Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '11

 
Kategori
İlişkiler
 

İnek sevgisi, balık sevgisi, tavuk sevgisi

İnek sevgisi, balık sevgisi, tavuk sevgisi
 

Siz hiç -hangi dinden olursa olsun- dindarların veya Hz.Muhammet’i, İslam’ı konu alan karikatürlere tepki olarak sokağa dökülen Müslümanların GDO’lara veya kısırlaştırılmış tohumlara ya da nükleere karşı eylemlerine tanık oldunuz mu? 

Ya da sokak kedileri ve köpekleri için çırpınan hayvanseverlerin, tavuk veya balık veya sığır çiftliklerindeki hayvanların da yaratılışlarına uygun bir şekilde yaşamaları için ciddi olarak mücadele ettiklerini gördünüz mü?

Bakterinin genini bitkiye aşılamak, Allah’ın sonsuz kere tekrarlanacak bereket için yarattığı tohumu kısırlaştırmak, birkaç firmanın patentli ürünü haline getirmek, “hayvanların kulaklarını yararak”, küpeli, sadece numaralı sanayi ürünü haline getirmek Allah’ın yarattıklarına ve düzenine saygısızlık değil midir?

Ya da alkolün kokusundan bile uzak duran veya orucunda saniyelere dikkat eden dindarların,  Kur’an’da, Allah’ın yarattığını değiştirmenin kıyamet alametleri arasında sayılmasını, temiz yemenin emredilmesini görmezden gelmeleri “Allah’ın emirlerini harfiyen yerine getirmek”le açıklanabilir mi? [1] Allah’ın yarattığı ile GDO’lu olanlar, mısır şurubu veya kimyasallar katılmış gıdalar temiz mi?

Tek tel saçın görünmemesi için dünyayı birbirine katmayı göze alanlarla,  şarabın iyisini bilenler arasında, örneğin, bir piknik alanında veya sahilde manzaraya baktıktan sonra bıraktıkları çöpler konusunda büyük bir fark mıdır?

Eğer işler sarpa sararsa biz de eski düzene döneriz diye düşünüyor insanlar ama yanılıyorlar.

Doğal düzenin bozulması kolay ama yapay olarak kurulması ve tamiri kolay değil. Örneğin:  Avustralya’da doğal olarak bulunmayan sığırlar götürüldü ve sığır yetiştiriciliğine başlandı. Ama oradaki bokböcekleri sığır dışkısı ile ilgilenmedi. Sadece kanguru dışkısına özelleşmişti. Dışkı ile başa çıkılamadı ortalığı sinek kapladı. Sonunda sığır gübresini yok edecek bokböcekleri ithal edildi. Şeker kamışı zararlılarına karşı dev kara kurbağası ithal ettiler. Her biri 2kg ağırlığa ulaşabilen kurbağalar diğer kurbağaları ve kemirgenleri de yiyerek kıtayı işgale başladı. Çeşit olsun diye götürülen tek hörgüçlü deve, av için getirilen tilki ve tavşan, yaban domuzu hepsi kontrolden çıktı istila haline geldi.

Dünyamızda denizler bitmek üzere. 

Rakamlar sıkıcıdır. Akılda tutulmaları da gerekmez, ama bazen bir olayın boyutlarını kavramak için birkaç cümle yerine tek bir rakam daha açıklayıcı olabilir:

Her yıl 90 milyon tondan fazla balık avlanıyor. Bunların yüzde 60’ı ağa takılan diğer deniz canlıları olduğu için ölü veya yaralı olarak tekrar denize atılıyor.

Ton balıkları avlanıp, köpek balıkları öldürüldüğü için onlarla beslenen denizanaları ve denizyıldızları denizleri istila ediyor.

Denizyıldızları yediği için ve trol avcılığı, dinamitle avlanma, deniz kirliliği yüzünden mercan adalarının üçte biri ölmüş durumda. Mercan adaları pek çok balığın üreme ve barınma, dolayısıyla birçok insanın beslenmesinin bağlı olduğu yer olarak yok olmaya devam ediyor.

Bugün Akdeniz’de 1970 yılında bulunanın %5’i kadar balık kalmış durumda!

Miktar azaldıkça rekabet artıyor. Balık sürülerini bulabilmek için daha donanımlı, sonarlı, helikopter destekli tekneler ava çıkıyor. Bu teknelerin masrafını karşılamak için resmi olarak izin verilenden çok daha fazlası avlanıyor. Neslin tükenmesi hızlanıyor. Balıkçılar böylece kendi bindikleri dalı kesiyor, balığın kökünü kurutma pahasına avlanmada yarışıyorlar.

Sonarın çıkardığı ses, diğer gemilerin ve deniz altıların çıkardığı sesler ve yaydıkları dalgalar yunusların, balinaların, diğer deniz canlılarının iletişimini bozuyor, hasta ediyor. Zaman zaman kıyıya vurmuş deniz canlılarının intiharların sebebinin gürültü olabileceği belirtiliyor. 

Doğru dürüst korumanın olmadığı veya yönetimleri parayla satın alınmış Afrika kıyılarında Çin, Japon ve Avrupa ülkelerine ait gemiler trolle[2]  balık avlıyor, kökünü kurutuyor, bölge balıkçılarını ve insanlarını aç bırakıyorlar. Sonra aç kalanlara pirinç gönderip yardımsever oluyorlar?

Somali’deki balıkçıların korsanlığa başlamasının sebebi, sadece araba yapmayan,  dünyanın en büyük ton balığı tüccarı olan Mitsubishi’nin bölgeyi talanıydı.

Ancak bu böyle uzun sürmeyecek elbette. Aynı şekilde devam edilirse Akdeniz’de 2048 yılında balıkçılık ve balık diye bir şey kalmayacak!

Balık çiftliklerinde üretim de çözüm değil, çünkü 1 kg. somon elde etmek için çiftlikteki somona 5 kg. küçük balık yedirmek gerekiyor. 1 kg. kırmızı yüzgeçli ton balığı eti elde etmek için de 25kg.küçük balıkla beslemek gerekiyor.

Karides ve balık çiftlikleri ilaç, yem ve kadavra artıkları ile suları zehirliyorlar.

Kıyıya vurmuş olarak bulunan bazı balina kadavraları o kadar çöp dolu ki çöp olarak yakılmak zorunda kalınıyor.

Nükleer deniz altıların, nükleer santral artıklarının neden olduğu radyasyonun yer yer Çernobilden daha fazla olduğu tespit ediliyor.

Denizlerde bu şekilde, bakterilerin bile yaşamadığı 150 ölü nokta var.  Bunların kapladığı alan şimdiden 250.000 kilometrekare ve gün geçtikçe genişliyor.

Yılda 125 milyon ton plastik üretiliyor. Saat başı denizlere, büyük kısmı plastik olan, 675 ton çöp dökülüyor. Çöp girdapları oluşuyor. Okyanusta,  Hawaii’nin doğusundaki çöp katmanının 3 milyon ton olduğu tahmin ediliyor.

Yılda 1 milyon deniz kuşu ya naylon iplerden yuva yapmaya çalışıp ipe dolanıp boğularak veya plastik parçalarını yiyecek zannedip yiyerek ölüyor.

Her yıl ortalama 1.500 km. ağ kayboluyor denizlerde.

Yılda 100.000 balina, yunus, fok balığı gibi deniz memelileri ağlara dolanarak veya plastikleri yiyerek ölüyorlar.

Yılda ortalama 500 milyar adet naylon torba üretiliyor. Denize atılanları daha çok da denizanasına benzeterek deniz canlıları yiyor ve ölüyor.

Çöp o kadar yayılmış durumda ki, Kuzey Buz denizinde 2.400 metre derinlikte bile plastik çöpler bulmak mümkün.

Dünya çapında 150 milyon hektar araziye GDO’lu mısır ekiliyor.

GDO’lu mısırın ürettiği böcek öldürücü enzim faydalı böcekleri, onları yiyen kuşları ve diğerlerini de etkiliyor.

Dünya çağında 50 milyon ton deniz ürünü çiftliklerde üretiliyor. Hepsinde hormon, ilaç kullanılıyor.

ABD’de sığır üretiminde 12 saatte bir 45 kilo başına 500 miligram antibiyotik kullanılıyor. Domuz çiftliklerinin atıkları ise kullanılan ilaç ve hormonlar yüzünden organik atık değil, endüstriyel atık sınıfında kabul ediliyor.

Kanalizasyona karışan kimyasallar, ilaçlar, antibiyotikler atık su arıtma tesislerinde temizlenemiyor.  Üstelik antibiyotiklere karşı dayanıklı, onlarla beslenen bakteriler üretiyor. Bunlar biriktikçe birikecek, gelecekte nasıl bir sorun çıkaracak henüz bilinmiyor.

Gelişmiş sanayi ülkelerinde gıdaların yüzde otuzu, yani üçte biri çöpe gidiyor.

ABD’de çöplerin yüzde 15’i ambalajı açılmamış ürünler.

AB ülkelerinde tarımda yasal olarak izin verilen 168 çeşit pestisit yani böcek, bakteri, mantar, solucan, kemirgen vs. öldürücü ilaç kullanılıyor.

Kulağa iyi bir şeymiş gibi geliyorsa da özünde zararlı böcekleri ve bitkileri yok edebilmelerinin sebebi zehir olmaları! Dolayısıyla insan metabolizması üzerinde de yıkıcı ve hastalık yapıcı etkileri var. Bunları satabilmek için çiftçilere, binlerce yıldır belli bölgede yetiştirilen zararlısının ve yararlısının birbirini dengelediği, ilaç gerektirmeyen ürünler yerine, büyük vaatler ve başlangıçta destekli yeni ürünler ekmeleri öneriliyor.

İlaçların ve hastalıkların bedeli tarım ve ilaç sanayine nakit olarak ödeniyor. Sulama ve yağmurla toprağa, sonra yeraltı su kaynaklarına, suya karışan zehirlerin bedeli uzun vadede, kuşaklar boyu ödeniyor ve ödenecek. Örneğin Almanya’da 35 yıldır yasak olan Dieldrin isimli böcek ilacı hala toprakta ve özellikle salatalıklarda tespit ediliyor. Temizlenmesi büyük olasılıkla Çernobil’in radyasyonunun temizliği kadar sürecek.

Monsanto gibi GDO Firma çalışanları devlet kuruluşlarında da çalışıyor. Araştırma sonuçları insanlardan saklanıyor. Firmalar aleyhine karar veya kanun çıkmıyor. Büyük firmalar sanki rekabet varmış gibi ana firmaya bağlı farklı isimli küçük firmalarla suni rekabet ortamı yaratıyor, elektriğin, doğal gazın fiyatını gerçekte tekel olarak belirliyorlar. Yani tam bir eşkıya dünyaya hükümdar olmuş düzeni hüküm sürüyor! Ama nereye kadar?

 

 


[1] Bu konuda ilgili ayetler için, Allah’ın yarattığını değiştirmek, başlıklı 04.07.09 tarihli ve Deccal’in adı var: Monsanto, Ca… başlıklı, 02.08.09 tarihli blog yazılarıma bakılabilir.

[2] (trawl: tarak, deniz dibini tarayan ağ

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..