Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '11

 
Kategori
İnançlar
 

İmamı Azam Ebu Hanife kimdir? Hanefilik nedir? (11)

İmamı Azam Ebu Hanife kimdir? Hanefilik nedir? (11)
 

Türkiye'de cüzamı bitiren Saylan'ın kim olduğunu ve başka neler yaptığını bilmek isteyenler için


Ebu Hanife’nin fikirleri ve Hanefi İslam anlayışının dayanakları 

- Ebu Hanife’ye göre, günahlar imanı azaltamaz. İnanan insanın cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu bilen sadece Allah’tır. 

Büyük İmam’ın bu anlayışının kaynağı da Hz. Ali’dir. 

Ebu Hanife, insanlar arası ilişkilerde dindarlığı bir değer ölçüsü, itibar kazanma aracı haline getiren anlayışa karşı çıkar. 

Ona göre, “İman, sözle söylemek ve kalple onaylamaktır. 

Sadece söylemekle iman olmaz. Öyle olsaydı bütün münafıkların (ağızları ile iman ettiklerini söyleyen, gerçekte inanmayan ikiyüzlüler) mümin olmaları gerekirdi.  

Eğer sadece onaylamakla iman olsaydı bütün ehlikitabın (Allah’a inanan, kendilerine kitap verilmiş olan Yahudi ve Hıristiyanlar) mümin olması gerekirdi. Halbuki Allah:’Allah şahitlik eder ki, münafıklar yalancıdırlar’(Münafikun, 1) ve ‘Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar.’(Bakara, 146) buyurmaktadır. 

İman artmaz ve eksilmez. Çünkü bir kişideki imanın artması ancak küfrün azalması, imanın eksilmesi de küfrün artmasıyla mümkün olabilir. 

Bir kişide ikisinin bir arada bulunması, hem mümin, hem de kâfir olması nasıl mümkün olur? Mümin gerçekten iman eden, kâfir de gerçekten inkâr eden kimsedir. 

İmanda şüphe olmaz. Zira Yüce Allah ‘Onlar gerçekten müminlerdir.’(Enfal, 4) ve ‘Onlar gerçekten kâfirlerdir.’(Nisa, 151.)buyurmaktadır.  

Hz. Muhammed'in ümmetinden asi olan kimselerin hepsi gerçekten mümin olup, kâfir değillerdir.  

Hayrın ve şerrin takdiri Allah'tandır. Eğer bir kimse hayır ve şerrin takdirinin Allah'tan başkasından olduğunu söylerse, o kimse Allah'ı inkâr ve tevhit inancını iptal etmiş olur.“  

Birilerinin insanları şefkat tokadı atmakla korkutması, insanların şirkten değil, ölü veya diri kişilerin gazabından korkması, aracılıklarına inanması abestir. 

Allah bu hakları Peygamberine bile vermemiştir. 

“Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/bir başkasına çağrıda bulunmayın. De ki: ‘Ben size zarar verme gücüne de ışık ve aydınlık verme gücüne de sahip değilim.!’ De ki: ‘Allah’tan beni hiç kimse kurtaramaz ve O’nun dışında bir sığınak da asla bulamam. Ancak Allah’tan bir tebliğ ve O’nun mesajlarından bir şeyler sunabilirim” (Cin, 18, 20-23) 

Allah’ın kime hangi nimetleri ve olanakları verdiğini, bunların da ellerine geçen nimeti ve gücü hayırlar için mi, kişisel çıkarları ve kinleri için mi kullandıklarını sorgulayacak olan Allah’tır. 

İnsanların zalim olup olmadıkları ancak ellerine fırsat ve düşündüklerini yapacak güç geçince belli olur. Allah insanlar arasında gücü el değiştirerek, güçlüden alıp güçsüze vererek kimin zalim olduğunu ortaya çıkarır ki, daha önce mazlum olduğunu söyleyenlerin Allah’a karşı kanıtı olmasın. Böylece gerçek adalet sahibi olanlar da ortaya çıksın! 

“Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur.”(Maide, 110/5, 8) 

Kur’an’daki anlatımlardan anlaşılan, Allah katında makbul ibadet şekil olarak eksiksiz olan değil, içtenlikle ve derinden hissedilerek, bir çeşit trans halinde yapılan ibadettir. 

Bunun uç bir örneği Hz.Ali ile ilgili olarak anlatılandır: 

Bir savaşta Hz.Ali’nin baldırına ok saplanır. Çıkarırken dokuyu parçalayacağı için ok çıkarmak çok acı veren bir işlemdir. Hz.Ali, “ben namaza durduğum sırada çekip alın, o zaman acısını hissetmem” der. Dediğini yaparlar. Gerçekten de oku çıkardıklarını hissetmez bile! Gerçek veya rivayet olabilir, ancak namazın şekli üzerinde titizlenirken amacını unutmamak açısından iyi bir örnektir. 

Diğer yandan kimin ne hissettiğini biz bilemeyiz. Bilsek de bize değil, ibadet edene yararı vardır. Sağlıklı beslenen, spor yapan insan nasıl kendine iyilik yapıyorsa, ibadet eden, oruç tutan, hacca giden de kendine iyilik yapıyordur. Ne kimse diğer kimse adına tedavi olup spor yapabilir, ne de tembelliğinin veya çalışkanlığının başkasının vücuduna yararı veya zararı vardır. İnanç ve ibadet de kişinin kendine faydadır. Başkasına ne yararı ne de zararı vardır. Ancak Müslüman olarak inanç kardeşliğine inanmak, selamlaşmak, din kardeşleri hakkında ve hatta tüm insanlar hakkında pozitif düşünmek affedici ve hoşgörülü olmak, yardımlaşmak, inanmayanların da Allah tarafından verilmiş haklar olarak dünyadan nasipleri olduklarını unutmamak toplumsal barışı ve huzuru sağlamada büyük bir faydadır. Yanlış yolda olanı ve inanmayanı kazanmada en iyi yöntem de hoşgörülü olmaktır. 

“Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O gerçeğe kılavuzlananı da en iyi bilendir.“(Nahl, 126-127) 

Unutmamalıdır ki Allah Rahman ve Rahim’dir. 

Rahman sıfatı ile inanan-inanmayan ayrımı yapmaksızın nimetlerini tüm kullarına sunarken, Rahim sıfatı ile inanan kullarına ahirette güzellikler verecek olandır. 

Dindarlığın insanlar arası bir değer kazanma vesilesi olması birçok insanı itibar kazanmak için riyaya sevk eden yanlış anlayışlardır. 

Hatta siyasete ve ticarete karıştırılması inancın vicdan olmaktan çıkıp propaganda ve gelir kapısına dönüşmesine neden olur. Din simsarlığı yapan yöneticilerin yanlışları, kibir, şiddet ve talan, adaletsizlik, süse, dünya malına düşkünlük ve riya o dine fatura edilmeye başlanır ve bundan o inanç zarar görür. 

İslam’ın bugün dünyaya barış getirecek, tüm insanları çatısı altında toplayacak bir inanç olmak yerine, Müslümanı bile rahatsız eden hale gelmesine sebep budur. 

İnancını Allah ile kendi arasında yaşayan Müslümanlar, dindarlığının reklamını yaparak alkış bekleyen veya çıkar uman, din sömürüsü yapanlarla aynı kefeye konmamak için neredeyse inançlarını gizler hale gelmişlerdir. 

Siyasi veya ticari çıkar için Allah’ın dininin sömürülmesine, insanların dindarlıkla aldatılmasına son verilmelidir! 

İnsanların gönüllerinden ve akıllarından geçeni bilen, ibadet edenin riya içinde olup olmadığını bilen sadece Allah’tır. Günahsız insan yoktur ve kimden hangi günahların affedileceği bilgisi ve yetkisi de sadece O’na aittir. Onun için hiç kimse kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğunu bilemez. Görünür dindarlık bir ölçü olmaz. 

Kur’an’ın bildirdiğine göre şeyhten, yatırdan, çaputtan yardım umarak şirke bulaşanları bekleyen cehennemdir. 

Örtülü olup, dindar gözüküp, ibadet eden, diğer yandan boş laf boş işlerle vakit geçirenler, insanları kendi kafalarına göre cennetlik-cehennemlik ilan ederek Allah’ın yetki alanına girenler, sürekli ayıp ve kusur arayarak dedikodu yapanlar vardır. Başlangıçta söz verdikleri işi gereğince yapmayarak maaşlarını ve ücretlerini hak etmeyenler, kendi aşağılık duygularını bastırmak için diğer insanları aşağılamak için fırsat kollayanlar, yerli yersiz bağırıp çağıranlar, teşekkür etmeyi ve gereğinde özür dilemeyi zül sayanlar vardır. Emeksiz kazancın, layık olmadığı işe talip olmanın torpil ve rüşvetin, köşe dönmenin, loto totonun peşinde koşanlar vardır. Köşkleri beğenmeyip, villa-saray-araba parkı, süse, gösterişe gark olup, harcayamayacakları servetlere sahip olmak için kamu olanaklarını kişisel çıkarları ve yandaşları yararına kullananlar, gösteriş için iyilik yapanlar vardır. Bunların hangi günahlarından ne kadarının affedileceğini Allah bilir. 

Öte yandan Müslüman veya başka dinden, başı açık, köşklerini bırakmış, servet kazanmak yerine enerjisini insanların iyiliğine ve barışa harcayan, tüm servetlerini hayırlara bağışlayan insanlar vardır. Kendi ülkelerinde veya kendi zengin Avrupa ülkelerini terk ederek Afrika’da veya Uzak Asya’da maddi karşılık beklemeden hastalara, yoksullara, yetimlere yardım edenler, inançlarına şirk katmadan inananlar, insanların iyiliği ve barış için gönülden çaba gösterenler ve dua edenler vardır. Onların hangi günahlarının affedileceğini, inançlarındaki ve dualarındaki içtenliğin derecesini de yine Allah bilir. 

“İman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlara gelince, biz onların çirkinliklerini elbette örteceğiz. Ve biz onları, yapmakta oldukları işlerin en güzeliyle elbette ödüllendireceğiz!” (Ankebut, 7) 

Hayat sürprizlerle doludur. Ahireti bilme olanağı ise hiç yoktur. Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Günaha batmış, ama şirke bulaşmamış biri günahları affedilip cennete gidebilir. Tarikat, cemaat mensuplarını ise kendilerine kul oldukları, iki satır isimler uydurarak yanılmaz, kutsal, dokunulmaz kıldıkları şeyhleri ve efendileri büyük olasılıkla kendi gittikleri yere götüreceklerdir. Ancak gidecekleri yerin cennet olacağına ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Tersinin büyük bir olasılık olduğu göz ardı edilmemelidir. Elbette bu konudaki karar herkesin kendisine aittir. 

“Allah’a ortak tuttukları arasından kendileri için şefaatçılar çıkmayacaktır. Kendi yandaşlarına nankörlük etmektedir onlar. Saat gelip çattığı gün hepsi birbirinden ayrılacaktır.”(Rum, 13-14) 

Ebu Hanife’nin bu konudaki görüşüne göre: 

“Allah’ın azap için gerekçe yapacağı günah olarak şirk dışında bir şey bilmiyorum. Ehli kıblenin şirk dışındaki günahlarından her hangi birine bulaşanın Allah tarafından azaba uğratılacağına tanıklık edemem. O günahlardan bir kısmının affedileceğini de kesin olarak biliyorum. Allah şöyle buyurmuştur: 

‘Şu bir gerçek ki, Allah kendine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.”(Nisa, 48) 

Günah işlemenin kâfirlik olduğunu ileri süren Hariciler, Hz.Ali’nin hakem olayında büyük günah işleyip kâfir olduğuna hükmederek katletmişlerdir. 

Onlar kendilerini günahtan arınmış, cennetlik kullar olarak kabul ediyor olmalıydılar. Ancak günahsız kul olamayacağı gibi, açıkça günah işlese de bir cana karşılık olmaksızın bir cana kıymak tüm insanları öldürmek kadar büyük suçtur. 

Bu anlayış, Kur’an ruhuna tamamen aykırıdır. 

Büyük İmam, kendisine “kâfir” diyenlere karşı hükmü sorulduğunda şu cevabı verir: 

“Onların yalancı olduklarını söylemekle yetiniyorum. Ama onları kâfir ilan etmiyorum, onları sadece yalancılıkla itham ediyorum. Çünkü onlar Allah’ı inkâr etmiyorlar, beni inkâr ediyorlar.” 

Hz.Ali de kendisi ile savaşmış, evladını katletmiş Emevilerden bile “baği (azgınlık ve terör sergileyen)kardeşlerimiz diye söz eder. Onları kâfirlikle suçlamaz. 

Ebu Hanife, kendisine karşı hata yapıp af dileyene şöyle der: 

“Cahil halktan bana, bende olmayan şeyleri isnat edenlere hakkımı helal ediyorum. Ama aynı şeyi yapan ulemaya etmiyorum; onlarla hesaplaşacağız. Çünkü ulemanın bu tür davranışları sonraki zamanlara kötü örnekler bırakır.” 

Günümüzde pek çok ülkede, değil cinayet işlemek alkol kullanmak, giyim kuşam, ibadet etmemek bile “kâfir” olarak damgalanmak ve cezalandırılmak için yeterli. Bu da dinin özünden ne kadar saptırıldığının, Müslüman ülkelerdeki sefaletin, cehaletin göstergelerinden biridir. 

Dinin bir baskı aracı olmasını, en iyi İslam anlayışı benimki dayatmasını yok etmede en iyi yöntem laikliktir. Yoksa örneklerini gördüğümüz gibi tarikatlar, şeyhler, her birinin diğer insanlara dayattığı kendi kapasitelerince yorumları birlik ve barış değil, parçalanma ve kargaşa getirmektedir. 

Kul ile Allah arasına girmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Allah din bekçiliği görevini kimseye vermemiştir. Allah insana şah damarından daha yakındır. İnsanın aklından geçenleri bilendir. Hiçbir insan diğer insanın aklından geçenleri neyi hak edip etmediğini, kendisi için neyin hayırlı olup olmadığını bilemez. Sonuçta hiçbir kul diğerinin aklında geçeni bilerek ona Allah’tan daha yakın olmaz ki, yakınlaşmaya aracılık etsin! Şefaat beklenecek olanlar sadece Peygamber ve meleklerdir. Onlara da Allah izin verirse! 

“Göklerde nice melekler var ki, şefaatleri hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.” (Necm, 26) 

Ahirette günahkârları cezalandıracak olan cehennem melekleridir. Ama onlar da Allah her bir kulundan istediği kadar günahı affettikten sonra, yani yine Allah’ın izin verdiği kadar cezalandırma hakkına sahiptirler! 

Dünyada günah-sevap terazisi kurup, insanların cennetlik mi cehennemlik mi olduğuna hükmetmeye, günah işliyor, ibadet etmiyor diye insanları cezalandırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur! 

 

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..