Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

İnsan nasıl birey olabilir...

İnsan nasıl birey olabilir...
 

Türkçe’de birbirine yakın anlamlı olan iki sözcüğü “Birey” ve “Kişi”yi çok sık birbirinin yerine kullanırız , fakat bu iki sözcük arasındaki ince “ayrımcık”a dikkat etmeyiz. Aslında bu iki sözcük, kapsamları açısından bir birlerinden çok farklıdırlar ve bu bizi aslında iki ayrı dünyaya götürürler.

“KİŞİ” dediğimiz zaman kastedilen kişi tek bir kişidir ve aslında biz bu kişinin öz varlığını, psikolojik varoluşunu kastederiz. Zaten , “kişilik” de psikolojik bir kavramdır ve insanın başkalarından ayıran özelliklerini gösterir. Öyleyse her farklı kişinin, farklı “kişiliği” vardır ve bu kişilik kişinin kendisine özgüdür. İnsanlar kişilikleri açısından birbirlerinden çok farklıdırlar. Bu da toplumun zenginliğini yaratır.

Oysa “BİREY” dediğimiz zaman onun toplumsal varoluşunu; diğer insanlarla bağlarını kastederiz, Bir insan bir toplumun bireyidir, dediğimiz zaman, bir insanla koca bir toplumun aralarındaki ciddi bağları göstermek isteriz.

Hepimiz birer toplum içinde yaşıyoruz ve hepimizin içinde yaşadığımız çok çeşitli toplum birimleriyle çok çeşitli ilişki biçimleri oluşturuyoruz. Küçüklükten itibaren düşünecek olursak bir “birey”i olduğumuz toplumlar zaman içinde nasıl değişirler? Ailemiz bir küçük toplumdur, biz onun bir bireyiyiz. Akrabalar, mahalle arkadaşları, köyümüz, kasabamız, kentimiz, okulumuz, sınıfımız, ülkemiz ve bu dünya… Bütün bu insan topluluklarıyla şu veya bu şekilde ilişki içine giriyoruz . İnsanlarla , konuşuyoruz, yazışıyoruz, kavga ediyoruz, tartışıyoruz… Çok çeşitli etkileşim biçimleri ortaya koyuyoruz. Burada , diğerleriyle ilişki kuran kimse bir “birey”dir. Toplumun bir bireyi…

Şimdi , “kişi” yi ve “kişilik”i bir yana bırakıp, “Birey”in peşine düşecek olursak, toplumda hem bireyin hem de toplumun birbirleriyle çok yönlü ilişkileri içinde olduğunu görürüz ve hem birey , hem de toplum birbirlerine karşı olan sorumluluklarını ve yetkilerini çoğu kez açıkça ortaya koyar ve karşıdan bekler.

Sözgelimi, toplum bireye bazı sert sınırlar çizer, “ancak bu belirlenen sınırlar içinde hareket edebilirsin, sonsuz özgürlük yoktur,” der. Bu sınırları da daha çok “AHLAK” yaptırımları ve “YASA”lar şeklinde ortaya koyar. Bunun peşinden toplum kişiden çok şeyler beklemeye başlar. “Mutlaka okula geleceksin”der; “Mutlaka askerlik yapacaksın” der… Buna benzer bir sürü görevlerle bireyi toplumun has bir parçası olmaya çağırır. Vatandaşa, ! “Vergi vereceksin..” der; “Aile kuracaksın..” der… bu vazifelerin bir bölümünün yaptırımı yoktur; bir bölümünün ise ciddi yaptırımları vardır.

Elbette her şey karşılıklıdır. Nasıl toplumun bireyden beklentileri varsa , bireyin de toplumdan bir sürü beklentisi vardır. Bu beklentiler karşılıklıdır. Her şeyden önce bireyin “toplumda bir yaşam hakkı” vardır. Bunun garantisini ister birey; yani, birey toplum içinde yaşam garantisi içinde korkmadan, çekinmeden rahat yaşayabilmelidir. Kendisine yönebilecek her türlü tehdit toplumun kolluk güçleri tarafından defedilebilmelidir. Bundan başka , bireyin toplumdan beklediği bir sürü hakları vardır . Bunlar birer garanti olarak devlet tarafından mutlak sağlanmalıdır. Örneğin, devlet bireyin hiç olmazsa 8 yıl eğitilmesini mutlak sağlamalıdır. Devlet , bireyin sağlığını korumalıdır; ulaştırmasını sağlamalıdır; evi yanınca yardımına koşmalıdır; vs,vs .. Bütün bu hususlar, Jean-Jacques Rousseau ( 1712 -1778) tarafından “Social Contract” adlı eserinde ortaya konmuştur, fakat  bu  ilkeler daha da yerleşik hale gelerek  “İnsan Hakları” ilkelerine dönüşmüş ve özellikle ileri Demokratik ülkelerde, bu ilkeler Demokrasinin ve birlikte yaşamanın ana ilkelerini oluşturmuştur.

Eğer bir ülkede Demokrasi olacaksa, elbette o ülkede temel haklar ve özgürlükler olacaktır. Birey toplumundan korkmadan, okuyup, yazabilecektir… Dinleneceğinden korkmadan iletilerini insanlara gönderebilecektir…Hastanelerinde iyi, etkili bakım görebilecektir. Vatandaşlar arasında; kadınlarla, erkekler arasında her türlü haklar bakımından eşitlik olacaktır. İşte “Anayasa” demek bir bakıma “Devletin vatandaşa karşı ana görevlerini ve vatandaşın devlete karşı ana yükümlülüklerini gösteren belge” demektir. Bu belgeyle devlet vatandaşa ben sana karşı şu şu şu… yükümlülüklerin altına giriyorum; senden de şunları bekliyorum, demek istemektedir.

İleri demokratik ülkelerde, devlet vatandaşını ezmez, buna karşılık, onun insanca yaşayabilmesi için bütün temel hak ve özgürlüklerini sağlar. Birey de karşılık olarak vatanına, içinde yaşadığını toplumuna karşı vatandaşlık görevlerini yerine getirmek zorundadır.

İşte İleri Demokratik ülke olmanın koşulları, birey olma bilincinin geliştirilmesi, kısaca vatandaşa kendi haklarını öğretmektir ve bu hakları sağlamaktır, vermektir. Yoksa , her tarafı yasaklarla çevrilmiş, bir çok gereksiz yasalarla kuşatılmış bir toplum ve birey ne kadar çaresizdir ve o toplum demokrasiden ve özgürlüklerden ne kadar uzaktır…

Bir toplumun bireylerine karşı en önemli görevlerinden biri de o toplumda bireylerarası fırsat eşitliğini sağlamaktır. Bir insan, bir birey, o toplumda gücü ve yetenekleri oranında gidebileceği yere kadar gidebilmeli; kendini geliştirebileceği noktaya kadar geliştirebilmelidir. Bu süreç içinde toplum, devlet onu engellememeli, daha çok yardımcı olmalıdır.

Derler ki, en iyi Devlet , “Görünmeyen Devlettir” … Yoksa eğer bir devlet durmadan, “O yasak… Bu da yasak…” diye bir sürü gereksiz engellerle, halkını, bireylerini ezmeye, engellemeye çalışıyorsa; orada ceberut bir Devlet vardır. Bireyler o toplum içinde eziliyor demektir. Ve sonuçta böyle bir Devlet “Korku” devletidir.

Bir ülkenin geri bir ülke olmasının ana nedenleri de, o ülkedeki temel hak ve hürriyetlerin sağlanamamış olmasından kaynaklanır…

Bunların en başta geleni ise “Yaşam hakkı”dır… Her gün dört, beş kadının öldürüldüğü, veya bir bölümündeki insanların korku içinde yaşadığı bir ülkenin, bu bakımdan insanına ve bireylerine gerekli, yaşam garantisini sağladığını söylemek mümkün değildir.

Yeni bir “Anayasa” Devletin vatandaşa karşı görevlerini geliştirecek midir? Yoksa “Ceberut Devlet” özellikleri daha mı ortaya çıkacaktır? Mesele budur. Eğer, bir ülkede birey , toplum arasındaki dengeler iyi kurulamadıysa , her fırsatta bireyin özgürlükleri çiğneniyorsa.. O ülkenin Demokrat bir ülke olduğunu söylemek mümkün değildir. Tabii, Demokrat olmayan bir ülkede, insanlar haklarını bilmek, genişletebilmek; özgürlüklerini savunabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu onların görevidir ; vatanı ve özgürlükleri korumak da…

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..