Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İmparatoriçe Zoe

İmparatoriçe Zoe

Bizans Kraliçesi - Altı kez evlenecekti. Ayasofya’daki resimde altıncı eşi, IX. Aleksis Okadaos’un resmi olacaktı.

“İmparatoriçem sizin kadar güzel olmak mümkün mü? Bütün Bizans’ta güzelliğiniz dillere destanken benim gibilerin adı bile olmaz.”

Kadın keyiflenmişti. Yanı başındaki adama baktı ve gülümsedi. Adam ona başı ile selam vererek Huriye’nin sözlerini doğrulamış oldu. İmparatoriçenin bakışlarını bir anda yumuşatmıştı.

 “Elbette, benim gibi güzel olamazsın ama biraz önce tam bir faciaydın. Yüzün gözün görülmüyordu. Üstünde garip giysilerle ucube gibi geziyordun. Kızlar seni ayıklamışlar.” “Ayıklamışlar mı imparatoriçem?”

“Öyle ya pisliklerden ayıklamışlar.”

“Haklısınız imparatoriçem.”

İmparatoriçe, Huriye’ye iyice yaklaşıp yine saçlarını yokladı.

“Senin saçların farklı! Evet. Hangi yağlarla yıkıyorsun bu saçları bu kadar temiz ve parlak görülüyorlar?”

“Bu güzel kızlar yağlarla ovdular saçlarımı belki ondan parlamıştır. Onun haricinde ben ekseriyetle limonlu şampuanlarla yıkarım.”

“Limonlu şampuan nedir?”

 “Şampuan!”

Ne diyeceğini bilemedi, aklına

“O tarihte şampuan ne gezer?”

Düşüncesi geldi. Düşündüklerinden rahatsız oldu.

“Hangi tarihten söz ediyorum, ben hangi tarihin kafasını yaşıyorum ki şimdi?”

Kadın hâlâ onun vereceği cevabı merakla bekliyordu. Huriye toparlaması gereken bu soru karşısında,

“İmparatoriçem bu da yağ ama ucuz insanların kullandığı basit çiçeklerden yapılan bir yağ, parasızlıktan ancak alabiliyoruz” dedi. İlave etti.

“Benim saçlarım sizin saçlarınız kadar güzel, gür ve parlak değil. Belki bugün biraz daha parlamıştır, sizin yağlarınızla zavallı saçlarım biraz kendine geldi. Size minnettarım, hiçbir zaman benim böyle pahalı yağlarım olmayacak.”

 “Olmayacak elbette, sen basit birisin.”

“Haklısınız.”

Kadın bayağı rahatlamıştı, Huriye’ye göz kırptı.

“Ben Mihail’e âşığım biliyor musun?”

“O kim leydim?”

“Biraz önce hayranlıkla bakmıştın, benim hemen arkamda duran yakışıklı.”

Huriye hemen itiraz etti.

“Hayır leydim, olabilir mi öyle şey? Ben kimdir diye baktım. Zaten o sırada o size bakıyordu ben tam da göremedim.”

“Bana mı bakıyordu?”

“Evet imparatoriçem, hayranlıkla bakıyordu.”

“O da bana âşık, onunla evleneceğim ve onu imparator yapacağım.”

“Muhteşem.”

“Evet. O, IV. Mihail adıyla tahta çıkacak.”

“İkinize mutluluklar diliyorum imparatoriçem.”

“Bütün kadınlar beni kıskanırlar, sen beni kıskanmadın, şaşırdım. Halbuki güzel bir kadın değilsin, içinin zalim olması gerekirken gönlün fena değil.”

“Efendim siz o kadar yükseklerde bir yerdesiniz ki, sizi kıskanmak bile bizlerin harcı değil. Herkes haddini bilmeli.”

“Değil mi? O zaman ben bu akşam yemekte eğlence tertip ettireceğim ve seni de yanıma alacağım. Tabii asıl yanımda sevgili aşkım Mihail olacak. Ben geç yaşta onu buldum. Babam VIII. Konstantin’in erkek çocuğu olmadığı için beni yirmi yaş büyük III. Romanos Argiros ile evlendirdi. O zaman da genç değildim. Çünkü gençliğimde başıma çok kötü bir şey geldi.”

“Ne geldi diye sormamın sakıncası var mı imparatoriçem?”

“Ben istemesem anlatmam, senin soru sorman çok da önemli değil.”

“Haklısınız majesteleri.”

“Ben Kutsal Roma-Germen İmparatoru III. Otto ile nişanlıydım. O da çok yakışıklı bir adamdı. Ama ne oldu? Ben evlenmek için yollara dökülmüşken o ne yaptı?”

“Ne yaptı majesteleri?”

“Öldü ve ben apar topar Konstantinopolis’e dönmek zorunda kaldım.”

“Çok üzüldüm imparatoriçem.”

“Üzülürsün tabii, senelerce evlendirilmedim. Sonra evlendim de ne oldu? O da öldü.”

Huriye onu ve o dönemde olanları ancak şimdi hatırlayabilmişti. İmparatoriçe Zoe altı kez evlenecekti. Ayasofya’daki resimde altıncı eşi, IX. Aleksis Okadaos’un resmi olacaktı. Bir şey daha hatırlamıştı ama kraliçe öyle dememişti. Onun hatırladığında bir at seyisi ile bir dansöz, sonrasında bir kral ile bir kraliçe diye bir ayrıntı yok muydu? Zihnindekiler dağılsın istercesine başını iki yana salladı.

“Boşuna hayıflanıyordum, hatırlayamıyorum diye. Kadın geçkin yaşına rağmen hâlâ genç ve çok güzel. Eeee üstelik çok güçlü, etkilenmemek mümkün değil. Öyle olunca da aklımdakiler silikleşmiş demek ki. Ah imparatoriçem sizin başınıza çok şeyler gelecek, kız kardeşiniz başınıza bir sürü belalar getirmiş ve gelmeye devam edecek. Teodora seninle ortak imparatorluğu ya yönetti ya da yönetecek. Sonrasında zaten tek başına da imparatoriçe olacak. Hiç evlenmeyecek ve zalim bir imparatoriçe olarak tarihe geçecek.”

İmparatoriçe o bunları düşünürken sevgilisinin yanına gitmiş ona bir şeyleri cilveli olarak anlatıyordu. Huriye’nin aklı onu rahat bırakmıyordu. Hâlâ kadına bakıyor, onunla ilgili bildiklerini tekrarlıyordu.

“Sevgiliniz bir yıl imparator olacak ve ne yazık ki o da ölecek. Siz onun yeğenini evlat edinecek ve onu V. Mihail adıyla imparator ilan ettireceksiniz. Bunları size söylesem beni anında öldürtürsünüz. Tarih böyle diyor ve ben hangi cehennemdeysem bunları bire bir yaşıyorum. Size mi, kendime mi yanacağım bilemiyorum. Bildiğim sizin Ayasofya’da mozaiğinizin olduğu! Ve siz kocaları değiştirdikçe mozaikteki başın ve isimlerin değiştiği! İnanılır gibi değil, bütün bunlara rağmen ben hâlâ kafayı üşütmedi isem iyi dayanıyorum demektir.”

Sait aklına geldi.

“O ne yaptı acaba? Bir yerde uyuyor, sabahın olmasını bekliyordur. Adamın da başına dert oldum. Gerçi gitseydi, ben onu zorla tutmadım ya!”

İmparatoriçe sevdiği adama bir şeyler söyledikten sonra Huriye’ye döndü, gülümsedi ve hızlı adımlarla diğer tarafa yürümeye başladı. Sevgilisi arkasından gidiyordu. Yanındaki genç kızlar onun gidişini gördükleri anda Huriye’nin yanından hızla uzaklaşmış, imparatoriçeyi takip etmeye başlamışlardı. Huriye ne yapacağını bilemedi, gitmeli miydi, beklemeli miydi? Gitmesi gerekse imparatoriçe ona da seslenmez miydi? Belli ki o bundan sonraki zamanını sevgilisi ile geçirmek istiyordu. Ayak sesleri tükendiğinde koca taht salonunda tek başına kalmıştı. Başını yukarı kaldırdı, kubbemsi tavanın yanındaki renkli camlardan sızan rengârenk ışıkları izledi. Işıkların yerdeki şekilleri ne kadar esrarengizdi. “Sadece ışıklar mı esrarengiz?”

Gerçekten hiçbir şey normal değildi ama bu kimin umurundaydı?

“Gitme zamanı!”

 

Nazan Şara Şatana’nın yazdığı Ayasofya ‘da Gece Buluşması Kitabından…

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....