Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '07

 
Kategori
İlişkiler
 

İnsan olma durumu kokan sabah

İnsan olma durumu kokan sabah
 

Güze daha çok vardı varmasına ama yazın içinde sıcaklığın içinde bir üşümedir alıyordu.

Denizi kimse görmüyordu.

Ne zamandır bakmıyordu. Ayaklarına itaat etmiyordu. Sanki kalbine yaslanamıyordu artık. Gitmek hep kalmaya asılı gibiydi. Kalmalıydı işte. Gideceğin uzun yolculukların sonu biliniyor artık. Sadece itaat istiyorlar. Ne zamandır bakmıyordu işte. Bir tek gecenin yüzüne yaslanıyor ve sesleniyordu.

Bu kadar değil tabi.

“hani” dedi “kalabalıkları sevmezdi sevgililer!”

“tüm kuytular yalnızlık besliyor sanki” diye sürdürdü. Işığı kapatmadan önce duvarına yazdığı son sözcüklere göz kırptı.

Kendine dilemese de “bir dilek tuttu” uyudu.

“Bak! Dinle beni...” diye gün ağarmadan çekiştirmeye başladı kendini.

“Dinle bak, gidersen... Tutunamazsın. Geri dönme şansını beslesin o kadar...”

“Hayır... Gitmeliyim. Hüzünden uzak durmalıyım. Yalnızca gerçeğinin oyununu oynamayalım artık. Bu durumdan kurtulmalıyım. Alışmamalıyım. Bunun için gitmeliyim.” diye söylenirken birden sıçradı. Etrafına bakındı. Yatağında doğruldu. Eli ile yüzüne dokunmak istedi.

Gün ağarıyordu. Yine kendi kendine: “evet! Gitmeliyim.” diye mırıldandı.

Hemen üstünü giyindi. Ses çıkarmamaya özen göstererek evden dışarı çıktı.

Gün onu karşılamaya hazırdı sanki.

Hiçbir evde ışık yanmamıştı.

O hep anlatılan hayatın içine, kendi ayaklarıyla yürümenin dayanılır hissini duyuyordu. Köpeği ayaklarının dibinde yürüyordu.

“Belki de düşlerin varolduğu ve kırıldığı yere götürüyordu içinde duyduğu his.”

“Bari düşte düşelim.”diye koşmaya başladı.

Bir tek köpeği eşlik ediyordu.

Gün ağarırken, uykusunda kendisini saklayan diğer tüm insanların arasından süzülür gibiydi sanki.”Sanki kendi dışına çıkmaya çalışan” insandı.

Kendi dışına çıkarak; belki kendisi, belki yaşadığı dünyayı, belki minik bir kuşun kalbi olacaktı.

Böyle bir insan olma durumu kokuyordu sabah…

“Önce yaşamalıyız.” “Önce yaşamalıyım.” diye bir şeyler, sözcüklerle beyninde dolanıyordu. Dili ile beyni arasında gidip gelen sözcükler sabahın vermiş olduğu ürperti ve koşmanın bedenine yüklediği yorgunluk genzini yakmasına aldırış etmemesini istiyordu.

Birden durdu.

Köpeğine döndü. Köpeği soluk soluğa idi.”Hadi, Hüzün... Sen gelmiyorsun...” diye eli ile evin yolunu gösterdi.

Köpek, gitmek istemeyen, nazlanan bir çocuk gibi homurdanmaya başladı.

“hadi, hüzün... Senin gelmemen gerekiyor. Bu insanların dünyası… Seni ancak buralarda kabul ederler.”

Köpek havladı... Üstüne sıçrayıp yalamaya başladı. Birlikte yere düştüler.

Çok uzaklardan gelen insanoğlunun küçücük bir parçası olma iddiası taşıyor mu bilmiyorum. Ama çakıl taşlarına dönük önemli bir zaafı var. Çakıl taşları topluyor ve bunları gece evinin yolunu kaybedince yabancılar ve satıcılar giremez levhalarının olduğu sokaklara atıyor. Sonra bir yolunu bulup oradan sıvışınca, üstündeki taşlardan başka mal varlığını şarap karşılığında satıyor. Sonra bulduğu sote bir yerde, uykusu kaçmış gecenin gezgincisi zannedip kendini “şarabın gazabı ve adaleti üzerine’’ söylevler çekiyor. Böyle bir adamın yaşadığına tanıklık etmiş biri var mıdır acaba?

Bunu, yol kenarına yorgunluktan yere serilmiş köpeğine anlatıyordu.

Kendisi de zaten uykusunu alamamıştı. Köpeğin koynuna uzandı...

Evlerinden epeyce uzaklaşmış iki varlıktılar artık.

Yol kenarında güneşin kendilerini ısıtmaya başladığını hissetmeden...

Resim, www.inspiration-for-singles.com sitesinden alıntıdır.

 
Toplam blog
: 12
: 784
Kayıt tarihi
: 13.07.07
 
 

Tiyatrocuyum. Ankara Üniversitesi DTFC Tiyatro Bölümü mezunuyum. Drama ve çocuk tiyatrosu üzerine ça..