Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '12

 
Kategori
Anılar
 

İngiltere'de bir çocuk

On yedi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi, nereye gideceğimi, nasıl gideceğimi henüz bilmediğim bir yaş. Ruhum vücudumda sıkışıyormuş gibi, her yer dar gelmeye başladı. Bir bahane beni Türkiye’den aldı, İngiltere’ye, deniz kıyısında kurulmuş bir tatil kasabasına benzeyen Brighton’a götürdü. Nereye gideceğimi, nasıl gideceğimi bilmiyordum dedim ya, Londra’daki Heatrow havaalanından Brighton'a taksi ile gittim. Yani nasıl gidileceğini gerçekten bilmiyordum. 

İlk kez yurtdışına çıkmış olmanın verdiği heyecan ile, ön koltuğa şoförün yanına oturdum. Koltuğun yerinin farklı olması bile bana değişme zamanımın geldiğini söylüyordu. Dünya farklılıklarla dolu iken hep aynı yerde, alıştığın şekilde bir hayat tarzı sürmek bana göre değildi. Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra iki ay boyunca İngilizce ders alacağım EF dil okuluna vardığımda neredeyse akşam olmuştu. Odaya eşyalarımı bırakır bırakmaz arkadaş edinmek için sabah kahvaltılarını ve akşam yemeklerini yiyeceğimiz kantine indim. Herkes benden büyüktü, boy olarak da; yaş olarak da. 

İtalyan oda arkadaşım Valentina ağabeyimle yaşıttı, yani hep sahip olmak istediğim bir ablayı İngiltere’de bulmuştum. Gece çıktığımızda gerçek bir abla gibi beni herkesten koruyordu. Gerçi ilk disko deneyimim değildi; önceki yıl Alanya’da 16 yaşında olmama rağmen bir diskoya kaçak girmiş, sabaha kadar eğlenip gece hayatının nasıl bir şey olduğunu görmüştüm. 

On yedi yaş yurtdışı deneyimi için bazı açılardan biraz erkendi. En azından ben, okulun düzenlediği müzelere, tarihi yerlere gitmektense zamanımı sahilde paten kayarak geçiriyordum. Gezmedim değil tabi. Oxford’a gittim, şu hayranı olduğum Hogwarts’ı görmek için. Harry Potter’ın koşturduğu koridorlarda dolaştım, yemek yedikleri salonu gezdim, yer değiştiren merdivenlerin aslında gayet sabit durduklarını gördüm. Bir gün okul gezisine de katıldım, Cambridge’e gittik. Cam nehrinde yakışıklı İngiliz çocuklarının sürdüğü kayıklarla bir gezinti yaptık, harikaydı. Camridge Üniversitesi’ni, nehrin kenarındaki kütüphanesini, çimlerde kitap okuyan üniversite öğrencilerini gördüm. Londra mı? Oraya da gittim, buz pateni almak için. İngiltere’ye gitme hayallerini kurmaya başladığımda internette harıl harıl araştırdığım şey buz pateni dükkanlarıydı. Adresi daha İstanbul’dayken yazmıştım. Bir sabah erkenden kalktım, şortumu tişörtümü giydim, sırt çantamı alıp yola koyuldum. Tren yolculuğu İngiltere’yi gezmenin en hızlı yoluydu. Yaklaşık bir saatte Londra’ya vardım, günlük sınırsız metro bileti ile mahalle mahalle elimdeki adresleri aradım. Bir Türk lokantasının önünde duran esmer bir çocuğa adresi gösterdim, beni dükkana kadar götürdü. Sonunda istediğim pateni bulmuştum, ama bu sefer de param yetmiyordu. 20 Pound eksikti, hakkımda hiçbir şey bilmeyen İranlı esmer çocuk paranın üstünü tamamladı. Sonra da beni olimpik buz pistine bıraktı. İlk kez bu kadar büyük pist görüyordum, yıllarca Galeria alışveriş merkezinin küçük yuvarlak pistinde her an biriyle çarpışma korkusu ile kaymıştım. Ama bu sefer Londra’da, gerçek bir buz pistindeydim. İki saate yakın zaman geçirdim orada. O günü “Hayatımın en mutlu günü” olarak tanımlamıştım. 

2008. Sonrasında zaman zaman elimden alınsa da, ısrarla peşinden koştuğum özgürlüğümün ilk yılıydı. Yurtdışına gittiğim için değil, farklı bir dil konuşmaya başladığım için değil; kendimi keşfetmeye başladığım için. Her istediğini yapabilen “ben” olduğum için. İçimdeki “ben” olduğum için. 

 
Toplam blog
: 4
: 272
Kayıt tarihi
: 26.03.12
 
 

Mütercim Tercümanlık öğrencisiyim. Yabancı dil öğrenmeyi, gezip farklı kültürler görmeyi, herşeyi..