Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '17

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan karakterinin oluşumu -1-

İnsan karakterinin oluşumu -1-
 

Karakter yapısının sadece insana has olduğu, bunun da çevre, sosyal ve siyasal koşullara göre şekillendiğini hemen hemen herkes bilmektedir. Fakat hangi sosyal ve siyasal çevrenin insan karakterini daha iyi şekillendireceği konusu, devlet yönetimleri ve siyasi çevreler tarafından topluma bağımsız ve bilimsel bir bakış açısıyla anlatılmış değildir. Bu yüzden insanların çoğunluğu sürü psikolojisine göre kişilik kazanmaktadırlar.
 
Gel ki her sosyal ve siyasal çevre kendi anlayışının daha iyi olduğunu iddia edip ona göre bir karakter oluşturmaya çalışmış olsa da, yaşanan doğa, çevre ve toplumsal olaylar bu iddia sahiplerinin hepsini çürütmektedir.
 
Buna en açık örnekse, içerisinde yaşamış olduğumuz dünyanın canlıların yaşayabilecek duruma gelme sürecinin beş milyar yılda ancak tamamlanmış olmasıdır. Dünyanın böyle bir uzun diyalektik evrimleşme sürecine rağmen insan ne yapmıştır? Aç gözlülüğü ve doyumsuzluğu (Karaktersizliği) yüzünden, bu cennet dünyayı çok kısa bir sürede bitirme noktasına getirmiş olup, en fazla bin yıl sonra yaşanamayacak duruma geleceği artık ütopya olmaktan çıkıp, bir realiteye dönüşmüştür.
 
Dünyamız üzerinde böyle bir kötü tablonun var olduğu bilindiğine göre, o zaman tüm sosyal ve siyasal aktörler, en ufak bir çekinceye meydan vermeden herkesin kendisini sorgulayarak, saplanılmış olunan tüm art niyetli davranış ve duygulardan biran evvel kurtulmanın yollarını aramalıdır.
 
Bu gerçeklikten yola çıkarak, koskoca dünyayı yok olma noktasına getiren mevcut insan karakterinin başlangıç aşamasıyla birlikte, doğal yollardan nasıl ortaya çıktığını, bunun daha sonra neden canavarlaşarak kendi sonunu hazırladığını özetleyerek anlatmaya çalışalım.
 
         İnsanın karakter yapısının merkezi beyin olduğu bilmektedir. Ancak beyin merkezindeki Nöronlar adı verilen sinir hücrelerinin nasıl ve ne tür bir mekanizmaya göre hareket ettiği henüz tam olarak anlaşılmış değildir. Bu yüzden insan denen düşünen canlının beyin hücrelerinin çalışma sistemi, her zaman büyük bir sırrı beraberinde yaşatmaktadır.
 
Onun için birtakım insanlara göre, insanın bu özelliği fizik ötesi (Manevi) büyük bir güç sayesinde gerçekleştiği düşünülürken, bazılarına göre ise sırrı tam olarak çözülememiş bir diyalektik doğa harikası şeklinde değerlendirilmektedir. 
 
         Tabi ki bu konuda her insan istediği şekilde düşünebilir. Kimi yüce tanrının bir eseri olarak görür, kimisi de doğanın içerisinde saklı bulunan Atom çekirdeği sayesinde olduğunu ileri sürmekte serbesttir; hepsine saygı duymak zorundayız. Ancak gerçeklere daha yakın yaşayabilmek için, bilim insanlarının çalışmaları sonucunda, ortaya çıkarmış oldukları bilimsel kaynaklara göre hareket etmek, hepimizin tek sığınacağı liman olduğunu da unutmamak gerekir.   
 
Bazı noktalar Beyin Uzmanlığı alanına girdiği için, uzmanların affına sığınarak, haddimizi aşmadan değerli hocalarımızın ortaya koymuş oldukları bilgilerden yaralanıp, konuyu Felsefi, Psikolojik ve sosyolojik açıdan değerlendirerek, karakterin şekillenmesi hakkında daha farklı bir bakış açısını ortaya koymaya çalışacağız.
 
         Özellikle bugüne kadar Beyin Uzmanlarının yapmış oldukları araştırmalardan, yaklaşık olarak beyindeki hücrelerin (Nöron) sayısını 86 ila 14 milyar arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ve bunların nasıl bir sistemle çalıştığıyla ilgili net bilgiler henüz bulunmamaktadır.
 
Beyin hücre sayısı hakkında bilimsel tespitlere en sağlam kaynaksa, bir Gorilin beyin hücre sayısının 7 Milyarla kesinlik kazanmış olmasıdır. İnsan bir Gorilden daha düşünceli ve zeki olduğuna göre, demek ki, insanın beyin Nöronları 7 milyarı çok aşan bir sayıya tekabül etmektedir.
 
İnsan beynindeki sinirsel Nöronların bilimsel tespitlerle sayısı bu şekilde belirlenmişken, düşünen bir canlı olarak bu hücreler sayesinde insan, bir yandan harikalar yaratırken diğer taraftan kendi cinsine ve dünyaya çok büyük kötülükler yapan bir özelliğe sahip olduğu da asla unutulmamalıdır.
 
İnsanın bu özelliği genellikle egoizmle açıklansa da, egoizmin bir türlü frenlenememesinin gizemi ise, en büyük soru işareti olarak önümüzde durmaktadır. İnsanın karmaşık ve biyolojik doğası ile ilgili temel şu bilgileri hatırlayarak incelemeyi sürdürebiliriz.  
 
İnsanın ana çekirdeği bir sıvı madde şeklinde iken, biyolojik olarak Eşeyli üreme özelliğiyle erkek ve dişi Tohumlarının (X ve Y Kromozomlar) doğal yollarla birleşmesi sonucunda yavru canlılar meydana gelmektedir.
 
Erkek ve dişinin bir parçası olan sıvının ise doğadaki toprak, su, taş, ot, hava, gaz vb. maddelerin içerisinde bulunan elementlerden oluştuğu. Ve bunların içerisinde çeşitli moleküllerin birleriyle etkileşim, ayrışma ve birleşmeleri neticesinde, canlıların en küçük yapı taşı olan hücreler meydana gelmektedir.
 
İşte doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkların hücre çekirdeği içerisinde yer alan, Atom parçacıklarının sahip olduğu Nötron ve Protonlar sayesinde doğa, varlıklar ve canlılarda hareketler oluşmaktadır.
 
Özellikle canlı türlerin doğal olarak böyle bir formulasyonla var olduklarını her insan kabul ederken, tarihten bu zamana kadar tartışıla gelen ve de bir türlü sonuca varılmayan konuysa, bu aşamadan sonra insan nasıl oldu da diğer canlı türlerinden farklı bir beyin ve düşünme yapısına sahip olmuştur?
 
Tabi ki bu soruya ne son gelişmiş bilim net bir cevap verebilmektedir ne tanrının varlığını kabul eden düşünceler. Biz burada saplanıp kalmaktansa, daha çok insanın somut olarak ortaya koymuş olduğu yaşam şeklinin hangi temel kaynaklara göre karakter kazandığını daha yakından tanımaya çalışacağız.
 
İnsan düşünen bir canlı tür olarak, kendisini net bir şekilde anlayabilmesi için, her şeyden önce somut (Maddi) varlığının hareketleri üzerinde niçin, nasıl, neden ve nereye kadar? Sorularının cevabını bulduğu kadarıyla doğruya yakın bir yaşama ulaşabilir. Ancak bu yöntemde tek başına her şeyi çözemeyip, bunun yanında sürekli insanla var olan soyut (Manevi) Ruh yapısının etkisi üzerinde de düşünerek, maddi ve manevi var oluşun bilimsel bir sentezlemesini yapması gerekir.
 
Çünkü başta da belirtildiği gibi insanın beyindeki hücre yapısının hareketleri, büyük bir karmaşıklığa sahipken, bu karmaşık hareketler neticesinde ortaya çıkan somut ve soyut birçok duygu ve düşünceler, belirli bilimsel kurallara göre birleştirildiğinde üst insana yakın bir karakterin olma ihtimali daha yüksektir.
 
Buna rağmen insanların büyük bir kısmı yalnızca maddi devinimleri öne çıkarırken, diğer çoğunluksa manevi devinimi önemsenip birbirlerini dışlayarak, sürekli kavgacı ve doyumsuz bir karakterle yaşamaktadırlar. Bu bölümde karakterin doğal ve biyolojik yollarla kısaca bu şekilde bir temelinin olduğunu özetledikten sonra, gelecek bölümde bebeğin ana karnındaki evresi ele alınacaktır.
 
Çünkü henüz dış dünya ile doğrudan ve bilinçli bir bağı olmayan ilk insan olan Bebeğin, tazecik beyin hücrelerinin ana karnında nasıl ve nelerden etkilendiğini, bu etkinin ileride bebeğin hem fiziksel hem de duygusal yapısındaki yansımaları üzerinde derince durmak gerekir. Ayrıca konularla ilgili kaynaklar son bölümdeki makalede değerli okuyucuların bilgisine sunulacaktır.
 
        
Cemal Zöngür
 
 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..