ne gü­zel vekil’dir” dediler”[7]ayeti kerimesinde geçen haber getiren kişinin, bütün müfessir ve hadisçilerin icmasıyla tek bir kişi, yani Naim bin Mesut El- Aşcei olduğu halde, ayette çoğul anlamı ifade eden, “insanlar… Dediler” tabirinin seçilmesini zikredebiliriz.

Açıktır ki, bu, o kişinin sözüne kulak vermeyerek Hz. Resulullah’ı yalnız bırakmayan kişilere tazim etmek ve övmek maksadıyla olmuştur. Zira eğer ayette, tek bir kişi böyle bir haber getirdi de, onlar ona kulak vermediler, denmiş olsaydı, bu onların yaptıkları işin pekâlâ övgüye layık bir iş olduğuna delalet etmezdi.

İşte görüldüğü üzere, gerektiği yerde tekil bile kastedilmiş olsa, çoğul lafız kullanmak daha uygundur.Bahis konusu ayetteki nükteye gelince, ilk olarak çoğul lafzının kullanılması, Hz. Ali için bir çeşit tazim ve ikram anlamını ifade ediyor. Hz. Ali (a.s) da sıradan bir insan olmadığına göre, böyle bir tazim ve ikramla anılması daha uygundur.

Sonra İslam düşmanlarının ve münafıkların Hz. Ali’ye karşı düşmanlık ve kıskançlılıkları hiçbir kimse tarafından inkâr edilemez. Bu durumda eğer, Hz. Ali’nin velayetinin tekil olarak bizzat Kur’an-ı Kerim’de açıklanması, onların düşmanlık ve kıskançlılıklarını daha da körükleyebilir, İslam’a karşı yıkım hareketlerini daha da artırabilir, hatta onların ellerini kulaklarına koyup da inkâr yolunu seçmelerine vesile olabilirdi.

İlahi hikmet ve Hz. Resulullah’ın İslam’ın tebliğindeki metodu insanlara ağır gelecek bir konuyu birden değil de, tedrici olarak insanlara anlatmasını icap ettiriyordu.

Nitekim insanlara ağır gelen konularda Cenab-ı Hak ve Hz. Resulullah hep aynı metodu seçmiştir. İşte bu ayette de aynı yöntem uygulanmış ve insanlara ağır gelen bir konu olan velayet konusu, tedrici ve insanlara ağır gelmeyecek tabirlerle anlatılmaya gidilmiştir.

İşte bunun için Hz. Ali’nin velayeti çeşitli yerlerde çeşitli tabirlerle insanlara anlatılmıştır. Ve bilahare daha sonra göreceğimiz üzere, Hz. Ali’nin velayetinin tespiti ile Allah nimetini insanlara tamamlamış ve dinini kamil kılmıştır.

Bu ayette çoğul lafzının seçilmesinin hikmeti olarak Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin önde gelen en büyük âlimlerinden olan Zemahşeri bir ayrı nükte de zikretmiştir. Biz onun bu tespitini aynen alıyoruz.

Zemahşeri şöyle yazıyor: “Eğer; “Bu ayetin Ali (a.s) hakkında olduğu nasıl doğru olabilir? Oysa onda kullanılan lafız çoğul lafzıdır?” denilirse, derim ki: “Gerçi ayetin nüzul sebebi bir kişidir. Ama diğer insanları da onun yaptığı işin benzerini yapmaya teşvik edip, onun nail olduğu sevaba ulaşmalarını sağlamak ve mü’minlerin hasletlerinin ihsan ve iyilik yapmaya düşkünlük açısından bu derece ileri olmalarının ve fakirlerin durumuyla ilgilenmek gerektiği takdirde namazda bile olsalar, namazın bitimini beklememeleri gerektiğine tembih etmek amacıyla onda çoğul lafzı kullanılmıştır.”[8]

Demek ki, ayette çoğul lafzının kullanılması onun Hz. Ali hakkında oluşuna hiçbir halel getirmemektedir.

İkinci husus olan ayetteki söz akışına gelince, bütün Müslümanlar delil olduğu yerde söz akışının bir hücciyet taşımadığında ittifak etmişlerdir. Yani, eğer bir yerde has bir delil, söz akışında olan manadan başka bir anlamın kastedildiğini ispatlarsa, orada o has delile göre amel edilir ve söz akışından istifade edilen anlam terk edilir. Söz akışı ancak has bir delilin bulunmadığı yerlerde geçerlidir.

Bahis konusu olan ayette de hem Ehl-i Sünnet, hem de biz Ehl-i Beyt dostlarının kaynaklarında mütevatir olarak nakledilen hadislerin bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu gösterdiğine göre, biz onu bütün mü’minlere mal edemeyiz. Bu, konu hakkında olan has delili inkâr etmek olur ki, bunun doğru olmadığını belirtmeye bir gerek yoktur.

Özellikle de, Hz. Resulullah (s.a.a)’in Kur’an-ın bir eşi olarak bize emanet edip, kıyamet gününe kadar Kur’an’dan ayrılmayacağını bize bildirmiş olduğu, Ehl-i Beyt’in bu ayetle imamet konusuna istidlal ettiklerini ve ayette geçen veliden maksadın tasarruf sahibi olduğunu belirttiklerini görmekteyiz. [9]

Bu durumda nasıl Hz. Resulullah’ın Kur’an gibi masum olduklarını belirtmiş olduğu Ehl-i Beyt’e muhalefet edebiliriz! Bu Hz. Resulullah’a karşı çıkmak olmaz mı?

Oysa bu ayetten önceki ve sonraki, ayetlerdeki söz akışının bu ayette geçen veli kelimesinin dost anlamına olmasını icap ettirdiği de kesin değildir.

Zira bu ayetten önceki ayette geçen Allah yolunda cihad eden, “mü’minlere karşı mütevazı kâfirlere karşı izzetli olan” Allah’ın sevdiği kavimden de kastın Hz. Ali (a.s) olduğu, Hz. Resulullah’ın hadisleriyle belirlenmiştir.

Nitekim Hz. Ali (a.s) Cemel savaşında bunu açıkça belirtmiş, Ehl-i Beyt İmamları da aynı doğrultuda açıklamalarda bulunmuşlardır. Ehl-i Sünnet ulemasından Salebi de kendi tefsirinde buna işaret etmiştir.

Bir hadiste Hz. Resulullah’ın şöyle buyurduğu geçmektedir: “Ey Kureyş topluluğu! Siz Allah’ın kalbini imanla imtihan ettiği bir kişiyi üzerinize göndererek boynunuzu vurmadıkça çekinecek değilsiniz.

Siz koyunun dağılıp kaçıştığı gibi, onun etrafından dağılıp kaçışacaksınız.”

Bu arada Ebu Bekir: “Ey Resulullah! O kişi ben miyim?” der.

Hz. Resulullah: “Hayır” buyurur.

Ömer: “Ey Resulullah! O kişi ben miyim?” der.

Hz. Resulullah: “Hayır, o pabucu yamayandır” buyurur.

Bu hadisi nakleden kişi; Hz. Ali’nin bu sırada Hz. Resulullah’ın pabucunu yamamakla meşgul olduğunu hadisine ekliyor.”[10]

Yine Hz. Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Sizden bir kişi insanlarla Kur’an’ın te’vili üzerine savaşacaktır. Nitekim sizinle Kur’an’ın tenzili üzere savaşıldı.”

Bu arada Ebu Bekir: “O kişi ben miyim?” der.

Hazret: “Hayır” buyurur.

Sonra Ömer: “O kişi ben miyim?” der.

Hazret: “Hayır, o kişi odada pabucu yamayandır” buyurur ve bu sırada Hz. Ali (a.s) odadan elinde Hz. Resulullah’ın pabucu olduğu halde çıkıp gelir.”

Bu hadisi Ahmet bin Hanbel “El-Müsned” adlı kitabında[11] ve Hâkim “El-Müstedrek” adlı kitabında vs. rivayet etmişlerdir.

Sonra bu ayetlerin şimdiki tertip üzere nazil oldukları da kesin değildir. Zira Kur’an-ı Kerim’in nüzul tertibi ile bu günkü toplanış tertibinin aynı olmadığı bilinmektedir.

Sonuç: Bu ayetle ilgili has deliller onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt İmamları’nın da buyurduğu gibi, bu ayet Hz. Ali’nin de Hz. Resulullah’ın sahip olduğu velayet hakkına sahip olduğunu ispatlamaktadır.

 



[1] Maide: 55, 56

[2] Tâhâ: 25. ayetten 35. ayete kadar

[3] Tâhâ: 36

[4] Maide: 55, 56

[5] Mecme-ül Beyan, c.3 s.210, El Gadir, c.2 s.52, El Mizan, c.6 s.19

[6] Şevahid-üt Tenzil Haskani Hanefi’nin S. 161, Menakıb-i Ali bin ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii’nin s. 311, Kifayet-üt Talib, Genci Şafii’nin s. 228, 250, 251, Zehair-ül Ukba Muhibbiddin Taberi’nin s. 88, 120, El Menakıb Harezmi Hanefi’nin s. 178, Tarih-i Dimeşk İbn-i Asakir Şafii’nin c. 2 s. 409, El Fusûl-ül Mühimme İbn-i Sabbağ El Maliki’nin s. 123, 108, Ed-Dürr-ül Mensur Suyuti’nin c. 2 s. 293, Feth-ül Kadir Şefkani’nin c. 2 s. 53, Et- Teshil liulum-it Tenzil Kalbi’nin c. 1 s. 181, Keşşaf Zemahşeri’nin c. 1 s. 649, Tefsir-üt Taberi Teberi’nin c. 6 s. 288,

[7] ALİ İMRAN Suresi 173. ayet meali

[8] El-Keşşaf: c. 1 s. 649 Beyrut baskısı

[9] El-İfsah s. 74, 79, Et- Tibyan c. 3 s. 556, Es- Safi fi Tefsir-ül Kur’an c. 1 s. 449

[10] Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 393 h. 610

[11] Müsned-i Ahmet hadis no: 10859, 11348

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..