Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '10

 
Kategori
Şiir
 

İnancın ve direnişin romanı

İnancın ve direnişin romanı
 

Aklım sana hasret duymadan

Güneş ne doğar ne de batar

Her bir sözümün anlamı sen olmadan,

İnsanlarla konuşmayı aklımdan geçirmem

Suretini camın içinde bulmadan

Bir bardak su ile susuzluğumu dindirmem

Sana dair düşüncemle birleştirmeden

Üzgün veya neşeli, soluk bile almam…

Yaşamı boyunca neyin peşinde koştuğunu, hayatını bu şiiri ile özetliyordu hallac lakaplı ibn-i Mansur… O bir sufi, hayatını bu yönde şekillendirmiş. Doymak nedir bilmeyen, öğrenmeye susamışlık hallerini bir nebze dindirebilmek için diyar diyar gezmiş. Bilgiye aç bir gezgin. Onu bilmeye yönelten azmi kendine hayran bırakmasının yanı sıra, aldı götürdü beni, itti düşünceler karmaşasına… Sormuyoruz, araştırmıyoruz, öğrenmeye azmetmiyoruz. Kendimi bu soruları sorarken bulduğum bir okuma sonrası uyumam zor oldu. Kabına sığmaz bir ben, içim bir tuhaf… Uyuma, sor, dinle kendini diyordu bana içimdeki. Dünyayı değiştirebilmen için önce o dünyayı bilmelisin! “ kâinat büyük bir insandır ve insan küçük bir kâinattır. Biz bunun bir parçası olarak yaratıldık ve kendimizi ancak küçücük atomları olarak görebildiğimiz ve anlayabildiğimiz yaratılış sürecinin bütününe ulaşmaya çalışıyoruz.” Demişti hallac-ı Mansur. Yaratılış sürecinin bütününe ulaşmaya çalışıyordu. “kendi içimize, ruhumuzun bilinmedik yörelerine seyahat etmemiz gerekir.” Diyordu. Çıktığı bu içsel yolculuğunun ve öğrenme merakının yanı sıra, hak dinini yayma konusunda da son derece azimliydi. Zaman zaman insanlara yol gösteriyor, “ruhun acılarını dindirmeye muktedir biri varsa o da hallactır” yorumlarını hak ediyordu.

Öyle ki yolunu kesen bir zorbanın ondan parasını istemesi üzerine: “ hiç param yok!” cevabını alır. Verdiği cevaptan memnun olmayan adama sonrasında şunları söyler: “sahip olduğum tek şey ruhum ve vücudumdur. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse bunlar bile bana ait değil, her şeyin yaratıcısına aittir. Beni öldür! Böylece büyük sevaba girersin, çünkü sayende emaneti sahibine iade edebilirim.”

Bu dedikleri karşısında pek bir şaşıran haydut, ayaküstü anlattı hayat hikâyesini hallac a, her şeyi kadere bağlayıp. O vakit ibn-i Mansur ona şunu dedi:” sanki insan rüzgâra kapılan bir yaprak gibi veya dağılana kadar gökyüzünde dolaşıp duran bir bulutmuş gibi başına gelenlerden dolayı kaderini sorumlu tutuyorsun. Allah sana güçlü bir vücut ve zeki bir kafa vermedi mi?”

Yolu Bağdat a düşer. Adına “barış şehri” denilen bu şehir hallacı n sonunu hazırlar. Son seyahati olur. Gününü halkın arasında geçirmektedir. Sınır tanımaz konuşmaları, buradaki insanların hoşuna gitmez. Birçoğu anlamaz onu. “ ENEL HAK” yani; ben yaratıcı gerçeğim! Der kendisine. Barış şehri sakinlerinin küfre varan konuşmalarıyla bu asinin yargılanması gerektiğini söylerler. Hallac zindana atılır… Şimdi kadılardan biri sorar ona mahkemede: “ben yaratıcı gerçeğim diyorsun kendine. Peki, bu konuda ne diyeceksin?”

“Bunu söyledim. Şimdi de söylüyorum. ENEL HAK! Benim hizmetim gönüllüdür ve efendime olan sevgiden ileri gelir ki, bu sevgi olmazsa ben de gerçek olamam. Onu sevdiğim zaman, o içimi tamamen kaplıyor, onun ruhu benim ruhum oluyor. Benliğim onun benliği ile yer değiştiriyor. Başka bir benliğin daha yoğun olarak yaşayabilmesi için kendi benliğimizi, o kara zalimi geçici olarak öldürmek, aşkın gerçek anlamıdır. Yaratılmış bir varlık olmamın sebebi o olduğu için, ben yaratıcı gerçeğim!”

Mahkemede kendini ifade edişi ne kadar doğru ve yerinde olduysa da bir şekilde cehalet üstün geldi. Dine küfretmek, insanları isyana teşvik etmek, büyücülük ve yine insanları hak yolundan ayırmakla suçlandı. Ve bunun cezası ise idamdı… hallac yüreğini suskunlukla mühürlemeyi tercih etti. Öyle ya “ öldürün beni! Ben ancak ölürsem yaşayacağım” diyordu.

Hallac idam edildi bir sabah. Vahşice… Önce işkence edildi zaten yorgun vücuduna. Adeta acılar denizi haline gelen vücuduna son bir hamle daha yapıldı, ayrıldı kafası gövdesinden. Sonrasında yakıldı… İşkence gördüğü sıralarda kan ile dolu ağzından dökülenler: “öldürün beni! Ben ancak ölürsem yaşayacağım” dı. İnancın ve direnişin romanıdır hallacı Mansur. Zalimane katledilişin, cehaletin… İlk değildi, belli ki son da olmayacaktı. Çünkü: “ insanın kalbi karanlıktır, onları iyiliğe açmak çok güçtür…” Bunlar dökülür kaleminden ölümüne yakın…

“Bütünümle bütün sevgini sardım

Sanki içimdesin, ey mukaddesim.

Yönelir de kalbim bazen gayrına

Korkuyla titrerim, tutulur sesim

Ürpererek yine dönerim sana

Anlarım! Sen yoksan kimsesiz kaldım

Şimdi ben uzakta, yapayalnızım

Hayat mahbesinde bitmiyor sızım

Yüce Mevla, şudur senden niyazım:

Şu hapisten çağır beni yanına!”

 
Toplam blog
: 16
: 643
Kayıt tarihi
: 23.06.10
 
 

Muş doğumlu, 20 yaşında daha çömez bir yazarım... Hem ben sadece yazarım... Öyle bir tutku ki yaz..