Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '15

 
Kategori
Deneme
 

İnsan bilincinin toplumsal bellekle sınavı

İnsan bilincinin toplumsal bellekle sınavı
 

İNSAN BİLİİNSAN BİLİNCİNİN TOPLUMSAL BELLEKLE SINAVI


Son bir kaç gündür kimsenin tadı tuzu yok. Yüreğimiz günlerdir gencecik bir kızın korkunç ölümüyle sarsılmış, örselenmiş durumda. Bu vahşet, insanlığın saklı belleğine, insan olmayanların kocaman ayıbıyla birlikte çoktan yerleşti bile. Günlerdir hep birlikte hiddetleniyoruz, kâh ana ve babasının yerine geçiyoruz, kâh kızlarımızı düşünüyoruz, kâh oğullarımızı yetiştirirken nerede hata yaptık diyoruz? Caniyi kendi adalet terazimizde infaz ediyoruz. Geçmişten buna benzer olayları bulup çıkarıyoruz. İnsan onurunu, yaşama hakkını, kadın olmanın zorluklarını konuşuyor; tek yürek, tek vücut yanıyoruz. 
 
Yaşama hakkı cinsiyeti nedeniyle elinden alınan gencecik Özgecan'ı bir süre sonra adlarını anımsamakta zorluk çektiğimiz, kocası tarafından dövülerek öldürülen kadını, tecavüz edilerek öldürülen genç öğretmeni, tren yolunda öldürülen fotoğrafçı turist kadını, çocuk denilecek yaşta birkaç büyükbaş hayvan karşılığında dedesi yaşında erkekle evlendirilen, kaçıp döndüğünde töre cinayetine kurban olan çocuk gelini unuttuğumuz gibi bunu da unutacağız elbette. Balık hafızalarımız yinelenen toplumsal vahşetin son bir kaç halkasını anımsayıp kısa bir vicdan muhasebesi yaptıktan sonra unutmanın düşünmemek olduğunu varsayarak derinlere itecek bu olayı da diğerleri gibi. Sorgulamadan  ve yüzleşmeden hep birlikte gündelik yaşamlarımıza döneceğiz. Bu ve buna benzer başka bir olayla karşılaşana değin ninelerimizden öğrenip çocuklarımıza aktardığımız ağıtlarla, ninnilerle birlikte uyutacağız. Uyudukça büyüyecek, farkında bile olmayacağız. 
 
Bu noktada uyanmak, uyandırmak gerekiyor. İnsanlık tarihine baktığımızda tarih öncesi çağlardan başlayarak insanlığın on binlerce yıl anaerkil toplum düzeninde yaşadığını görüyoruz. Bu düzende toplum barışçıldı. Kadın, doğuran, üreten, besleyendi. Yaratıcıydı, bilge ve saygıdeğerdi. Yaratma gücüne sahip olduğundan yaşam enerjisi demekti. Sevgi ve saygı görürdü. Duru görüsü açıktı. Kadın ve erkeğin yalnızca yaradılışları gereği farklı özellikleri vardı. Erkek, avlanır, korur, gözetirdi. Fiziksel gücünü, cesaretini görevlerini yerine getirirken kullanırdı. Kadın ve erkek insan olarak eşitti. Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Tanrıları adlı yapıtında, tanrıların anası olarak Ana Tanrıça Kibele'den şöyle söz eder : "İlk insanlarda Tanrılar, insanların kişileştirilmiş istekleriydi. İnsanların istekleri ise açlıktan ölmemek, toprağın verimli olması...idi. İşte bundan dolayı Kibele yeryüzü tanrıçası idi."  Anlaşılacağı üzere kadının değerli olduğu bir düzenden nasıl olduysa oldu, insanlık tarihinin son beş bin yılında ataerkil düzene geçildi. Zamanla erkek egemen özellikler baskın hale geldi. Anaerkil toplum bilinci ,ataerkile dönüştü. Bilge kadınlar yakıldı, öldürüldü, tecavüz edildi. Cadılıkla suçlandı, lanetlendi. Kız çocuğu doğuran kadınların dünyası başına yıkıldı, terkedildi. Kadının değersizleşme süreci başladı. Kadınlar köleleştirildi, ticari meta haline geldi. Yeryüzü savaşlarla, kanla, ölümlerle, zulümlerle tanıştı. 
 
Yaşanan son olay gösteriyor ki; günümüzde de durum pek parlak değil. Kadınların giyim kuşamıyla, hangi saatte dışarı çıkıp çıkamayacağıyla, okuyup okumayacağıyla, eşini seçip seçemeyeceğiyle uğraşan ilkel zihniyet, yaşananların bedelini hep birlikte ödeyeceğimizi göz ardı ederek suçu allayıp pulluyor, yaftayı yine kadının boynuna asıyor. 
 
Anne Moir ve David Jessel'in kadın erkek farklılıkları hakkında bir tv programı üzerinde çalışırlarken oluşturdukları yapıt "Beynimizdeki Cinsellik", kadın ve erkek davranışlarının farklılıklarını ortaya koyarken bir gerçeği göz önüne seriyor. İnsan türünün ortak üyesi olma bakımından kadın ve erkeklerin eşit olduğuna vurgu yapıyor. "Cinsellik beynimizde başlıyor, doğmamış bebek, döllenmeden ancak altı, yedi hafta sonra kararını verir ve ondan sonra beyin erkek ya da dişi dokusunu alır. Ne olduğumuzu, belirleyen yüreğimiz değil beynimizdir. Dolayısıyla hormonlarımızdır." Anlıyoruz ki her birimiz ana rahmine erkek veya dişi olarak değil önce insan olarak düşüyoruz. Ortak noktamız bu. İnsan soyunun onurlu yolculuğunda birimiz diğerine üstün değiliz. Yanısıra farklı olduğumuz da yadsınamaz bir gerçek. Üstelik bu da yaşamın devamı için gerekli. Zaten farklılıklarımız değil midir yaşamı anlamlı kılan ve birbirini tamamlayan?  
 
Cinsiyetimizin özelliklerini ortaya koyarken tekil olmanın ötesinde olanı da önemsemek gerekiyor. Yaşadıklarımız, yaşattıklarımız yalnızca kendi bilincimizi etkilemekle kalmıyor. Analitik Psikoloji'nin babası Carl Jung, tüm insanlığın ortak bir bilinçaltı olduğunu, ulusların da kendi tarihsel geçmişinden gelen kendine has kolektif bilinçaltının varlığını ve bazı kavramların, acıların, savaşların, zulümlerin de kolektif bilinçaltı yolu ile kuşaktan kuşağa aktarıldığını söyler. Bu görüşe göre her birey attığı adımın; her anne, her baba, her öğretmen, insan yetiştirmenin sorumluluğunun yarattığı eylemlerinin sonuçlarını bir kez daha düşünmelidir, derim. Siz ne dersiniz?
 
ESRA KARA  17.02. 2015- istanbul
 
 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..