Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

İnsaf vicdanın yarısıdır

İnsaf vicdanın yarısıdır
 

Entelektüeli tanımlayan en önemli değerler den birisi de vicdandır. Çünkü vicdanı olmayan akıl rahatlıkla zalimleşebilir. Aklı dengeleyen ve ona adaleti hep hatırlatan vicdandır. Ancak entelektüel bir vicdanın ilk kuralı genel geçer değer ve hakikat “meleğini” incitmemek uğruna hiçbir konformizme, kitleciliğe değer vermeyişidir. Bu yön entelektüeli seçkinci değil ama seçkin kılar. Nietszche gibi çağının ruhundaki konformist ve kitleci değerlere hor görü ile bakar. Ama bu onun zayıfla dayanışmasına da engel olmaz, bu anlamda nihilistle entelektüelin farkı bu olsa gerek.

Edward Said’i farklı ve değerli kılan bir Hıristiyan olarak Filistinli Müslümanlar ile dayanışma içinde olması, ancak buna karşılık intikamcı bir körlüğe düşerek batıya ait ne varsa hepsine düşmanca yaklaşan bir tavra da yüz vermeyişiydi<ı style="mso-bidi-font-style: normal">. “Gerçek entelektüeller en çok, metafizik tutkunun, çıkar gözetmeyen adalet ve hakikat ilkelerinin etkisiyle yozlaşmayı mahkûm ettikleri, zayıfları savundukları, hatalı ya da baskıcı otoriteye meydan okudukları zaman kendileri olurlar.” Diyerek entelektüel vicdanın farkını ortaya koyar.

Ancak günümüzde Said’in hakikaten başka bir şeye yüz vermeyen ve kendi kültürün klişelerinden kendini kurtaramayan evetçi aydınlara yönelik eleştirisi yani bir tür Anarşist vicdan taşıyan hakikat tutkusu, bir başka iktidarın hizmetinde yozlaştırılabiliyor.

Her gerçek entelektüel gibi Said’e İktidar odaklarınca şekillendirilmiş ya da bir tür özsel değişmez kategorilere indirgenmiş doğu ve batı klişelerinden hoşnutsuzdu.

“Kültürler cerrahi müdahalelerle Doğu ve Batı gibi geniş ve çoğunlukla ideolojik karşıtlıklar halinde ayrılamayacak kadar iç içe geçmişlerdir, içerikleri ve tarihleri birbirine bağımlı ve melez bir nitelik sergiler.” Diyerek bu konuda tavrını koyar.

Dahası Oryantalizmden (Doğuculuk) haz etmediği ve burada iktidar ile bilgi arasındaki bağı sergilediği gibi, Batıyı kategorik bir öteki haline getiren Oksidentalizme de (Batıcılık) karşı koydu, son hümanist olarak kültüler arasındaki diyalogu birbiriyle iç içe geçmeyi olumlayan bir tavır içindeydi.

Ancak aynı vicdanla ABD’nin ve Batılı ülkelerin İslam dünyasını terörize eden “öteki”leştirmesine karşı da sert bir muhalefet içindeydi. Yaşasaydı AB ve ABD’de yükselen İslamofobik ırkçılığa da en şiddetli tepkiyi sunardı.

Vicdan ve Adalet

Bu yazının amacı elbette Edward Said ve onun entelektüeline güzellemeler düzmek değil. İslam dünyasından yükselen batı düşmanlığını basitçe Oksidentalizm olarak damgalayan vicdan yoksunu akli yürütmelere itiraz etmek. Nasıl İslamcılığın Batı diye bir kategori üretip genellemeler yapması kabul edilemez ise, ve nasıl İslami doğunun her zaman ve her koşulda mazlum, buna karşılık batının külliyen zalim olduğu söylenemez ise Batıya dönük her itirazda basitçe Oksidentalizm yani Batıcılık diyerek kodlanamaz.

Anlamayı deneyen bir bakıştır Vicdani akıl. Yani neden İslami doğu batıdan nefret eder oldu diyerek bilinçaltındaki öfkeyi anlayabilmek gerekir. Çünkü vicdanla adalet ikizdir. Ayşe Hürün Radikal de çıkan yazısı da bu anlamda ikircikli bir tavrı içeriyor. Yazar son derece doğru bir iz sürerek Oksidentalizmin de tıpkı Orientalizm gibi İslami doğunun ürünü olmadığını belirtiyor.Ardından “Oksidentalizm, genel anlamıyla, Batı tarafından Doğu zorbalığı, şaşaası, acımasızlığı, şehveti, felsefesi, bilgeliği, coğrafyası gibi başlıklara indirgenmiş olan Doğu'nun, Batı'yı sığlığa, çürümüşlüğe, sömürgeciliğe, makineleşmeye, ahlaksızlığa ve inançsızlığa indirgemesinin adıdır. <ı style="mso-bidi-font-style: normal">Evet, yüzlerce yıl süren korkunç sömürgecilik dönemi, CIA'nin kirli planları, ABD ordusunun Irak'taki gibi vahşi müdahaleleri, Wall Street politikaları, dejenere Hollywood filmleri ve daha nicesi Batı düşmanlığını haklı çıkarmaya yeterlidir.” diyerek bir çerçeve çiziyor. Ve son noktada Oksidentalizmin yani batı karşıtlığının asıl kabul edilemez yanına işaret ederek “<ı style="mso-bidi-font-style: normal">Ama oksidentalistlere göre Batı'nın en büyük günahı saf inancın düşmanı olarak zevk ve sefa düşkünü putperestlik. Onlara göre, Batı sekülerleşme adı altında, kutsal olan her şeyin yok edildiği, gücünü barbarlıktan alan 'Yeni Cahiliye' dönemini yaşamakta. Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed için, "Yahudi lobisi tarafından yönetilen Batı uygarlığı kulamparalığa varan bir seks özgürlüğü, erkeklerle erkeklerin, kadınlarla kadınların evlenmesinin, hatta ensestin bile resmen onaylandığı bir çürümüşlük" demekti.” Diyerek ona ölümcül darbeyi indiriyor. Batının tüketim stratejisi olarak arzu politikası ayrı bir yazının konusu olacağından bu iddiaları tartışmayacağım. Ama bu konuda Mahathir Muahmmedin tamamı ile haksız sayılmayacağını da söylemeden edemeyeceğim

Çünkü tüketim kültürünün ayarttığı bedensellik içinde, bugün özgürlük şehvetle özdeş bir hale gelme tehlikesi ile karşı karşıya. Ve batının küreselleştirdiği kültür de büyük oranda bunlar üzerinden yürüyor. Ve pek çok batılı ülkede de ensestin bir bireysel hak olarak kabul edilmesi yönünde çabalar içinde olan özgürlükçüler olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Sonuçta Oksidentalizm diyenler, bu nefreti nelerin beslediğini teslim ederken bu değerlerin savunulası değerler olup olmadığını düşünmek ve <ı style="mso-bidi-font-style: normal">Kant’ın Özgürlük ile ahlak arasında kurduğu bağlantılara dikkat kesilerek her geçen gün daha bir yozlaşan tüketimci ahlak anlayışını sorgulamak durumundalar. O zaman Müslümanların bu değerlerden nefret etme hakları olduğunu da kabul edeceklerdir sanırım.

Ancak zulme dönük ve köklerini Yahudilikten alan adaletperver nefret duygusunun kendini kör bir hınca bırakması da ancak batı karşısında bir eleştirel mesafe yerine külliyen batıdan gelen ne varsa şeytani bir kötülük sayan ve oksidentalizmin şahikalığını yapan Selefilik bu hak teslimini de hak etmiyor. Aliya İzzetbegovic’in İslamı ile Zevahirinin İslam’ının aynı olmadığı ve safını insanların baskının her biçiminden özgürleşmesi yönünde bir etik tutum geliştirmiş herkesin de safının Zevahiri ya da Talibandan çok Begovic’in İslam’ından yana kuracağı da açıktır. Kitle kıyımları ile gözü dönmüş ve nefretten başka bir şeyin yüreğinde gelişmesine izin vermemiş selefi İslamcılık en az nazizm kadar hayatın düşmanı bir hınç ideolojisi.

Ne yazık ki savaşla büyüyen kuşak içinde bu vahşi çiçek açtı. Bu çiçek kendini sıkıştırılmış ve güvensiz hisseden bir grubun köklere dönerek saf bir başlangıç ve kalkışta bulunma çabası ile Vahhabiliğin ABD destekli Yeşil Kuşak projesinin bir ürünü. Ama bu projeye asıl hayat öpücüğünü veren ABD ve İsrail’in ölçüsüz şiddeti oldu. Şimdi ikisi de kendi ektikleri çakır dikenleri tarafından dalanırken şarabını vermek için üzüm gibi ezilmek zorunda kalan doğu da bu faturayı ödüyor. Dolayısıyla Oksidentalizm lafını kullanmadan önce biraz düşünmek ve insanları neyin bu denli hınç dolu bir nefretle kuşanmış hale getirdiğini sorun lütfen. Eğer Vicdan Ahlak ve Adalet gibi değerler size bir şeyler ifade ediyorsa.

 
Toplam blog
: 44
: 809
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Sosyoloji ile ilgili olarak Birikim, Üç Ekoloji, Birgün Gazatesinde çeşitli yazılarım çıktı. Ayrı..