Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '09

 
Kategori
Siyaset
 

İnsan her yaptığını kendisi için yapar

İnsan bir başkası için değil, kendisi saygın olduğu için, bir başkasına ayağa kalkar.

Bu basit insanî kuralı bilmeyenlerin, hiçbir meselesi konuşulmaya bile değmez. (SAV) Peygamber Efendimiz, kızı odaya girdiği zaman, ayağa kalkarmış. Tabii bu durumun, kızının her girişi için tekrarlaması söz konusu değildir. Ancak ilk girişi için, mutlaka söz konusudur. Ben de konum, durum, sıfat, mevki, rütbe, şekil gözetmeksizin, odaya her ilk giren şahıs için, mutlaka ayağa kalkarım. Ve tabii tefriksiz herkesin elini sıkıp hatırını sorarım. Bir hastalık bir engel yüzünden bunu yapamıyorsam, muhatabım her kim olursa olsun, ayağa kalkamadığım için mutlak surette, ilk kelâmımda kendisinden elbet özür dilerim. Eşim, arkadaşım, evlâdım, kardeşim torunum gibi, odaya sürekli girip çıkabilecek kişilerin, odaya ilk girişlerinde mutlaka ayağa kalkarım. Sonraki her girişlerinde, mutlak surette ayağımı indirir veya biraz doğrulurum. Böyle bir harekette bulunmazsam, ben kendime karşı rezil olurum. Her kim olursam olayım; genel olarak içinde yaşadığım mekânın en rahatsız sandalyesinde oturmayı tercih ederim. evlâdım dahil, onca insan karşısında terbiyesizce yayılarak oturmaktan edep ederim.. Yakın çevremdekilere bile, böyle bir küstahlıkla davranacak olursam, ben kendi önümde bile un ufak olur, aynada yüzüme bakacak aklı, tavrı, iz’anı, haysiyeti, şerefi kendimde bulamam. Çünkü ben henüz bir insan namzediyim. Ve bu yolda, ne mertebe merhale ket ettiğimi de, ölene kadar, yalnız beni Yaradan’ın bileceğine kaniim?!. Kaldı ki, Pederim Validem evlâdım, ya da bir Cumhur Reisi, Kral, Kraliçe, hamal, hatta katil ile Yaradan’ın önünde, insanlık adına, hangi sırada durmakta olduğumuzu da ben bilemem. İşte ben bu sebeple de, küçücük çocuklara dahî ayağa kalkmayı, kendime aslî görev bilirim. Emekleyen bir çocuk dahî, odaya Kırk sefer girse çıksa, her seferinde saygı ile doğrulmayı, ayağımı indirmeyi, insanlık görevim olarak bilir ve tekrarlarım. Çevremdeki herkes çok iyi bilir ki; aslında ben, küçükleri sayar büyükleri sever, Onlara hörmette kusur etmem. Hemen ilâve de edeyim ki; bunu Yaradan korkusu ile de yapmam. (SAV) Peygamber Efendimize özendiğim için de bu şekilde davranmam. Evvel emirde, Yaradan’ın bana bu konuda zaten direkt bir emri yoktur. İkincisi ben kimim ki; bazı haddini bilmezler gibi (SAV) Peygamber Efendimizin hallerini taklit etmeye kalkayım? Ben bütün bunları, kendimi saydığım, kendimi bildiğim, bu sebeple de kendimden çekindiğim için yaparım. Zîra ben hatalarım için, önce kendime ve vicdanıma karşı, ondan sonra da cemiyete karşı sorumluyumdur. Ben bana cevap veremezsem, kime ne yüzle, nasıl cevap verebilirim? Kendini, insan namzedi gören herkes için, sonraki derslere geçilebilmesi adına, daha çok fırın ekmek yenmesi gereklidir. Zîra insan olmak çok zor bir iştir, Sevgili Okurlarım. Olabilirsek de, ne mutludur bizlere.

TBMM’nin açılışında, Muhterem Rehis-i Cumhurumuz Abdullah Gül Beyefendi, Milletin Meclisinin Salonuna teşrif buyurduklarında: Herkes tabii ayağa kalkmış, ancak Bir parti grubunun üyeleri ayağa kalkmamıştır. O, seksen kişi çok iyi bilmelidirler ki; Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Reisini temsilen, O Milletin Meclisine, vazoda ya da saksıda bir gül bile girse, herkes eksiksiz ayağa kalkmakla görevlidir. Ve bu göreve de mutlak mecburdur. Kaldı ki; Orada ve bu şartlarda ayağa kalkmak, kalkanların akıl, izan, şeref ve haysiyetlerine de delil teşkil eder. Aksi bir hâl, Cumhur Reisi her kim olursa olsun; Cumhuru temsil eden O Zat-ı Muhteremin, hiçbir durumuna delil teşkil etmediği gibi, Ona karşı bu tezahürde bulunanların, cemiyet önündeki evsafları, hatta Sayın Cumhur Başkanının değerine, daha fazla değer de katabilir... Esasen O kişi, zaten bulunduğu o makama lâyık görüldüğü için seçilmiştir. Kendisini sevmek ya da sevmemekte, herkes serbesttir. Kendisi de peşînen böyle bir kabulde bulunmakla da mükelleftir. Ancak o makama ve o makamı işgâl edene karşı, kimsenin hormette bir kusur etme hakkı da, salâhiyeti de yoktur. Zîra bu kusur, Sayın Cumhur Başkanının şahsında, Cumhura karşı işlenen cürümler zümresinden kabul görür bir nitelik arz eder. Bu gerçeği görememiş, ve bilemiyor olmak da, bu tür bir abesi sergileyen tarafın, evsafına delil teşkil eder ki; bu durum da, böyle bir davranışa, iştirak etmeyen fikirdeki kendisinin yandaşları ile birlikte tüm Cumhuru rencide eder. Her sefer “Keşke Atatürk ile birlikte, partisi de müzeye kalksaydı.” değişim, bu ve benzeri abes sebeplerdendir. Yoksa bana ne, beşerin şaştığını her sefer ispata, kendilerini mecbur ve memur gören böylesine bir zümreden. Benim derdim, bu yazımda çok daha başka bir mesele üzerinde. Yukarıda bilgilerinize arz ettiğim bu dert, cumhurun derdi olmalıdır. Ve cumhur bunun hesabını, bu zevattan mutlaka sandıkta sormalıdır. Zîra Cumhur ve Reisini saymayan bir muhalefet aklı, siyaset arenasında saymak ve ayağa kalkmak için, meydana bir boğanın mı çıkmasını bekleyecektir?!.

Esas benim derdim: Şimdi o parti grubunun içinde bulunan, bir zamanlar Türk hariciyesinde görev yapmış ve bu ülkeyi temsil etmiş şahısların var olmasıdır. Keza üniversitelerde talebe eğitmiş hanımların beylerin var olmasıdır.. Devletin muhtelif kademelerinde bulunmuş kişilerin var olmasıdır... Bu var olan mevcut, bence önceki neticeleri itibariyle de elim bir mevcuttur. Bu kişiler aslî işlerinde bulunurken, bizlerin verdiği vergilerle maaş almışlar, halâ da bu vergilerden dolayı maaşlarını alabilmektedirler. Cumhur Reisinin de maaşı, bu ülkenin vergi ödeyen kesiminin paralarından verilmektedir. Kısaca bizlerin seçtiklerimiz kadar, seçmediklerimiz de bizlerin emrimizdedir. İyi biline ki; esasen herkes, vergi mükellefinin memuru ve milletinin emrinde görevli durumdadır. Ve her zümrenin, bu gerçeğe vakıf olarak hareket etme şuurunun, gelişmiş olmasının mutlak gereği vardır. Yani iktidar ile muhalefet, seçmen için hiç fark etmez. Her ikisinin de görevlerini harfien ve adam gibi yapmak mecburiyetleri kesindir. Vahim olan da, bazı kesimlerde, henüz bu şuura varılamamış olmasıdır. İşte işin bu aslına göre: Parti içinden kasıt ettiğim “Bu Birilerinin” genel başkanlarına, bu harekâtın Cumhura karşı, haddi aşan bir harekât olduğunu söylemesi gerekirdi. Her şey bir yana. En kaba yaklaşımla: Adam Cumhurdan aldığı maaşla, Cumhurun Başına tavır koyamaz. Bu gerçeği Genel başkanları anlamasa da; “Bu Birilerin’nin” kendi terbiyeleri ve önceki kariyerleri ihtisası, ayağa kalkmaları gerekirdi. O Seksen kişi arasında, saygın gördüklerime karşı da, artık içim acıyor. İçim sızlıyor. Bu sıkıcı parantezi kapatıp, benim derdim olan diğer esasa gelelim. “Bu Birileri” için, bu mesele ile ortaya çıkan, başka ciddi sualler şunlardır?

01. Bu diplomatlar bizi nasıl temsil etmişlerdi ki; Dünya’da itibarımız çok zor düzelebiliyor?

02. Bu Üniversite öğretim görevlileri nasıl talebe eğittiler ki; millet sapır sapır dökülüyor?

03. Bu bürokratlar devletteki hizmetlerinde ne yaptılar ki; hepsi bölünmekten çok korkuyor?

04. Bu zevat nasıl bir zevattır ki; yukarıda anlatılan gerçeğe rağmen, orada ayağa kalkmıyor?

05. Bu ve benzerlerinin kurduğu düzen ne menemdir ki; içinden çıkılması çok sorunlu oluyor?

06. Bu kişiler cumhura rağmen, bu gücü nereden buluyorlar ki; sorunlarının arkası bitmiyor?

Tabii ben bu suallere, bu cehlimle bile, daha çok sualler katabilirim. Zîra ben, VERGİ MÜKELLEFİ OLMANIN CİDDİ BİLİNCİNİ taşıyorum. İnşâallah bu bilinci, bu ülkede herkes taşır bir gün. Emin olun ki, o gün çok rahat edeceğiz. Suallerin bence bu kadarı bile, hem arif olanlara, hem vergi mükelleflerine, hem cumhura, hem de adam olanlara, yeter de artar bence. Ve fakat, biri bana bir meseleyi anlatabilirse, gerçekten çok sevineceğim. Bu Seksen kişilik parti grubundan bir kişi dahî, üzerlerindeki bunca mahalle baskısına rağmen, gerçek durumu/durumlarını anlamak babında, neden bir psikolog, bir de sosyolog ile halâ görüşmez?!. Bu konuyu gerçekten çok merak ediyorum... Zîra durumun/durumlarının ne oluğunu? İçlerinden biri bile anlayacak olsa; belki de en azından, namzedi oldukları insanlıkları adına, çok sorunlarına çare olacaktır, bu akıl yaklaşım. Bir insanın sıradan bir bebek karşısında bile, ayağa kalkmamasının, kendisini ne denli aşağıladığını anlayacak, bilecek, idrak edecek, tek kişi bile yok mu, O seksen kişi arasında?.. Hem bu abes hareketleri sebebi ile hem de “Birilerinin” önceki görevleri itibariyle, vah olsun alayına...

Haydar Volkan

Çiftehavızlar:08.10.2009

Önemli not: Aldığı aile insanlık örf ve adet terbiyesine göre, kendi şeref ve haysiyeti ve cumhura karşı borcu için, söz konusu gruba dahilken, Onlardan ayrı olarak, ayağa kalkmış biri/birileri var ise; ben de ayağa kalkar Onu/Onları saygı ile selâmlar, burada ismen tefrik olunmadığı/olunmadıkları için kendilerine özürlerimi beyan ederim.

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..