Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '08

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İnsan İlişkileri

İnsan İlişkileri
 

İç dünyamızdaki huzur…

İnsanın çocukluğundan itibaren yavaş yavaş oturmaya başlayan karakter yapısının belli bir yaşa gelince çevreyle ilişkilerinde ve kendi iç dünyasındaki etkileri…

Hayat şartları ağırlaştıkça insanlar birbirlerini daha çok sevme ve sayma yerine, bunun aksine davranışlara sürükleniyorlar. İnsandaki vefa duygusunu, fedakarlık duygusunu yok eden ya da azaltan bencillik, insan hayatında ilk sıradaki yerini koruyor. İnsanlar “önce ben” yerine “önce siz” demeyi öğrenseler, en azından bir deneseler neler olmazdı ki…

Önce ben diyen insanların madde anlamında kazanır gibi görünseler de manen mutsuz olduklarını biz de biliyoruz kendileri de… Gün olur öyle bir an gelir ki hiçbir zenginliğin, maddiyatın açamadığı bir kapıyı sadece bir insan açar. Şayet o güne kadar o insanı kazanamadıysak; yani sadece maddiyat derken insan biriktiremediysek boşa yaşamışız demektir.

İnsanın kendini gözlemleyebilmesi çok önemli. İnsan, kendi içindeki çelişkileri fark edebiliyorsa şayet, kendi iç dünyasındaki olumsuz sivrilmeleri de törpüleme fırsatını yakalamış demektir. Yeter ki her zaman ön yargısız ve iyi niyetli olunabilsin. Yeter ki bencilliği üzerimizden atmayı isteyelim. Çünkü o düşman duygu, aslında iç huzurumuzu da sürekli kemirmektedir. İç dünyamızda kendimize karşı bile bizi düşman edebilmektedir.

Kendine cephe alan, kendiyle barışık olmayan insan, önce kendi içinde huzuru yakalayamamış insandır ki bu insanın mutlu olabilmesi, çevresine pozitif yaklaşabilmesi imkansızdır.


Gerçekler her zaman adil değildir. Hayat terazisi genellikle dengeli olmuyor. Ancak şartlar ne olursa olsun, yaşanan her şey bizler için bir tecrübedir. Tabi burada önemli olan, insanın yaşadığı her şeyden ibret alabilmesidir ki, işte o zaman ruhen olgunlaşma ve tecrübe dediğimiz “oturmuş tavır zenginliği” meydana gelir.

Hepimizin, yaşadığımız hayatın her safhasında bir şeyler kazandığımız muhakkak. Çünkü insan hayatında sadece yaşanan yılların değil; ayların, günlerin, saatlerin hatta dakikaların bile çok büyük önemi var. Öyle bir zaman gelir, birkaç dakika hatta belki birkaç saniye içinde bile yaşadığımız öyle şeyler olur ki, hayatımızın sonuna kadar unutamayacağımız bir ders, bir tecrübe kazanırız o olaydan, sonuç bizi mutlu etse de etmese de…

Her insanın hayal dünyası farklı olabilir ama hepimiz aynı dünyanın gerçeklerini paylaşıyoruz. Yani yaşanan olaylar ya insanı mutlu eder, ya üzer, ya öfkelendirir veya az da görülse tepkisiz gibi davranılıp olaylar sineye çekilir, sabır gösterilir dayanılabildiği kadar. Ancak hayatla olan mücadele ve insan ilişkilerinde dengeler anlayış, nezaket, iyi niyet, zeka ve tecrübe çerçevesinde döner. Bu konuda çok güzel bir hikaye anlatılır:

Bir zamanlar iki komşu ülkenin hükümdarları birbiriyle hiç savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlermiş. Doğum günleri ve bayramlarda ilginç armağanlar göndererek birbirlerine zeka gösterisi yaparlarmış.

Hükümdarlardan biri günün birinde ülkenin en önemli heykeltraşını huzuruna çağırır. Birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpa tıp aynısı üç insan heykeli yapmasını ister. Ancak aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecektir. Heykeller hazırlanır ve doğum gününde komşuı ülke hükümdarına gönderilir. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştur.

Şöyle der heykelleri yaptıran hükümdar: “Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Hepsi birbirinin aynı gibi görünebilir. Ancak içlerinde biri diğer ikisinde çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.”

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırır. Üçünün de ağırlığı eşittir. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırtır. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelerler ama hiçbir fark göremezler. Günler geçer. Olay bütün ülkeye yayılır ama kimse çözüm bulamaz. Sonunda, hükümdarın zindana attırdığı bir genç haber gönderir. İyi eğitim görmüş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştır. Fakat başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırtır. Genç, önce heykelleri iyice inceler ve sonra çok ince bir tel getirilmesini ister. Teli birinci heykelin kulağından sokar, tel heykelin ağzından çıkar. İkinci heykele de aynı işlemi yapınca tel bu kez diğer kulaktan çıkar. Üçüncü heykelde ise tel kulaktan girer ama bir yerden dışarı çıkmaz. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iner ve oradan öteye gitmez. Hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazar:

“ Kulağından giren her şeyi ağzından çıkartan insan makbul değildir.

Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.

En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim.”


Erol Güldiken

 
Toplam blog
: 53
: 1368
Kayıt tarihi
: 31.10.08
 
 

Bestekar ve Yazar'ım. Sanat, kişisel gelişim ve hayata dair; elimin erdiği, dilimin döndüğü ve ka..