Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İnsana dair...

Birileri birtakım şartlar altında birbirlerine hoş görünüyor; adına “Aşk” deniliyor, yalapşap, aslına bakarsak ne olduğu belirsiz bir duygu!

Mesela, iten güçler birbirlerini çekiyorlar! Yalan değil!...

Birbirlerine tahammül edemiyorlar, vallaha doğru!

Ne diye kendini kötü hissettirene takılır bir insan?

Kendini anlatmak ister her insan; ehh, bu doğru!

Doğru anlatmak, doğru anlaşılmak ister her insan, eee yani, bu da doğru!

İyi de, üç noktayı doğru anladı diye yirmi üç noktayı göz ardı etmek niye?

******

Birde, acayip bir durum var!

Yanlış anlayana ille de “Doğrusunu” anlatmak gibi kişinin zaman içinde kendini en çok kınadığı, anlaşılması mümkün olmayan, en sakil anıları içine yerleştireceği durumları var!

Olmasın istiyor, elbet insan, oluyor işte, böyle böyle büyüyoruz ya işte!

******

Kendini kanırta kanırta anlatmak istiyor insan bazen!

Karşındaki anlamıyor, ısrarın anlamı yok, lakin serde pek bir gençlik, pek bir var olmaya yönelik beklentiler varken… Dur demek anlamsız!

******

Yaşaya yaşaya öğreniyor insan, sonuçta!

Çok anlatmak istedikçe kendini hep, ille de, yanlış anlaşıldığını…

Muhtemelen, ezber ötesi bir şeyler hissetmekte, bir cesaret onları söylemekte!

Anlayacak olan olur mu?

Ne bileyim… Çok da umutlu değilim; ne yalan!

******

Kendisi gibi olabilmenin değerinin bilinmediği ortamda “Kendin gibi ol!” demek pek ütopik; lakin işte bir gerçek var! Söylemeden, yazmadan geçmek mümkün değil!

******

Pek basit örnek vermek gerek… Başka türlü anlatması zor!

******

Üniversiteydik, aman Allahım, ne sevecen, ne ilgili… Ne de alışkın olduğum İzmir delikanlılarından farklıydı!

Hayır yani, ne kötülük gördüysem İzmir delikanlılarından diyeceğim, öyle bir şey yok!

Sadece, olay benden kaynaklanıyor!

Nasıl farklı, nasıl, Anadolu kokuyor!

******

Vallaha, kaç kızımız, kaç kadınımızda vardır, bilemem, Anadolu kokan erkekler hep cezbettiler!

Lakin, cezbetmek ve cezbi yaşamak ile ortak bir yaşam sürmek ayrı kulvarların işleri… Öyleymiş, yani…

Ayrı kutuplar birbirini çekiyor; ama ne çekiyor!

Ortalık yıkılıyor, “Aşkı yeniden yazdık!” falan heyecanına kapılıyor!...

******

Neyse yani…

Öyle, böyle bir şeyler yaşıyor insanlar…

Sonu hüsran ile bitiyor!

“Hüsran ile bitmeyen” her evlilik pek mi dört başı mağrur oluyor?

Nereden bilelim?

*****

Israrla, aşık olup da evlendiğim adam ile, pek güzel şeyler yaşadık diye kendimi kandırmaya çalışsam da… Yani, güzel olduğuna inandırmak istediğim şeyler, an gelip de hak ettikleri yere otursalar da…

Kendimi kandırmamın sonucunda mutlu olduğumu sanmaktaydım!

Ne bileyim, sanki, daha iyisi olamaz gibi gelmekteydi!

Sanki… Yani… Her evlilik aynı dertlerden mustaripti!

******

Hayal kırıklıkları çok olabiliyor, beklentileri arıza yapıyor; kalbi pek fazla kırılıyor insanın, ama…

Bir çocuk doğuruyor, o an itibari ile aşık olduğu kocadan, en kötü taraflarını da almış olsa babadan, hoş görmek yerine “Tedavisine bakalım!” diye çırpınırken…

Genetik olarak aldığı genlerle savaşırken… Mesela “Takıntı hastalığı”!

Mesela, “Dürtü kontrol eksikliği…”

Yine de…

İyi ki doğurdum oğlumu diyor insan!

******

Tam bu gün, yirmi bir yıl önce, bir çocuk getirdim dünyaya…

İnsan olsun istedim, doğru olsun…

Fazla mı üstüne gittim, öyle dokunaklı bir insan oldu ki: Takıntı hastalığı peşini bırakmadı!

******

Fazla zeki, fazla duyarlı insanların hastalığı olarak tanımlanıyor, bu hastalık!

Payım nedir diye düşünmekten alı koyamıyorum kendimi!

******

Bir şeyler yaşıyoruz, yaşarken farkında dahi olamıyoruz; algılamamız ancak yıllar sonrasına denk düşüyor!

Yanlışlarımızdan, sakilliklerimizden dolayı canımız yanmalı, ille de bedel ödemek zorunda hissetmeli miyiz?

Yoksa; İnsanlık halleriniz deyip, geçirdiğimiz evrelerden dolayı kendimizi suçlamayı bir tarafa bırakmalı mıyız?

******

Aslına bakarsak, kim ister nahoş olaylar yaşamayı?

******

Yeri geliyor, yaşıyoruz!

Biz mi istedik?

Yaşamamız gerektiği için mi yaşadık?

******

Belki de, “Cehennem” denilen şeyi burada yaşıyoruz; burada dersimizi görüyor, burada hesabımızı veriyoruz!

“Cennet” de burada, muhtemelen…

Kin, nefret duygusu olmaksızın yaşayanlar en mutlu insanlardır, bence…

“Neden ben?”, “Niye oğlum?” diye sorgulamıyorum pek fazla!

Yaşamamız, deneyimlememiz gereken bir şeyler var demek ki; yoksa, milyarlarca insan arasından bize denk düşmesi “Şans eseri” olmasa gerek!

******

Birileri birilerine pek hoş görünüyor…

Ne matematiğini sorguluyorlar o anda, ne fiziğini, kimyasını…

Coğrafi koşullar eğlenceli oluyor, hatta, “Çimdim” demek “Yıkandım” demek dedi diye, kıkır kıkır gülüyor bir kızımız, mesela…

******

Pek güzel geçecek sanılan, aslında masal tozları ile öyle olması arzulanan, bir birliktelikten bir çocuk dünyaya geliyor!...

Masal prensi gibi karşılanıyor, prens gibi dünyaya geliyor, prens gibi seviliyor!

******

İşte… Ne oluyorsa sonra oluyor!

O prensin kraliçesi, yani annesi, bazı sakil durumlar ile karşılaşıyor!

O saatten sonra prens yalnızca kraliçeyi korumaya odaklanıyor!

******

Çocuk bedenin böyle ağır bir yüke sırt vermesi…

Offf…. Offf…

******

Neyse…

Bilmeden, anlamadan, sonunu görmeden yaşıyoruz!

Bilsek, anlasak, sonunu görsek, mesela, ne aşık olur, ne evlenir, ne de çocuk yapmaya yelteniriz!

******

Oğlumun doğum günü bugün, “Lan, iyi ki doğurmuşum seni!” diyorum!

Öyle sıkıntısı yan ceplerimde… Lakin… Yine de…

“Kurban olurum annem salkım saçak saçlarına”!

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..