Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

İngiliz olmak ya da olmamak

İngiliz olmak ya da olmamak
 

Ekonomik sıkıntı içindeki İngilizler bir banka kuyruğunda (Sanal yayından bir alıntı-2011)


İngiltere geçmişinde hiç görülmedik bir biçimde kaynıyor. Yıllardan beri dipten gelmekte olan ekonomik ve toplumsal dalag sonunda gün yüzüne çıktı. Bazı evlerin ve mağazaların sinsice kundaklanması sonucu geceleri kentleri dumana boğan görüntüler, gerçekten çok ürkütücü. 

Oğlum sana söylüyorum kızım sen anla  

Üç yıl önceki bankaların batma olayından sonra işsizler ile serseriler başkentte ve diğer bir kaç kentte sinsice pek çok yangın çıkartmışlar. Görebildiğim kadarı ile İngilizlerden hiç beklenmedik biçimde bir açgözlülük sergilemişler. Hiç umulmadık biçimde çevrelerinde ne buldular ise talan etmişler. Soylu, soğuk kanlı, az da olsa gülmesini bilen İngilizler çok değişmiş anlaşılan. Karşısında konuşan birini sabırla dinleyen, ustaca ince düşünceler öne süren, burnu havadaki İngiliz gençleri gitmiş; onların yerine saldırgan bir gençlik türemiş Ada'da. Bu denemede “oğlum sana söylüyorum kızım sen anla” gibi dolaylı bir yol seçilmemiş olup bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu dipten gelen paylaşım sorunlarına da vurgu yapılmaya çalışılmıştır. 

“Görünmez el” geniş kitleleri yerinden kıpratmayabilse de gençleri durduramıyor  

Anlaşılan o ki Kapitalist paylaşımın kuramcısı Adam Smith(1723-1790)'in Milletlerin Zenginliği açıklamaları, öngörülen İngiliz ahlakı bağlamında eski özelliklerini yitirmeye başlamış. İngiltere’de başlayan ve içinde nice emek sömürüsü ile hukuksuzlukları barındıran Sanayi Devrimi son günlerde yaşanan talancı taşkınlıklar ile gençler arasındaki yerini bulmaya başlamış. Bu durumda zenginliklerden doğal yollar ile pay alamayan gençler anne babalarının harçlık vermekte zorlanması karşısında, birer dev gibi duran İngiliz varlıklarına saldırmaya başlamışlar. Oysa İngiliz ticareti ve sanayileşmesi çağlarında, bilindiği kadarı hiç de böyle bir talancı eylem olmamış. Her işçi, her yoksul, her köle efendilerince verilen haklarını boyun bükerek alıp gitmiş. Yer yer işçi ayaklanmaları ve grevler olmuş ise de İngiliz’in zenginliklerine böylesine bir saldırı hiç yaşanmamış Ada’da. 

Batı kökenli “görünmez el” adil bir ekonomi düzeni kurabilmiş midir?  

Çağ değişimi denilen süreç son yıllarda geçim sıkıntısı çekmeye başlayan İngilizleri de vurduğundan işler karışmış. Benzer durumlar Falkland Savaşı sonrasında ekonomisi çöken Arjantin’de de yaşanmış; kitleler kısa sürede örgütlenerek her şeyi talan etmeye başlamışlardı 1980’lerde. İngiliz gençleri artık kendilerine dokunmaya başlayan yoksulluğun öcünü almak için, yollara dökülmeye başlamışlar. “Gizli el” tarafından dağıtılan payların kendilerine ulaşamadığını anladıkları için olsa gerek kendi haklarını saldırgan bir talancılıkla bir yerleri ateşe vererek almaya çalışmışlar. 

O bildik İngiliz kişiliği hangi nedenler ile değişime uğradı? 

Üç yıl önce İngiltere’deki bazı bankaların peş peşe batma olayında gelişen huzursuzluklardan sonra şimdi kimi işsizler ile kimi gençler başkentte ve diğer bir kaç kentte yangın çıkarttılar. İngilizlerden hiç beklenmedik biçimde bir açgözlülük sergilediler. Hiç umulmadık biçimde ne buldular ise talan ettiler. Kabalaşmayı pek sevmeyen, beyefendilikleri kadar hanımefendilikleri ile de tanıdığım İngilizlerin tok gözlü çocukları neden bu kadar hoyratlaştılar anlamakta zorluk çekiyorum Bu konuları Anakara’da siyasete yakın bazı arkadaşlarım ile öğretmenim Maureen ile eski arkadaşlarım Brenda, Richard ve Adam ile yaşananları nasıl değerlendirebileceğim karşılaştığımda bilemiyorum. Ayrıntıya girmeyeceklerini sanıyorum. Bir taşkınlık, bir gençlik ateşi, aç gözlülük, işsizlik gibi yakıştırmalar ile geçiştirebilirler diye düşünüyorum olan bitenleri. Gençlik işte! 

Talan karşısında hangi duygular ile savunmaya geçilir?  

Peki o taşkın ve talancı topluluklara karşı gelen Türkler de kim oluyor; sanırım bunun için, hiç bir tartışmaya girmeden tek kelime ile: Çılgınlık, diyeceklerdir. Çünkü İngiltere'ye yerleşmiş olan değişik uluslardan bir tek Türk kökenliler bu yağmalama işine ellerinden geldiğince, o bozuk İngilizceleri ile karşı koymaya çalışmışlar. Bence de çılgınlık, bu yaptıkları. Ne yapalım ki diğer ulusların yetişkinleri evlerine kaçıp saklanmışlarken bir tek Türk yurttaşlarımızın yalnızca kendi evlerini, işyerlerini değil de komşularının da canlarını ve mallarını korumaya çalışmaları, gerçekten akıl alacak gibi değil. Belki onlar bana göre çok genç olduklarından ya da yaşadıkları İngiliz toplumundaki paylaşımın verdiği coşku ile olsa gerek böyle bir savunma biçimi geliştirmişler. 

Batı'nın “tam rekabet” dayatnası paylaşım sürecinde her kesimi yeterince doyurabiliyor mu?  

Bütün karmaşıklığına rağmen Milletlerin Zenginliği’nin görünmez bir el tarafından adil olmasa bile doğru miktarlarda ve değişik türlerde çeşitli mallar üretmiş. Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk da dünyanın her alanında at koşturmaya, ajanlarını yerleştirmeye ve sürekli olarak da bazı milletlerin zenginliklerini dev gemiler ile Ada’ya taşımışlardır. Öyle görülüyor ki ekonominin işleyişindeki uyumlu gidişin ahlak felsefesi ile dengelenmesini savunur Adam Smith. Onun “tam rekabet” dediği süreç; devlet vergilerinin yüksekliği, rantiyecilerin aşırı kâr düşkünlüğü yüzünden fiyatların tırmanması, iç üretim kadar dış ticaretin de diğer milletlerin zenginliklerden daha çok pay almaya kalkışmaları, sürekli var olması istenen istikrarın her alanda çökme sürecine girmeye başladığını gösteriyor İngiltere’de. XX. Yüzyıl boyunca içine girdiği savaşlar yüzünden de zaman zaman istikrarı bozulan İngiltere; bakalım son olaylar karşısında kendisini sarıp sarmalayan Küresel Kapitalizmin bir işkence ya da ahtapot gibi boğucu kollarından nasıl kurtulabilecek. 

Türkiye’deki “görünmez el” bütün kârlarına rağmen ve yönetim desteğine rağmen adil bir paylaşımdan yana olabilir mi?  

Şu an Türkiye’de ısrarla svunulan bu “görünmez el” bizde de her yıl on binlerce dolar milyarderi türetmekte ve bankalar her yıl milyar dolalık kârları ile en güçlü kuruluşlar olarak; bütün zenginliklerimizin üzerine çöreklenerek oturmak hakkını elde etmiş bulınmaktadırlar, bu da iyi biline. Bizde de istikrarın pamuk ipliğine bağlı olduğu son olarak karar altına alınan (9) tedbir ile bakalım “görünmez el” adlı Küresel Kapitalizm çarkı tarafından nasıl karşılanacak. 

“Aba altından sopa göstermek” ekonomik paylaşımda kitleleri nereye kadar durgunlaştırır?  

Açıkça görülen o ki içinde insan emeği de içeren malların üretimi ve maliyetleri ile fiyatların oluşumu, vergilerin başatlığı ile paylaşımdaki adaletsizlikler birgün bizde de bazı patlamalara yol açacaktır. Çünkü değişim adlı dev dalga; çoğu varlık gibi kişilerin de istenmeyen biçimlerde değişimine yol açmaktadır. Bu aşamada nice değerlerin para kazanmak hırsı için nasıl harcanmakta olduğunu, kimi yanlışlar ile kimi günahların üstlerinin nasıl örtülmeye çalışıldığını hiç kimse görmüyor mu? Bu yüzden mutlu azınlıklar için değil de sık sık geniş halk kitlelerine “aba altından sopa gösterilmesi” kabadayılıklarından da vaz geçilmiyor. Çünkü kimilerine göre milletlerin zenginliği “görünmez el” varlığının çeşitli marifetleri ile sömürülebilir. En uygun biçimlerde, kılıfına uydurularak her türlü vurgun yapılabilir. Çünkü ticarette kâr için ise her yol mübahtır! 

Aşık Veysel: "Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa" 

Büyük ozanımz Aşık Veysel Şatıroğlu’nun gösterişsiz sazı ile okuduğu: 

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa”
türküsü sanırım bugün gelinen aşamada bize bazı uyarılarda bulunuyor. 

Bu türkünün başındaki: 

Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa”
dörtlüğü de sanırım para ile ilişkimizde bize bazı ip uçları da vermektedir, ne dersiniz? Her şeye rağmen: Ya sabır çekmekte fayda vardır. 

Olaylar "bir saman alevi gibi" görülse de içinde bazı ekonomik ve kişilik sorunları da vardır  

Kitlelerin taşkınlıklarına karşı kolluk güçlerinin yanında kendi istekleri ile sivil kişilerin de yer alması, başlı başına bir kişilik olgusu olarak incelenmeli bence. Yaşanılan saldırgan davranışlara karşı takınılan, söz konusu sorumluluk bilinci, bana göre alkışlanması gereken bir durum. Kaldı ki yanı başlarındaki her hangi bir olayı görmezden gelerek çekip giden İngiliz bireyciliği, yayınlarda karşılaştığımız kimi açıklamalara göre oldukça şaşırmışa benziyor. Olayların durulmakta olduğu ve yaşanan taşkınlıkların “saman alevi gibi” gelip geçici bir gençlik saldırganlığından öte bir anlam taşımadığı söylenebilse de olayların gerçek nedenlerinin ekonomik olduğu çok belli. Yıllardan beri toplumu etkileyen maddi çelişkilerin kişilikleri de bozabileceği göz önüne alınarak, irdelenmeli bu tür olaylar. Teknolojinin olduğu kadar toplum bilimleri ile siyasi bilimlerin de ülkesi olan İngiltere’de bu konularda pek çok yayın yapılacağını sanıyorum yakında. 

Avusturya’lı yazar, gazeteci ve gezgin Stefan Zweig (Viyana 1881-1942) yaklaşık yetmiş yıl kadar önce İngiliz kişiliğinin bazı özelliklerini anlatmaya çalışmış. Aşağıda onun bu konuda yazmış olduğu bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim. 

İ N G İ L İ Z  

Yazan: Stefan ZWEİG 

İngiltere’de deniz, devletin temelidir. 

Hatta mavi veya gök gözlerinde bile denizin soğuk, berrak yansıması görülür. Her İngiliz bir denizcidir, daha doğrusu, memleketi gibi, bir adadır. Sayısız savaşlarda kudretini sürekli tecrübe eden bu ulusun ruhuna, fırtınalar ve tehlikeler, şiddetli ihtiraslar aşılamıştır. Şimdi ülke üzerinde barış bayrağı dalgalanıyor. Fakat fırtınalara alışan bu ülke halkı, denizleri, günlük tehlikeli muazzam maceraları, sinirlerin gerginliğini özlüyor. Bu amaçla kanlı oyunlar tertip ediyorlar. 

İlk önce stadyumlar vahşi hayvanların çarpışmalarına tahsis ediliyor. Ayılar birbirini parçalıyor, horozlar altüst oluyor ve seyircilerin ruhlarında dehşetin şehvetini kamçılıyor. Çok geçmeden gitgide kızışan muhayyileleri daha şiddetli savaşlar özlüyor, insanların kahramanca çarpışmalarını arzu ediyor. Bunun üzerine kiliselerin iman ve esrar dolu bağrından, yeni bir mücadele, bir macera isteği fışkırıyor. Fakat bu defaki insan yüreğinin denizinde olmak üzere; yeni bir sonsuzluk, bir umman, bir ihtiras seli, espri savaşı ufukta beliriyor. Bu olağanüstü kaynaşmaya atılmak.. 

İşte bu geciken fakat gücünü koruyan Anglo–Sakson ırkının yeni zevki. Bu nedenle İngiliz halkının, Elizabeth çağının dramı başlıyor. 

Bu barbar ve ilkel başlangıçta, ilhamları ifade için kullanılan kelimelerde, madeni, keskin bir ses inatla hüküm sürüyor... 

Açıklama: Stefan ZWEIG’tanbir alıntı olarak sunduğum bu yazı Hafize TOPUZOĞLU çevirisi olarak YABA yayınları arasında 1997 tarihinde Ankara’da yayınlanan ACI DUYGULAR kitabının 51. Sayfasında bulunmaktadır. 

Bana bu yazıyı hatırlatan (kriter.org) kurucusu M. Selami ÇEKMEĞİL ile çevirmen Hafize TOPUZOĞLU’na en içten sevgi ve saygılarımla... Ömer Faruk. 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..