Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '09

 
Kategori
Anılar
 

İnadına yaşamak

İnadına yaşamak
 

Bugün güzel bir hikâye yazmak için oturmuştum bilgisayar karşısına. Ama her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Hep planlar yapıyoruz. Yarın şunu yapayım, haftaya şuraya gideyim, yazın dedemleri ziyaret edeyim falan filan…

Ne kadarını yapabiliyoruz? Ömrümüzün yettiğini. Ne kadar ömrümüz var peki? Bilmiyoruz. Bilemiyoruz. İstiyoruz ama gücümüz yetmiyor. Kimileri dünyaya kazık çaktığını düşünüyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, öyle davranıyor. Çevresindeki insanları kırıp geçiriyor, gözünü para hırsı bürüyor. Ölümsüz ya kendileri…

Az önce bir haber seyrettim. Havuza düşen küçük bir kız çocuğu on sekiz dakika suyun altında kalıyor. Normal şartlarda beyin ölümü altı dakika da gerçekleşirmiş. (Haberi seyrederken öğrendim bunu.) Ama bu küçük kız üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hayata dönüyor. Doktorlara göre mucize. Bize göre ise vadesi yetmemek…

Ailemizde vadesi yetmeyen biri vardı. 2008 Mayısının sonlarında öğleye doğru gelmişti telefon. Okuldaydım. Arayan annemdi. Annemle genelde geç vakitlerde konuştuğumuz için gündüz aradığında hep bir tedirginlik yaşarım niye aradığını öğrenene kadar. Hele “Dilek” diye söze başlarsa kesinlikle bir şey vardır. Ve bu “Dilek” diye başlayan bir telefondu.

Teyzemin kızının kaza geçirdiğini haber veriyordu annem. Bir ablam olsaydı bu kadar sevebilirdim. Eşi ve dünyalar tatlısı iki kızıyla birlikte geçirdikleri bir kazaydı. Emniyet şeridinde duran arabaya şoförü uyuyan bir tır çarpmıştı. Tabi bunu daha sonradan öğrendik. Televizyon seyrederken kaza haberlerine denk geliyoruz hep. “Allah sabır versin.” diyoruz. Ateşin gerçekten düştüğü yeri yaktığını bu şekilde öğrenmek çok acıydı. Küçük kızı Buse’nin çok ciddi bir beyin ameliyatı geçirdiğini ve durumum çok iyi olmadığını yine annemin aramasıyla öğrendim. Zaman durmuştu sanki. Boğazımda bir düğüm… Beni boğuyordu. Bir süre gözlerimden yaş gelmedi. Gelemedi… Geldiğinde ise durdurmak mümkün olmadı. Ağladım, ağladım, ağladım… Kurudu sandığım anda tekrar başladı.

Acının tarifi, tanımı var mıydı? Sözler ne kadar anlatırdı yüreğin nasıl kavrulduğunu… İnsanların çaresizliği, bir annenin yürek yakan feryatları… Ve henüz on beş yaşında olan bir ablanın annesini teselli etmesi.

“Merak etme anne. İyi olacak, düzelecek. Bilmiyor musun sen onun ne kadar güçlü olduğunu, hayata ne kadar bağlı olduğunu…”

O nasıl bir metanetti?... Aklı bir karış havada olan ergenlere hiç benzemiyordu. Acılar insanı bir anda olgunlaştırıyordu galiba. Hiç beklenmedik zamanlarda ve beklenmedik olaylarla.

Buse hala iyileşemedi. Gayret ediyor, doktorlara gidiyor, okula ise gidemiyor ve geçirmesi gereken iki ameliyat daha var. Dışarı çıktığında “Anne neden bana öyle bakıyorlar?” diyor. Ama gülüyor, bıkmadan, usanmadan… Ablasına kızdığında “İyileşeyim, ben sana göstereceğim.” de diyebiliyor. İnatçı, umutlu, azimli…

Birçoğumuzdan farklı değil mi? En ufak bir sıkıntıda hemen yılan, yelkenleri suya indiren, umutsuzluğa kapılan bizlerden çok farklı.

Hayata inat, yaşadıklarına inat…

Kaza kaderdir belki… Ama direksiyon başında uyumak değil…

 
Toplam blog
: 24
: 572
Kayıt tarihi
: 13.01.09
 
 

Çiçeği burnunda bir öğretmendim geçen sene. Ama öğrenciler o çiçeği koparıp parça parça ettiler sonr..