Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

İnsan Hakları Günü İnsanlık Trajedisi

İnsan Hakları Günü İnsanlık Trajedisi
 

Hepimizin kendimize göre gerçekleşmesini istediği belli başlı amaçları ve hayalleri vardır. Onlara kavuştuğumuz zaman daha çok mutlu olacağımızı düşünürüz. Bu yüzden zarar görecek, mutsuz olacak kimse var mıdır, yok mudur, düşünmeyiz bile...

Kişisel amaçlarımıza ulaşırken, belki bazı insanlara farkında olmadan, ufak tefek zararlar verebiliriz. Bunlar elbette duygusal anlamda olabilir. Yoksa bizim yüzümüzden somut bir zarar görenler, yargı yoluyla haklarını arayabilirler.

Ticari bir kuruluşun başına geçen yönetici, o şirketi kâra geçirmek için kendi yöntemleriyle birtakım yenilikler, atılımlar yapar. Böylece kendini de ispatlamış, başarı kazanmış olur. Bu ona hem manevi bir doygunluk verir, hem de gelir düzeyini yükselten bir sonuç getirir. Bu sırada yine bazı kişiler tek tük maddi manevi zarar görebilirler. Bunlar yine yargı yoluyla telafi edilebilir.

Daha büyük kitleleri ilgilendiren kuruluşların başına geçenler, verdikleri kararlar, yaptıkları işler ve uyguladıkları metotlarla, sayıca çok daha fazla insana hesap edilemeyecek kadar zarar verebilirler. Bununla ilgili bir telafi sistemi ise yoktur.

İşte günün en önemli haberlerinden birini teşkil eden YÖK başkanlığına yapılan atama, bana bunları hatırlattı. Genel hatlarıyla YÖK’ün görevi nedir?

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun amacı, söz konusu kanunun birinci maddesinde "yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek ve bütün yükseköğretim kurumlarının ve üst kuruluşlarının teşkilatlanma, işleyiş, görev, yetki ve sorumlulukları ile eğitim-öğretim, araştırma, yayım, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer personel ile ilgili esasları bir bütünlük içinde düzenlemek" seklinde ifade edilmektedir.

Bugün YÖK denince aklımıza, dünya çapında bir üniversitemiz, uluslar arası bilimsel kuruluşlarda söz sahibi bir bilim adamımız, rakipleriyle boy ölçüşebilecek, eğitim standartları yüksek öğrencilerimiz gelmiyor.

YÖK’ün bugüne kadar canla başla savunabildiği ve başarılı olduğu neredeyse tek alan, türbanlı kızların üniversiteye alınmamasıdır. Bu yüzden binlerce kızımız okumaktan vazgeçmek zorunda kalmış, binlercesi de türbanın üstüne peruk takarak veya ucube görünüşlü kasketler, şapkalar geçirerek, doğal hayattan, toplum yaşantısından kopuk, iki yüzlü, riyakâr, kendi kişiliğini bile tam anlayamayan garip yaratıklar haline dönüşmüşlerdir.

Şimdi ben yukarıdaki amaçla, YÖK’ün bu yaptıkları arasındaki bağlantıyı çözmeye çalışıyorum ve kendi kendime soruyorum: YÖK’ün bu yaptığıyla ülkemiz ne kazanmıştır? Kaybettiklerimizi saymak istemiyorum. Yeter ki kazandığımız bir şey olsun…

Eğer bu sayede laikliğin korunduğu gibi bir sonuçtan bahsedilecekse, son zamanlarda yayınlanan araştırmaların sonuçları bunu yalanlamaktadır. İddiaya göre türban takanlar azalmamış, tam tersine daha da artmıştır. Başarı eğer onların sadece üniversiteye girememiş olmalarıysa, burada şapkamızı önümüze alıp biraz düşünmemiz gerekmez mi?

Bu ne kültürel hayatımız, ne sosyal hayatımız, ne dini hayatımız, ne de medeni hayatımız açısından herhangi bir gelişmeye imkân vermiyor. Sadece toplum olarak geriliyoruz, insanlar arasında ayrılıklar oluşuyor, saflar belirginleşiyor, hatlar keskinleşiyor. Bundan topluma bir fayda gelmesi umulmuyor herhalde…

YÖK’ün bugüne kadarki uygulamalarının memleketimize ve milletimize kazandırdıklarının ve kaybettirdiklerinin muhasebesi iyi yapılıp bu dönemde bunun telafisi sağlanmalıdır diye düşünüyorum. Yeni başkan belki böyle bir ortamın sağlanması için ayağımıza gelen bir fırsattır.

Öte yandan başka gerekçelerle YÖK’e karşı çıkan kesimlerin sayısı da az değildir. Sayın Teziç’in son dakikaya kadar ısrarla ve inatla savunduğu, kılına dokundurmadığı YÖK için, giderayak cumhurbaşkanına sunduğu raporda, tam tersine bir görüşü savunması, yepyeni bir sistemle, bütün öğretim kurumlarını içine alan örgütten söz etmesi de manidardır.

Ben yeni dönemin bu anlamda geçmiş tecrübelerin ışığı altında çok daha verimli işler yapmasını bekliyorum. Henüz göreve başlamadan yeni YÖK başkanı aleyhinde bir kulp bulamayanların, bir araştırma şirketiyle bağlantı kurmasına da sadece gülüyorum.

Eğer bu araştırma şirketi görevini tam yaptıysa, doğru bir sonuç ortaya koyduysa, kamuoyundaki beklentilerin aksine, doğru bilgiye ulaşmış olması açısından başarılı bir iş yapmıştır ki, takdir edilecek bir durumdur.

Eğer söylemek istenen şuysa, yani gerçek dışı bir tespitle, “cumhurbaşkanı adayı olarak ben seni seçeyim, sen de beni YÖK başkanı yap” gibi basit bir hesap varsa ve bu usulen yapılmış araştırma sonucunda, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, araştırmayı yapan şirketteki bir profesör de YÖK başkanı olabiliyorsa, ona da helâl olsun demekten başka ne söylenebilir?

Keşke artık bu kadar gülünç şeyleri gerçekmiş gibi göstermeyi artık bıraksak, bu basitliklerden birazcık utansak…

Milliyet gazetesi haberi “YÖK’e Sürpriz Atama” manşetiyle verdi. Açıklamasında da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Teziç’ten boşalan YÖK başkanlığına İslam konusunda çalışmalarıyla tanınan Sosyoloji profesörü Yusuf Ziya Özcan’ı atadı, dedi.

Sabah gazetesinin manşeti “Yasağa Hayır Diyen Başkan” şeklindeydi. Üniversitede türban serbest olursa demokrasi olur, görüşünü savunan Prof. Özcan YÖK’e başkan oldu, deniyordu.

Cumhuriyet gazetesi, “Gül’e Yakın Başkan” manşetiyle verdiği haberde, YÖK’e türban yasağına karşı olan Özcan'ın atandığını yazıyordu.

Posta gazetesi “Gül’ün Tercihi Bu” diyerek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, YÖK’e sürpriz bir isim atadığını, türban yasağına karşı olan ve İslam konusundaki çalışmalarıyla tanınan Özcan’ın, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Abdullah Gül adını ortaya atan Pollmark şirketinin de kurucusu olduğunu anlatıyordu.

Güneş gazetesi “Türbana Yasak YÖK” diyerek verdi haberi.

*****

Gazetelerde manşette yer alan bir diğer haber, insan tacirlerinin Avrupa umuduyla tekneye bindirdiği 85 göçmenin yolculuğunun Ege’nin soğuk sularında sona ermesiyle ilgiliydi.

Daha önce defalarca tekrarlanan bu trajedi, nedense insanların bundan vazgeçmesine sebep olamıyor. Yaşamakla ölmek arasındaki tercih gibi bir şey… Bu kadar çekilmez hale gelen bir hayat için doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Sadece halimize şükretmek geliyor aklıma.

Hürriyet gazetesi “İnsan Hakları Günü Trajedisi” manşetiyle haberi verirken olayın İnsan Hakları Günü’nde meydana gelmesine dikkat çekmiş. Radikal ve Yeni Şafak gazeteleri iki aynı kelimeden oluşan manşetle vermişler haberi: “Göçmen Faciası”… Kaza bugüne kadar Türkiye’deki faciaların en ölümlüsü. 43 kişinin cesedinin bulunduğu faciada sadece 6 kişinin yüzerek karaya çıktığı belirtiliyor.

Sabah gazetesi de haberi "İnsanlık Suçu" olarak nitelerken, Türkiye gazetesi haberi “Ceset Denizi” başlığıyla vermiş.

*****

Zaman gazetesi, hükümetin güvenlik güçleriyle birlikte yürüttüğü dağdaki teröristlerin eve dönmesi için aileleri ikna çalışmasının olumlu sonuç verdiğini belirterek projenin faydalı olacağını “Aileler Devreye Girdi Bir Yılda 155 PKK’lı Baba Ocağına Döndü” başlığıyla haber yapmış.

Polisin 15 ilde dağdakilerin ana babalarıyla görüşerek 155’ini ikna etmesi ve 38 teröristin de pişmanım diye teslim olmasını Bugün gazetesi “İkna Timi” manşetiyle vermiş.

*****


Gazetelerin ikinci derecedeki manşetlerinden önemli bazıları da şunlar:

Hürriyet gazetesi: “En Acı Ders” Isparta Eğirdir Dağ Komando Okulu subay ve astsubaylarının eğitim tatbikatında bir üsteğmen şehit oldu.


Yeni Şafak gazetesi: "Karakutu Skandalı" Isparta'da düşen Atlasjet uçağının incelenmek üzere Almanya'ya gönderilen iki karakutusu da boş çıktı.

*****

Diğer gazetelerin manşetleri de şöyle:

Takvim gazetesi, 32 yıllık rüyanın gerçekleşeceğini Sarıçay’la Kilitbahir arasına kurulacak bir köprü yapılacağını “Çanakkale Geçilecek” manşetiyle vermiş.

Star gazetesinde Citibank’ın Türkiye’deki müşterilerinden ABD’nin ambargo uyguladığı ülkelerle ticaret yaparsanız hesaplarınız bloke edilebilir diye sözleşme istediğini belirtiyor ve haberi “Ambargo Hesapları” başlığıyla veriyor.

Vatan gazetesi Cumhurbaşkanıyla başbakanın aynı uçağa binmeyerek ayrı ayrı İstanbul’dan Ankara’ya gitmesini “Uçak Düşerse Tedbiri” manşetiyle haber yapmış.

Taraf gazetesinde "can güvenliğimi sağlayın, Malatya katliamını anlatayım" diyen ülkücü hükümlü Metin Doğan’ın korkusu manşet yapılmış: “Beni Öldürecekler”

*****

Spor gazetelerine gelince:

Bugün Beşiktaş Şampiyonlar Ligi’nde son kozunu oynuyor. Gruptaki puan durumu her türlü sonuca müsait. Bakalım siyah beyazlılar bu fırsatı kullanabilecekler mi?

Fanatik gazetesi Beşiktaş’ın kader ânını “Olmak, ya da Olmamak” manşetiyle vermiş.

Fotomaç gazetesi “Yeni Tuncay” ve Fotospor gazetesi ” Tomasson” manşetleriyle Fener’in yeni bir transferinden bahsediyorlar.

Bugünlük de bu kadar. Yarın yeniden birlikte olabilmek umuduyla…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..