- Kategori
- Felsefe
İnsan Tanrı'nın Rehinesidir
Milliyet Foto Galeri
Felsefe tarihinde “bambaşka” bir yeri olan ve yorumcular tarafından “Başkası’nın Filozofu” olarak nitelendirilen Emmanuel Levinas’a göre insan suratı, Tanrı’nın dünyada bıraktığı bir iz ve işaret olarak bizatihi Tanrı'nın sureti; kutsal kitaplar da insan suratının suretidir.
Bu yüzden başkasının suratı başkasına daima aşkındır. Tanrı ise, “başkaların başkası” olarak herkese aşkındır. Bu yüzden, hiçbir insan bir “başkasını” bir bütün olarak içselleştirmez ve “başkasıyla” mutlak olarak özdeşleşemez. Hatta bir insanın aynadaki kendi suratı da kendisi için bir başkası olduğundan, insanın kendisi de kendisi için aşkınlaşır. Dolayısıyla, herkesin herkese aşkın ama Tanrı’ya içkin olduğu bir yerdir yeryüzü. Hal böyle olduğu içindir ki hepimiz bu aşkınlığa teslim olmak zorunda kalırız.
İşte bu bağlamda kutsal kitaplar, karşımızda insan suratı şeklinde beliren Tanrı’nın bu orijinal surelerini ( bu arada surat, suret ve surenin aynı kökten geldiğini belirtmeliyiz ) doğru okuyalım, anlayalım ve yorumlayalım diye, adeta bir kripto anahtarı olarak Tanrı tarafından yollanmış metinlerdir.
Karşısındakinin suratından sudur eden maneviyata teslim olsun ya da olmasın her insanın, kendisini aşan bu başkalığa rehin olmaktan başka bir şansı yoktur aslında. “Başka” bir deyişle sanki Tanrı, kendi suretinden yarattığı suratları adeta bir olta gibi kullanmakta ve balıkçının avladığı balığı kendisine doğru çektiği gibi, bizleri kendi varlık sahasına çekmektedir.
Levinas, ilahi zatın yeryüzü aynasındaki sure’tinden yansıyan ilk mutlak mesajın, “öldürmeyeceksin”, emri olduğunu söyler. Tanrı tarafından “başkasının” suratına kazınmış olan bu öldürmeyeceksin yazısını, “başkaları” kolayca sökemezken, Levinas’ın rahatlıkla okuyabilmiş olmasında onun, ilahi olanı iyi okuyabilen birisi olmasının yanı sıra, toplama kamplarında Nazilerin zulmüne maruz kalmasının da büyük bir payı olmalıdır.
Bu arada, “başka” birçok felsefeci tarafından kendisine karşı yapılan, “özgürlüğümüzü elimizden alıyor ve kendimizi – kendiliğimizde – yaşamamıza izin vermiyor” şeklindeki eleştiriler, Levinas’ın etiğindeki sarsıcı yüceliğin “kendisini” pek sarsmamış gibi gözükmektedir.
Ayrıca, toplama kampında olmanın gerçekte ne anlama geldiğini bilmedikleri halde, günümüz kapitalizminin acımasızca salladığı rekabet eleğinin üstünde kalamayan insanların düştükleri yerde insana özgü olan bu etiğe nasıl da ihtiyaç duyduklarını anlayabiliriz. Zira Levinas, tutunamayanların tutunanlar üzerinde hakkı olduğuna, bu hakkın Tanrı’nın garantörlüğü ve şahadetinde imzalanmış bir sözleşmeyle korunduğuna, hatta bu dünyadaki tek ve mutlak varlık nedenimizin, Tanrı ile aramızda yapılmış bu sözleşme olduğunu söylemektedir.