Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '12

 
Kategori
İnançlar
 

İnanamamak 2 ve 3

İnanamamak 2 ve 3
 

2

Gece yatarken korkuyorum bazen. Cezam geliyor diye. Karanlık, karanlık odada, gardırobun ardında, yanında, önünde ya da yatağımın yanında ve ayakta beni izliyor olabilir, olabilecek ve kapkaranlık gölgesiyle, her an üstüme çullanacak diye, ayaklarımdan tutup götürecek diye çığlıklara, çığlıklarım çığlıklara karışacak diye, korkuyorum.

Korktukça sığınma ihtiyacı hissediyorum derinden, en derinden. Bulmalıyım ya da olmalı. Acilen.

3

Sabah olunca bir ümit vardır her zaman. Ama hep hasta gibiyim. Olmam kaçınılmazdı.

Uğradığım iftiralar, en baştan kaybedişlerim, benden çalınanlar, değer verdiğim şeylerin zarara uğraması, kendimi suçlu zannedecek kadar uğradığım kötülükler ve bunlara karşın tarafıma uğramayan mucizeler adalet beklentimi ziyadesiyle arttırmış olup, beni hiç olmamam gereken yollarda ve yerlerde ziyadesiyle yordu, oyaladı ve yıprattı.

İşlerim tıkırında gitseydi bu kadar sorgulamazdım. İlahi adalet alacağın olsun!

Ve şuna inandım ki; işleri tıkırında gidenler, tatmin olmuş olanlar asla gerçekten O’na inanmadılar hiç. Hep kendi aralarında bir gelenekmiş gibi, masalmış gibi, bitirilip de terkedilmesi gereken bir protokolmüş gibi bir olgu oldu onlar için inanmak meselesi.

Kim inanırdı ki derinden zaten? Kim sorgulardı ki ayetleri? İlahi adalet beklentisi olmadıysa onların hiçbir zaman?

Bu dünya üzerinde bulunduğum zaman boyunca hep gördüm ki, kayba uğramayanların bu gibi konularla hiç işi olmadı. Gülen gözlerinden gördüğüm ve anladığım kadarıyla ve buna da inandığım kadarıyla; onlar dediler ki olsa da olur olmasa da. Ama kaybedenler hep olmasını istediler. Keşke olsa bir mahşer ve eşitlik sağlansa dediler. Sığınmaya başlayıp devam da ettiler. Etsinler.

Ağzından dua dökülenler hep mutlaka ama mutlaka öyle ya da böyle kaybedenler oldu. Milyarlarca kaybeden… Ya tipten, ya keseden ya da çocukluktan ya da herhangi bir sebepten büyük kaybedenler. Sonra ayetler onlara kucağını açtı ve kucakladı, sarmaladı ve onlar seccadelerde ağladılar, önemli gecelerde ağladılar. Ağlamayanlarsa yine işin dalgasındaydılar ve yine dediler ki; olsa da kazandık olmasa da…

O zamanlar böyle düşünmeyen bense kaybedenlere derhal katıldığımda şöyle bir detayı da fark ettim ki insanlar kaybettikleri oranda sığınıyor ve ibadet ediyordu.

Güzel teselliler herkes gibi bana da umut ve heyecan veriyordu. Bu sayede sabahları hasta uyanmalar sona erecekti. Sabahları hasta uyanmak gerçekten çok kötü.

Yaşanmış onca acıdan, dökülen yaşlardan ve kanlardan sonra şükür diyebilmek kötü ve zor. Arasında yaşamak zorunda olduğun ama senin gibi kayba uğramayan binlercesiyle ve milyonlarcasıyla beraber yaşamak ve aynı şablondan dua etmek zor olsa da umudun güçlendirdiği inanç her şeye yetiyordu.

Kitaplar anlattıkça anlatıyor, merdivendeki yaşlı amca konuştukça konuşuyordu.

İman eden çakıl taşını geçtim de, ilk darbeyi vuran Ay’ın ikiye bölünmesi oldu. Keşke bu olmasaydı, keşke.

Tam haliyle bile dünya üzerindeki büyük sularda gelgitlere sebep olan ve gezegenin dengesinde önemli rol oynayan koskoca uydu bir elma gibi tam ortadan ikiye bölünecek, bölünen yarısı O’nun işaret parmağıyla gece gökyüzünde o kadar yay saniye hareket edecek (ki bu en az milyonlarca kilometre eder) sonra yine aynı hızla şap diye birbirine yapışıp tamamlanacak ama bunların karşılığında dünyada depremler olmayacak, seller olmayacak, çeşitli yerlerden volkanlar patlamayacak, dünya da yörüngesinden kaymayacak diye anlatılan bir olayı duyduğumda demiştim ki; peki.

Ne bir iz kalacak ne de kopup giden parçalar olacak. O devirde orada bulunan on, yirmi kişiden başka iki yüz elli milyon nüfuslu dünyadan kimsenin haberi olmayacak bu olaydan.

İki yarım ay, iki tane taştan yarım küre şap diye birbirine yapışacak. Tutkalla mı? “Evet”. Peki.

Dedim ki; “Ona da peki.”

 

 
Toplam blog
: 36
: 1054
Kayıt tarihi
: 26.08.10
 
 

1983 Ankara doğumlu olan yazar, evli ve bir çocuk babasıdır. ..