Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
Felsefe
 

İnanç

İnanç
 

“Bilimin açtığı her kapının ardında insan Tanrı’yı daha iyi görebilmektedir.” Einstein

İnancın tanımı, bir düşünceye gönülden bağlı bulunma ve inanma duygusudur. “Akıl ve idrak, insanın ruhunda dinlenir.” denir. İnanç, aklın varlığını kabul eder. Oysa akıl da, var olan görülmezler arasındadır. İnanç, kendi başına kanıtlanmamış bir şeyin doğruluğunu kabullenmek durumunda olmaktır. O, kendinden öte bir şeye inanmaktır. Diğer bir tanımı ile “İnanç; kesin olduğunu kavrayamadığımız bir şeyin kesinliğidir.” Emerson şöyle diyor:

“İnanç, ruhun onayladıklarını kabul etmekten ibarettir; inançsızlıksa onları yadsımaktan.”

Tarih boyunca, nerede bir toplum varsa, orada mutlaka inanç olgusu da gündeme gelmiştir. İnsanlık tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, dinî inançlardan yoksun bir topluma rastlanmamaktadır. Tarihi devrelerde olduğu kadar tarih öncesinde de insanoğlunun bazı inançlara sahip olarak yaşadığı, yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır.

Büyük bilge Sokrat, "Kendini tanı, o zaman başkalarını ve evreni de tanıyacaksın" derken, insanın kendini tanıma yolunda çıkacağı yolculuğun, kendi mikro kozmosundan başlayarak, evrenin büyük sırlarının saklı olduğu, makro kozmosa doğru genişleyeceğine işaret etmiştir.

Dr. Fred Alan Wolf’un buna ilişkin tümcesi şöyledir: “Evren, hem madde hem de şuuru tek bir alan halinde içeren dev bir hologramdır.” Kâmil insan olma yolunda gerekli olan evrene ve kendine mikro kozmik açıdan bakarken, aynı anda makro kozmosu da görebileceği veya makro kozmik açıdan bakarken de mikro kozmosu görebileceği bir hologramı, zihninde yaratabilmektir. Var oluşunu düşünüyor olmasına bağlayan Descartes de böylece Tanrı’nın varlığını kavrayabileceğini iddia etmiştir.

Helen düşünce sisteminin bir devamı gibi olan ilk İslam düşünürlerinden Farabi, en yüksek erdem olarak akıl ve bilimi göstermiş ve bunların kaynağının Tanrı olduğunu söylemiştir. Akılla dini uyuşturmaya çalışmış “insan ruhu kandil, bilim onun aydınlığıdır” demiştir. Mevlana da “Aklın amacı Tanrısal özü görmek, O’nun birliğine ulaşmaktır.” fikrinin sahibidir.

“İlim kendini bilmektir” diyen Yunus’ a göre de akıl ruhla bedenin çatışan taleplerini çözmekte kullanılmalıdır.

Prof. Dr. Fred Alan Wolf : “Kuantum fiziği Tanrı nedir sorusunu cevaplayabilir mi?” sorusunu;

“Hayır. Tanrı’yı deneyimleyebilirsiniz ama ne olduğunu söyleyemezsiniz. Tanımlamaya kalktığınızda örgütlü dinler gibi onu sınırlarsınız.” şeklinde cevaplarken,

“Ama Tanrı’nın varlığından eminiz değil mi?” sorusunu ise

“Değiliz. Dokunamadığımız şeylerin varlığından emin olamıyoruz biliyorsunuz. O nedenle inanç diye bir kelime var.” şeklinde açıklamıştır.

Öz’ümüzde, varlığımızın en derinlerinde, her bir hücremizde, tanımlanamayan, kelimelerle anlatılamayan sonsuzluğu ve bilgiyi arama ve bulma güdüsü vardır. Bu güdü, insan olarak ait olduğumuz durum ve boyutun çıkmazlarını aşmak, bize yol göstermek üzere tasarlanmıştır. Bu güdü hiç durmaz, yaşama anlamını veren odur. Bilgeler bunun bilincindedir. Ne yazık ki, pek çok birey için, bu çok derinlere gömülmüştür; öyle derinlerdedir ki, adeta hiç var olmamış gibidir. Havas için bu güdü, yüzeyin hemen altında yatan, sürekli özgürleştirmeye çalıştığı bir potansiyelken, avam için ufukta dahi gözükmez.

Gerçek insanın düşünce metodolojisinde gerçekleşebilecek en önemli evrim, düşüncelerini, yapay sınırlamalardan arındırmak ve bu yolla, akılsal yetilerini kör inançlarla sınırlandırmak yerine, sezgisel algılarının sınırlarını, aklının elverdiğince genişletebilmektir. Hakikate doğru yaptığımız yolculuğun, aslında tıpkı insanın evrimsel yürüyüşünde olduğu gibi “bir varış değil tümüyle bir gidiş olduğunun” farkına varılabilinmelidir.

Aydınlanma; düşünme ve değerlemelerin görgülere ve geleneklere bağlı olmaktan kurtulup insanın kendi aklı ile kendisinin yaptığı denemeler ve gözlemlerle yaşamını aydınlatmaya girişmesidir. Kısaca aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması ve hepsinin kendi farklı yerlerini bilmesidir. Felsefe ve bilim için mutlak doğrular diye bir şey yoktur; bilim durmadan yeniden araştırır, düzeltir, yeni doğrulara varır; ilerleme ve gelişme de böylece olur. Önemli olan inançları bilime karıştırmamaktır. “İnsan bilmediği şeye inanır, inanmaya yatkındır.” denir. Önemli olan inancını; bilme tutkusundan ayrı tutmasını bilmektir. Bilim insanı; inançlarına ters düşse de araştırmasını sonuçlandırır.

Tarih boyunca her kapalı öğreti avam tarafından tepki ile karşılanmıştır. Ezoterik öğretiler, insanı ve evrenin sırlarını keşfetmeye ve böylece kâmil insanı yaratmaya yönelik teorik ve pratik yöntemler dizisi olarak bir öğreti ekolü şeklinde yaşamaya devam etmiştir. Kadim Mezopotamya’ya, Mısır uygarlığındaki Hermetik öğretiye ve Klasik Yunan felsefesine baktığımızda, insanlık tarihinin bu ilk devirlerinde, akıl ve zekânın, bugün bile imrenebileceğimiz düzeyde özgür olduğunu görüyoruz.

Toplumumuzda cemiyet yerine cemaat odaklı bir yapılanmanın oluştuğu günümüzde, cemaatler içinde de bireylerin özgür ve kişilikli bir kimlik geliştirebilmeleri olanaksızdır. Cemaatlerde birey yoktur, çünkü birey olmak her açıdan özgür olmaktır, oysa cemaatlerde insanların özgür istençleri olması olanaksızdır, istençleri de kimlikleri de topluluk ruhu içinde erimiştir. Doğma, büyüme, çoğalma, fiziksel ihtiyaçlarını tatmin etme ve ölme döngüsünde bir klan hayatı söz konusudur. “Her cahil kendi açıkgözünü yaratır” denir. Bir toplumda cahil ve aldananlar ne denli çoksa, inancı kullanan uyanıkların sayısı da o denli çoktur.

Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu şöyle yazıyor: “Türk aydınının görevi, sadece kendi iç dünyasını daha ışıklı düşüncelerle aydınlatmakta devam etmek değil, bununla birlikte, hatta bundan daha çok, kendi yakın ve uzak çevresini, olanak ve yetenekleri ölçüsünde, aydınlatmaya ve mümkünse kendi kendisini aşmaya çalışmaktır.”

Etrafındaki olaylar, kendi arzularının dışında gelişince, doğaya, ölüme, daha güçlü insanlara yenilince, yetersiz kalınca, insan, kendisininkinden daha büyük bir irade aramış. Şu hikâyedeki gibi: “Adam kahveye girmiş. Herkese meydan okuyan bir tavırla “var mı bana yan bakan?” diye sormuş. Arkalardan bir yerden, ilk adamın iki katı boyunda bir adam ayağa kalkmış ve “var” demiş. Bunun üzerine derhal uyum sağlamış birinci adam. “Var mı ağabeyimle ikimize yan bakan?”

Tanrı’ya bu yönelimle inanan çok insan var, ne yazık ki. “Benden daha güçlü bir iradeyi yanıma almalıyım. Bana bende olmayanları hediye etsin. Kabarık istek listemi karşılasın. Sadece beni sevsin. İstemediğim her şeyi benden uzak tutsun. Tek meşgalesi ben olayım.” “Rabenna, hep bana”. Tanrı’ya O gerçekten var olduğu için değil, ondan beklentileri olduğu için inanan zavallıların sayısı maalesef çoktur. Riyakâr, sahte, beklenti dolu, hesapçı ve korku dolu bir inançtır bu. Ona gönülden gelen, beklentisiz, içten bir inanç ve koşulsuz sevgi ile ulaşılır.

O hep içimizde ve dışımızdaki her şeyin de ait olduğu bir sonsuzluktur. Kötülüğün de, savaşın da, yanlışın da, şeytanın da içinde olduğu bir bütünlük. Sadece iyi değil. Sadece ışık değil. Daha iyi insanlar olmaya doğru yolculuk yapacağız. “Önce kendimizi değiştirebilme gücümüzü arttıracağız. Ve dönüşeceğiz. Sonra diğer insanların gücünü arttıracağız ve dönüştüreceğiz. Ama siyahında beyazında, iyinin de kötünün de onun ve deneysel oyunun parçaları olduğunu unutmayacağız.”

Nietzsche şöyle der; “Önemli olan kişinin inançlarında cesur olması değil, inançlarını değiştirme cesareti göstermesidir.”

Yaşadığı dönemde, bugün bile pek çok düşünürün söylemekten çekindiklerini söyleyen ve cami avlusunda derisi yüzülerek öldürülen düşünür Hallac-ı Mansur şunları söyler:

“Gerçek Olan “Bir”dir. İnsan bu bütün’ün bir cüz’ü dür.

İnsan Tanrıdır, Tanrı insan değildir. (Enel Hak)

Kendini bilen Tanrıyı bilir. (Vahdet-i Vücut)”

Einstein ise şöyle katkıda bulunur: “Her atom bilgilerin tümü ve evrenin temelidir.”

Kendine inanan birey, içindeki mikro ölçekteki tanrıya da inanıyor demektir. Tanrıyı arayanlar onu ancak kendilerinde bulabilirler. Leo Buscaglia, şöyle diyor: “İnsan olağanüstü güzel, olağanüstü güçlü bir varlıktır. İnsan olmaktan kıvanç duyun. Aradığınız her yanıt, içinizdedir. Kendinizi sevin, yaşamı sevin. Sevgiye zaman ayırın ve onu paylaşın. Yaşam sevgi demektir; sevgi yaşam demektir çünkü yaşamak, sevmek ve öğrenmek insanın en büyük edimidir.” Sevgi, insanı çevreleyen her şeyin anlamıdır. O, yaradılışın sırrıdır.

Mevlana: “Eğer sureti olmayan sevgilinin suretini görecek olursanız, efendinin de kölenin de sizin kendiniz olduğunu anlarsınız, zira her cüz, küllün aynı oldu ve cüzler baştanbaşa kül oldular.” demekle Yaradan’la yarattığının birliğini, özdeşliğini ve ilahi sevgiyi belirtir.

Fuller ise şunları söylüyor: “İnsanlığın evrende önemli bir işlevi vardır; büyük bir tasarımın makro ve mikro alanlarıyla bunun zaman içinde gerçekleştirilmesinde. Bireyin bütünlük ve ölümsüzlüğüne yönelik bir sevgi oluşur içimizde. Bilinç sınırlıdır ama bilgi ölümsüzdür. Beyin geçicidir, akıl ölümsüz. Bilinçli olmak ve anlamak geçici ve sınırlıdır. Oysa kavramak ve bilmek ölümsüzdür.”

Bir şeyi düşünmek, ona zihnimizde bir şekil, bir boyut vermektir. Düşünce pencereniz açık, kontrollü kuşkunuz yol gösterici, inanç dünyanız, çağdaş ve insancıl olmalıdır. Türkiye, “aklı inançtan, bilimi dinden” ayırma sürecini Atatürk devrimleriyle yakalamıştır. Kant: “Kendi düşünme yeteneğini kullanma cesaretini göster!” der.

Sokrat ise “Her günah, içinde kuşku olmayan ölü bir inanç yüzünden işlenir” der.

Unamun’a göre: “İçinde kuşku olmayan bir inanç, ölü bir inançtır.”

İbn-i Sina da ne diyor: “Hiç kimse, görmek istemeyenler kadar kör değildir.”

Upanişadlar Brahman’ın insanın kendisi olduğunu söyler. Yunus “bir ben var benden içeri “ der. O içimizdedir. Adı ister Yaradan, ister Tanrı, ister Allah, ister Elohim, isterse Baba olsun.

Her inançlı birey, kendi aklı ve ruhsal zenginliği sınırları içinde, Tanrı kavramı ve tasarımını kendisi yapar. Bu bağlamda, her insanın düşündeki Tanrı imajının tek doğru, ya da tek gerçek olduğunu söylemek olası değildir.

İnsan gibi insanlar, aklılarını, hem ruhlarıyla, hem de bedenleriyle uyumlu kararlar almak ve düşünceler üretebilmek, yaşamlarında dengeyi bulabilmek, inisiyelerin ince yolunda yürüyebilmek için kullanırlar. “Kimliğimizi bulmak, çoklukta tekliği görmek, anlamak ve duyumsamak, idrak etmek istiyoruz. İçimizdeki kurulmuş olan merdivende yükselmek ve dinamik dengeyi sağlamak istiyoruz.” Koşulsuz Tanrı sevgisinin tüm evrene yayılmasını diliyoruz. İçimizdeki bütünlüğe ulaşmaktır arzumuz. Çalışıyoruz, zamanımızı değerlendiriyoruz ve hakikati arıyoruz...

Halil Cibran şöyle bitirir: “Bütün öğretiler pencere camını andırır. Arkasındaki gerçeği görürsün de, cam, seninle gerçeği ayırır.”

Berk Yüksel

Kaynaklar:

“Sufilik ve Merdiven” Tamer Ayan

“Ne biliyoruz ki!” Kurgu Belgesel Film

“Din, İnanç, Bilinç” Faik Acar

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..