Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '10

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan bilincine yolculuk

İnsan bilincine yolculuk
 

Her yolculuk, bir hedef yaratır. Hedef yolun sonu değildir, yolculuk her adımda hedefi yaratır. Asıl önemli olan aslında yolculuğun kendisidir. Hedefler değişir, hedefler hiçbir zaman yolculuktan ayrı değildir.

Özgürlük, insanın heves etme, araştırma, serüvene çıkma fırsatıdır. Bir kez özgürlük üstlenildiğinde yaşamla dolu olmak, kendini adamak, ilgili olmak kaçınılmazdır. Özgür bir insanın kalıpları, sınırları, koşullanmışlıkları yoktur. O kendini bağlayan zincirlerin farkına vara vara onlardan kurtulmuştur. Önünde uzanan bir ufuk vardır ve onun yolculuğu aslında kalbinin yolculuğudur.

Bu yolculukta âşıklar, ilişkide birbirlerine bağımlı ya da bağımsız olmadıklarında, birbirlerini sömürmenin ya da umursamamanın dışına çıktıklarında, gerçek bir ilişki içinde büyümeye, beslenmeye başlarlar. Bu iki özgür bireyin karşılıklı birleşmesi, kendi olma sorumluluğunu yitirmeden bütünü yaşamalarıdır.

İnsan bir ihtiyaç halindeyken, yoksunluk baş gösterir. Bu sevgi, gerçek bir sevgi değil, bir alışveriş halidir. Karşındakini bir nesneye, hükmedilip sömürülecek birine indirgemektir. Karşındakini kendi bencilliğin, arzuların için kullanmaktır. İnsanların tamamına yakınının yaşadığı budur. Karşısındaki bir süre kullanmak ve sonra sıkılmak... Daima yeni peşinde koşmak ve onu da hızla eskitmek. Hep daha fazlası...

Nasıl daha fazlasını elde edeceğini düşünüp planlar yapmak yerine kendini anlayıp sevdiğinde, ruhunla ve bedeninle iletişim kurduğunda, daha fazla sevgi dolu olduğunda, onun içinden taşmasına izin verdiğinde aydınlanma da izin verirsin. Ne kadar seversen o kadar sevilebilir olursun. Ama sevilmek için sevmeye çalışırsan, bunun için kendini zorlarsan bu sahte olur ve bu sahtelik her zaman anlaşılır.

Ancak özgür ve olgun bir insan verebilir. O zaman sevgi bir bağımlılık değildir, o zaman sevgi ilişkinin gerçek köküdür. İlk ilişki, insanın kendiyle ve tabiatla kurduğu ilişkidir. Ancak sevgi, ilişki değil bir durumdur. O basitçe insanın çiçeklenmesidir. İnsanın kendini sevme, kendini anlama ve bunun keyfini çıkarma durumudur. O zaman insan özgürlük gibi sevginin de kıymetini bilecek, bu güzel armağanı yaşayacak, keyfini çıkartacaktır. Tıpkı bir ağaç gibi... Basitçe büyümeye ve meyve vermeye devam eder. Şarkı söylemek gibi... Keyif içinden taştığı için, bunu yapmayı sevdiğin için, bu seni mutlu ettiği için. Bir seyirciye, dinleyiciye bağlı değil; o basitçe coşkunun ortaya çıkmasına izin vermenle ilgili.

Sevgi her anlamda zengindir, bolluktur. Nehirler basitçe akar ama insanın susuzluğunu gidermesine, toprağını sulamasına, ürün almasına yardımcı olabilir. Nehir, insana yardımcı olmak için akmıyordur ama nehrin neşesinden, akışından insanoğlu coşku duyuyordur, minnettar kalıyordur.

Sevgi insan ruhunu sulayan en verimli nehirdir.

Her insan bu nehirle yıkanabilir. Her insan özgürlükle, sevgiyle aydınlanabilir. Sınırsız potansiyelini gerçekleştirebilmek için doğru ilk adımı atabilir. Bu ana kadar bilinçsiz yaşadığını, farkında olmadan yol aldığını, bugüne dek bir uyurgezer olduğunu anlayabilir. Bu Budalılığa doğru atılmış bir adımdır.

Bilinçli olmak, insanı kendini tanımaya, rüyadan uyanıp farkında olmaya taşır. İnsanın esas yolculuğu kendi bilincine doğru yaptığı yolculuktur. Yegâne yol, çetin de olsa, zor da olsa, bilincin doğuşudur. Hayatı tesadüflere, kaderin eline bırakmak, sorumluluğu başkalarına vermek, başkalarını suçlamak son derece kolaydır.

Suçlamak bir zekâ gerektirmez, bir cesaret, bir sorumluluk gerektirmez. Zaten çoğu kişinin yaptığı budur, hemen bir başkasını suçlamak, sorumlu olarak amirini, eşini, devleti görmek. Kendi olma cesareti gösteren, bu sorumluluğu alan insan, her tercihinin, her eyleminin ve sözünün farkında olmaya başlar. Tüm sorumluluğu kendi omuzlarına aldığında, duruşu dikleşir. Bundan muazzam bir heyecan, bir yaşama coşkusu doğar.

Güneş her gün bizi mutsuz eden şeylerin farkına varıp ortadan kaldırmamız için doğar. Güneş insanoğluna her gün yeni bir fırsat sunar. Bu sorumluluğu bu riski almak, her anlamda varoluş potansiyelini gerçekleştirmek, yaşamak demektir. Sorumlu olmak özgürleşmenin başlangıcıdır.

Türkçedeki “sorumluluk” sözcüğü, kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, mesuliyeti yüklenmek demektir. Sorumluluk, “görev bilinci”nin ötesidir. Görev bilinci iyidir, olması gerekir ancak yeterli değildir. O senin hayata yanıt verme, kendini tanıma ve olduğun gibi kendini kabullenme halidir. Ancak ondan sonra potansiyellerinin farkına varabilir ve büyüyüp gelişebilirsin.

Sen sadece uyanıksan, bir uyurgezer değilsen yanıt verebilirsin. Öteki türlü verdiğin her şey bir tepkidir. Tepki geçmişten, koşullanmadan, hırslardan gelir. Şayet uyanıksan, farkındaysan duyuların sana varoluşun coşkusunu taşır. Tetikte olursun, dikkatlisindir. Mümkün olduğunca farkındalıkla hareket edersin.

Yemeğini yerken her lokmanın, her yudumun tadını çıkarman demektir. Sadece yemek yemen demektir. Sokakta yürürken sokağı geçmek değil, sokakla beraber ilerlemen, ağaçları, çiçeklerin kokusunu fark etmen demektir. Varoluşun bu halinden mutlu olmandır.

Varoluş mekanik değildir, statik, durağan değildir. O her dem tazedir ve yenidir. Bir uyurgezer gibi değil, tam bir farkındalıkla hareket ettiğinde varoluşun bu yeniliği, tazeliği, ferahlığı içine dolar.

“Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez.” Bir süre sonra doğan güneşin içine doğduğunu, seni aydınlattığını, içinin de aydınlandığını fark edersin. Bu aydınlık yolunu da aydınlatır. Artık yolculuğun bilinçle ilerlemektedir, fark etmektesindir. Bir çiçeğin bambaşka rengini, bir çocuğun gözlerinin ışığını, bir rüzgârın çıkardığı sesi... Yediğin yemeği, içtiğin suyu, yürüdüğün anı, konuşmanı...

Bütün bu küçük farkındalıklar, bu küçük parçalar seni bütüne götürür, birliği yüreğinde hissetmeye başlarsın. Bırak insanlar bunun bir ütopya, bir hayal olduğu düşünedursun; sen varoluşun keyfini çıkar, kendin olmanın verdiği coşkuyu yaşa.

Onlar tohum olarak kalabilirler, bu onların sorunu. Sen kendinden sorumlusun, sen artık sorumluluğu omuzlarına aldın, her berrak eyleminde biraz daha şeffaflaştığını, kendine ve varoluşa biraz daha yaklaştığını anlarsın. Artık uyuyan tohum uyanmış, çatlamış, toprağı delmiştir. Artık çiçeklenme zamanıdır. Artık yağmura, bir yabancı ele, soğuğa ve sıcağa karşı riski almışsındır; bu riski almadan kendin olamazsın.

Gerçek bir dünyada çocuklar bu riski aldığı, özgürleştikleri için desteklenecekler. Âşıklar bu riski almaları için birbirlerini destekleyecekler. O zaman öyle bir gün gelecek ki, dünyada ebeveynler çocuklara kurallar sıralamak yerine deneyimlerini paylaşacaklar, onları zorlamayacaklar, onları serbest kılacaklar. Kendi olma sorumluluğunu nasıl alabileceklerinin yolunu gösterecekler. Eşler birbirlerine derinden bir saygı ve şefkat duyacaklar, birbirlerinin özgürleşmeleri için yardımcı olacaklar. İşte o zaman ebeveyn çocuğundan, eşler birbirinden, öğretmen öğrencisinden öğrenmeye başlayacak.

Öğretmenin gerçek anlamı da bulur, öğrenen insan. Bildiğini düşündüğün anda bilgi senden çekilir, sen artık bildiğini düşündüğün an donarsın. Bir su birikintisinde çürümeye başlarsın ve yaşam nehri sürekli yenilenerek yanından akıp geçer. Öğrenmeye sürekli açık olmak, yeni açık olmak, deneyimlemek, kişiyi özgür kılar. Bu tercihlerin sorumluluğu bilinci sürekli olarak tetikte tutar, uyanık kılar, bilincini besler.

Küçük eylemler büyük sonuçlar doğurur. Berraklık arttıkça, bu berraklık her eylemine yansıdıkça, içindeki aydınlanma o denli muazzam, o denli görkemli olur. Öyle bir an gelir ki, artık eylem ile farkındalık birbirine karışmıştır. Nirvana’ya ulaşmışsındır. Büyük bir kutlama ve rahmet anıdır, büyük bir rahatlamadır, kendi bilincine yaptığın yolculuk sona ermiştir. Artık kişi istese bile farkındalığı elden bırakması mümkün değildir.

İnsanlar aydınlanan kişiyi hep yadsımış, onu çarmıha germek, onu zehirlemek, yok etmek içinden elinden geleni yapmıştır. Çünkü aydınlanmış bir insan, diğerlerine ne kadar altta, ne kadar uyurgezer yaşadıklarını anımsatır. İnsanın bu uzun serüveninde nadiren biri çiçek açmıştır, nadiren biri aydınlamıştır ama yüz binler, milyonlar içinde bir kişinin çiçek açması bir istisnadır.

Kalabalık ona katlanamaz, çünkü o kalabalığa uyanmaları, potansiyellerinin farkına varmaları için sürekli bir hatırlatmadır. Aydınlanan kişi o toplum, o kalabalık için bir utanç haline döner. İnsana sürekli daha bilinçli, daha sevgi ve coşku dolu, daha yaratıcı olmak için bir anıt, bir çağrıdır. İnsan için bu yola koyulmak, bu yolculuğa çıkmaktansa yok etmek, eskiye, geleneklere, koşullanmışlıklara, kendini bağlayan zincirlere yapışmak daha kolaydır.

Yüzyıllar geçiyor ve insan giderek bilinçleneceğine dünyayı hızla tüketmek ve yok etmek için ilerliyor. Dünyaya bir katkısı yok, varlığı bir çiçeklenme değil, bir şefkat ve neşe uyandırmıyor. Tüm öfkesini, kıskançlığını, korkusunu, rekabetini, hırsını dünyadan ve birbirinden çıkarıyor. Birbirini ezip yok ederek daha mutlu olmuyor, içten bunun yanlış olduğunu biliyor ama devam ediyor, sistemin ona vaat ettiği ödülü alacağını düşünüyor.

İnsana kendi bilinci, kendi olma sorumluluğunu alma dışında bir ödül yoktur. Dünyanın ve insanın bu kadar acı içinde olması, bu kadar doyumsuz olması, içsel olarak fakir, adeta bir dilenci olmasından kaynaklanır. Bu onu dinlere, geleneklere yönlendirmiş ama sonuç daha büyük savaşlar, daha çok kan olmuştur.

Dünyayı bir kan gölüne çeviren, insanoğlunun elinden insanlığı alan da bu sözde sevgi dinleri, bu sözde gelenekler olmuştur. Bilincinin farkına varmak, sorumluluğu almak yerine yaşamın ve kendinin sorumluluğunu Allah’a, kadere, eski insana ve onun bıraktığı çirkinliğe, çoktan çürümüş fikirlerine, batıl inançlarına bırakmıştır.

Her insan için, neredeyse doğası haline gelmeye başlamış olan bu olamayıştan kurtulmak zordur. Bu farkına varamayıştan mutlu ve rahat oluşu, korkusu, onun ilerlemesine en büyük engeldir. İnsan gönlü yerine zihnin yolunu tercih ettiğinde, sürekli araçları kullanır ve bir süre sonra her şey bir araç halini alır. Bir süre sonra kendini bu araçlardan bağımsız düşünemez, bu rahatlıktan, geçmişten, koşullandırmalardan ayrı düşünemez. Bu nedenle ruhlarını kendi başlarına işleyip kurtulan ve özgürlüğe kavuşan insan sayısı çok azdır.

“Halk aydınlanması” diye bir şey yoktur, bu düpedüz yalandır. Tek tek bireylerin aydınlandığı ortak koşullar, ortak zamanlar olmuştur ancak bunlar hiçbir zaman herkesi kapsamaz. Her birey bunun için çaba sarf ettiğinde, her insan kendi yolunu özgürce çizebildiğinde, buna destek verilip ödüllendirildiğinde, etrafında kendi olma sorumluluğunu almış, özgürleşmiş, sevgi dolu bireylerle buluşur.

Olgunlaşmamış insanlar olgunlaşmamış kişilerle buluşurken; olgunlaşmış, özgürleşmiş bireyler de diğer özgür bireylerle buluşur.

Esas yolcu, kendini geçmiş koşullanmalardan, psikolojik hafızadan, korku, öfke ve nefretten, ön yargıdan, bütün bu çöplerden kurtarırsa hafifler ve rahatlar. O zaman yeniyi kucaklamaya, riski almaya hazırdır.

Mevlânâ’nın da dediği gibi sen çiçek olup açtığında, kendine ve hayata gülümsediğin de, sana toprak olacak, seni başının üstünde taşıyacak çok olur. Tüm varoluş içinde çiçeklenir, o zaman yaşamak yaşamak olur ve bundan büyük bir minnet, şükran, coşku duyarsın.

O zaman yol da yolculuk da sen olursun. Yol sonsuzdur, ev ise sensin. Aslında gittiğin her yol kendi evine, kendi gökyüzüne yaptığın bir yolculuktur.

Çünkü sen güzelleştiğinde dünya da güzelleşir. Sen özgürleşirsen dünya da özgürleşir.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..