Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '15

 
Kategori
Sinema
 

İnanmak, ummak, bulmak

İnanmak, ummak, bulmak
 

Derler ya "Bir film izledim, bir roman okudum, hayatım değişti"; ben senenin ilk günü seyrettiğim Russel Crowe'un "Son Umut" ("The Water Diviner") filmi için böyle demeyeceğim. Ancak, film beni çok etkiledi, hoşuma gitti; ödediğim paraya, geçirdiğim zamana değdi. Kanımca, yönetmenlik kariyerinin ilk filminde, Crowe demek istediklerini oldukça yalın biçimde verebilmiş.

 

Dua ibadetin özüdür; dua ederken gerçekleşeceğinden umutlu değilseniz, inancınız eksiktir. Ve insan umut ettiği sürece yaşar, yaşama bağlanır. Filmde, aslında kahramanın (Avustralyalı çiftçi Joshua Conner) oğullarını bulma umudu, inançla birleşirken; paralelinde yurtsever Türklerin (Binbaşı Hasan ve Çavuş Cemal) Mustafa Kemal'in önderliğinde yurdu düşman işgalinden ve parçalanmaktan kurtarma umudu ve inancının filizlenmesi veriliyor.

 

Filmin başlarında ilk dikkatimi çeken; dünyanın neresinde, hangi dinde olursa olsun, din sömürü yapanların benzerliğini veren sahneydi. Avustralya'daki hristiyan din adamı, kiliseye gelmediği, günah çıkarmadığı için yargıladığı, eleştirdiği çiftçinin ricasını, ancak onun arabasını "Tanrı için" kiliseye bağışlaması karşılığında yapıyor... Oysa, filmin neredeyse tamamında Joshua Conner'ın son derece inançlı, eşine sadık, çocuklarına düşkün, "iyi" bir insan olduğuna tanıklık ediyoruz. Bu bağlamda; benim düşünsel yapımla çok örtüşen, bakış açılarının sunulması; kahramanın - Anadolu'da da bilinen bir yolla - ağaç dalı ya da çubuk yardımıyla, sezgileri de işin içine katarak, toprağın altındaki su kaynaklarını bulabilmesi, rüyalarının çıkması, bunun abartıya kaçmadan "temiz kalpli", inançlı insanlara özgü bir çeşit "bilicilik" (kahinlik, medyumluk) gibi verilmesi; çiftçi Conner, oğlunun seçimi ile Mevlevilik ve Tasavvuf Felsefesi arasında bağ kurulması hoşuma gitti.

 

Tek bir sahnede gözüme çarpan "illüzyon kırma" dediğimiz çekim hatası; Yunan çetesinin treni durdurduğunda lokomotifin sağ ön tarafında TCDD yazısının bir anlık görünmesi, yazabileceğim tek olumsuz eleştiri ki; "O kadar kusur kadı kızında da bulunur" diyelim.

 

Ayrıca, bize özgü kahve falı ve kahve kültürüne de azıcık yer verilmesi, bununla final sahnesine gönderme yapması sevimli ayrıntılardan. Ama, en güzeli; kahramanın ve filmin, önyargısız, nesnel, barışçı yaklaşımı...

 

İnsanın memleketi, doğduğu değil; kendisine yurt edindiği yerdir aslında... Ve ırksal, ulusal, coğrafi, dinsel ayrımlar yapaydır; aslonan ne kadar "İnsan" olduğunuz; insansal değerleri bünyenizde ne kadar barındırdığınızdır. İşte ben bu ana iletiyi algıladığım için filmi bu denli beğendim, karakterlerle kendimi özdeştirdim ve etkilendim.

 

Not: Bu yazıda amacım bir "Sinema filmi eleştirisi" yapmak olmadığından, filmi sinematografik açılardan ele almadım; senaryoya, dekora, kostümlere, çekim açılarına, kamera hareketlerine, oyunculara ve oyunculuklarına değinmedim. Yine de internette Melis Zararsız'ın "Barıştan yana, önyargısız bir Çanakkale hikayesi" başlığıyla yayımlanmış Beyazperde eleştirisini okumanızı öneririm.

 

Gülçin ERŞEN – 3 Ocak 2015 / Güllük

 
Toplam blog
: 134
: 869
Kayıt tarihi
: 06.07.11
 
 

Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu (İletişim Fakültesi) Radyo ve Televizyon Bölümü mezun..