Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

15 Mayıs '07

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan çıkmazı

İnsan çıkmazı
 

Nedendir pek bilmiyorum. Yaşamım akıp geçerken; bazen içinden, bazen kıyısından, bazen kalabalığa verilende, bazen kendimden uzak kendimde, bazen de şimdiki bencileyin; sevemedim benzetilmeleri. Benzer yaşamların içinde babamla benzeşirdik ama o benden daha yüce bir disiplinerdi. Herkes bakar kopan çığa tepeden üzerimize doğru gelirken yavaşça ve herkes aynı sözlerde veya bildik anlatımlarındayken, merak ederim; "toprak mı hızlı kayar, yoksa kar mı?

Aynı çığın altında kalmayı severim herkesle. Ama aynı acıyı sevmem herkesle. Aynı "aşk" adındaki dehlizlerde dolaşırken geçmişte, kimse benim kadar uzatmazdı belki de buhranlı acıları. "Elinde çiçek, yağmur altında bir salak olabilmeyi" sevmesem de kaçmazdım da hani. Yüklendikçe "aklım" kızardı, ama hep sahip çıktı yine de bana. "Vefa" kelimesi aşka en uzak kelimedir oysa. Ne vefası, savaş sürüyor her iki cephede, kuralları yok! Derini var bu işin, girersin, uyandığında geçen ayları sayarsın; bir de nekadarı aklında kalmadıysa..

Evet, ne kadarı aklında kalmadıysa ve ne kadar çok şeyler yaşatmışsa sana; o kadar çok derinlere inip çıkmışsın, üstelik bir de gökyüzü...Ne kadar çok şeyler aklında kalmadıysa, unutma ilacıyla yıkamıştır beynin hafıza bölgesini.

Gündem ve ..lerle ilgili birkaç düşünce kovalamak için girdimdi söze. Hani severim ya, "beni kategorize etmeyiniz lütfen!" hesabından, uçuşan birşey yok; dervişin fikrindeyim, ırmak misali daha fazla toprak sulamak, can vermek bir çiçeğe; arılar için. Bakın "kaybolmuşlar" diye bir haber vardı arılar Amerika'da. Bir penguen binlerce mil yüzmüş sırf evindeki "dostları"nı görebilmek için bu arada.

İnsan..."derdimiz ne ola ki insanla" demeyin, çok doğru söyleseniz de, başımıza dert edeli çoook uzun yıllar oldu şu "insan" denen ikircikli yaratığı.

Küçüğüm, atom bombasını merak ederim, bilim teknik dergisi düzenli evimizde, yaşım sekiz falan, yazmakta "atomun parçalanmasından çıkan enerjiymiş" atom bombası. Aldım elime çekici, vuruyorum taşa, ee taşta da var atom ya, ucundan denk gelirse patlatacağım, tabi kısa sürdü, çekiç taş işi. "Sonsuzda tamlanır, tümlenir"e hiçbir zaman inanmadım: Bak, en küçüklerden biri dediğin atom, göremediğin, parçalanınca ortaya çıkan enerji partikülleri ve derinliği...Varmıy "mış" küçüğün sınırı?. Ya büyüğün? Zamanın ilaç olduğuna inat kırılan bir kalbi ya hiç sonsuza kadar onaramazsanız? Onardığında eskisi gibi olacak mıdır? ana yüreği dışında. Sonsuz zaman sonra aynı mı olacaksınız?
"Sonsuzda tümleşir" sözüne inanmamaya devam edeceğim.
Düşünce sistemlerinin de sonlu olabileceğine inanmadığım gibi.

İşte o yüzden her insanın farklı bir inanç sistemi olacaktır. Farklı açıdan bir objeyi tanımlayacak, bize dar gelen bir fikir, .."daş"lar bularak çoğalsa bile, herbiri farklı olacaktır temelde. İlkokul çocuklarının bir objeyi resimleştirmeleri gibi.

İçimizdeki, genlerimizdeki farklılıklar bir tarafa, ilk rezervuar nefesi akciğerin elastikiyeti için depolayıp ölünceye kadar o havayı taşırken bedenimiz, herbirimizin farklı bir havası akciğerimizin içinde. Belki de burçların oluşumuna destek vermekte bu durum, kim bilir...

Biz yine konumuza dönelim.
"Koyun kurdula gezerdi fikir başka başka olmasa" dediğinde Veysel, insanın "gezebildiğini" ve bunu başarabildiğini söylemiş. İnsan sırf bu yünden "insan" olarak ödüllendirilmiş olabilir. Bir de zalimlikleri olmasa..

"Felsefeci filozoflar" binlerce yıldır sıraya dizilemişler, biri diğerinden fazlasını yakalama telaşında. Başardıkları "bir uzaktan kumanda" bir de matematik söylemlerimden çıkan "düz yüzeyli yaşam" gerçeği: Sıkıntı vermeden gel dünyaya, sıkıntı vermeden git dünyadan. Sorun çıkarmadan kalabalık gruplar oluşturun, sırayı bozmayın, aynı kategorilerden hoşlanın, yazın, çizin, bağırın ama aynı renklerde dolaşın, aynı havayı soluyun, aynı derede ayaklarınızı yıkayın ıslanmasın paçanız. Özlemleri, sevinçleri ve kederleri benzerken karşılarına "aşk" çıkınca tökezleyen insan. Beyaz sakallı, koca göbekli filozoflar ne bilsindi aşkı. Veya sıyrılmış beyninde kızgın tonların içinde ışık arayan pos bıyıklı yandaşları, ne bilsindi ki aşkı? Çözülemedi kaldı o yüzden, biri çözse, yatsa akla, ohh herkes kurtulacak bu tanımsız işten. Şimdi vur kelimeleri diğerine, sallansın kopardığın elma dalına astığın bedenin.

Doğu toplumu yaşama karşı avcı olmayı sevmez, avlanılmayı sever. Bulunmayı ümid ederken her konuda, özlem duyar herbirşeye. Alışmıştır aslında şimdiki zamanda olmamaya. Ya gelecektedir, geleceği yokken; ya da geçmişte gezinir durmadan daha iyi olduğu günlere. İnsan, sanıyorum korkak gelmekte dünyaya. Ama o kadar da cahil olmalı ki avazı çıktığı gibi bağırarak "ben burdayım" demekte. Ruhların taşınması-gezinmesi eğer doğruysa, her bebek filozof doğmalı veya sonradan anımsamalı kaptan yalayarak yemek yenmeyeceğini. "Aman, çocuk işte" deriz geçeriz nedense çoğu zaman. "Aman, çocuk işte"; tam bir bağışlama sözüdür. "Aman çocuk işte"nin bitimine kadar özgürsün.

Geleceğin geçeği yoktur demiştim; "yaşanmamış yaşanacakların" nesi gerçek olur ki? Az sonra perona girecek otobüsten indiğinde gerçek geçmişte kalabilir örneğin. Yakınınızı acılar içinde ölüme gönderirken gelecekte olmayacak, kurgulanarak anımsanacak yaşlı hali, ama gerçek geçmişten seslenecek kalanlara. Halbuki doğum sürekli olacak, aynı yüzleri bir sonraki gün gördüğünüzde yeniden doğmuş olacaklar, taki ilk kelimleri ağızlarından döküldüğü ana dek...

İnsan dışındaki tüm varlıklar hergün yeniden doğacaklar, ölüme yaklaşırken bile hergün yeniden doğmak; doğanın sırrı.

Gelelim insan sırlarına.

Çevrenizde görmüş olmalısınız, işleri hep tıkırında tipleri. Nedir derseniz sırları, derimki; yüzeyde kalmak.

Yüzeysel, düz...yüzeysel her cisim suda batmadan yüzer. Ama ışık kırılarak suya batar.

Sır: Kafa kurcalayan soruların yanıtları geleneksel tavırlardadır; önüne çıkan büyük sorulara bakmadan geçme, aşağılık sözler mutlaka bir arkasındakine söylendiğinden başını öne eğerek-mümkünse önünü ilikleyerek- geçme, gurplamalara yüzde yüz katılma ve onaylama, hedefin içinde kan, gözyaşı ve ahlak dışılık olsa bile sonuçlarındaki refaha herkesin tapınmasındaki onayı kabullenme; kısaca herşeyin kendisi için var olduğuna inanmasında. Hatta Tanrı bile onun için vardır, çünkü ona göre cennete gidip bu şaşalı yaşamı daha da renklendirmek için bilinen kulak dolması taklitleri düşünmeden uyguladıktan sonra kesin olarak kapılar açılacaktır.

Oh ne güzel! Peki derdimiz ne bizim burada? Kendimizi paralarcasına, kelimeleri koşturup dururuz engin denizlerde, arenada, uçsuz bucaksız yeşil çimlerde, uzayın karanlığında, gökyüzünde, karanlık bir odada, kalabalık sokaklarda, köy yollarında, ruhumuzun karmaşık girdaplarında? Sahi derdimiz ne bizim?

100 başlıkta entel, 50 başlıkta sevgi, 25 başlıkta hakimiyet, 10 başıkta insan, 5 başlıkta yönetim, 3 başlıkta dostluk, 1 başlıkta yanlızlık.

Sahi bu yazı sizin karşınıza hangi kategoride çıkmalıydı? başlığı belli ama...

sağlıcakla..

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..