Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

10 Aralık '20

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İnsana Emanet Olma

BİN İYİ OLSA DA BİR KERE HER BİLDİĞİNE GÜVENME...
 
İyi insanlar her yerde varlar. Çoğumuzun karşısına hayatımızın bir kısmında çıkarlar. Onların öyle iyi olduklarını sanırız ki, üzerlerine kimselerce toz kondurulmasına müsade etmeyiz. Hiç aklımıza gelmez, "her insanın kötü sayılabilecek bir yanı da mutlaka vardır"diye. En basitinden; öfkesi, kıskançlığı, vs... Hiç bir insan şüphesiz %100 iyi olmaz. Tabiatı gereği olamaz. İnsanoğlu melek olarak yaratılmamıştır. Beşerdir, şaşırabilir. Lakin biz yüreğimizin ısındığı, bize iyi gelenleri hep iyi biliriz. Böyle bildiğim biri beni yakın zamanda ne çok yanıltı. Kendisi dışarıdan bakılınca imrenilecek derece de iyimser, çok farklı... Nişantaşı'na yakın bir ara caddede, içerisini göstermeyen camların arkasındaki ofisinde meğer bu adam başka türlü farklıymış. Hani derler ya, "kırk yıl komşu oldum bilemedim huyunu suyunu, 40 gün dünür oldum anladım cinliğini" diye, arz etmeye çalıştığım kişide dışarıda, toplum içinde çok hürmet edilen bambaşka biri, çok yakınından bilenlerce çok daha bambaşka biri. Ben dahil, kendisini tanıyan pek çoklar, onun karakteri hep beğenirdik. İyi bir insan, yardımsever, dost canlısı, kırmaz dökmez bir kişilik olarak bilirdik. Zıddı bir duruma tesadüfen tanık oldum. Çok şaşırdım.
 
Evett. İstanbul'da, çok iyi insan diye tanıdığım, kendisinin işadamı olduğunu bildiğim biri, başka birinin ricasıyla yanına çalıştırmak için maddi manevi garip, genç bir adamı işe almış. Genç dediğim kişide delikanlık çağını aşmış. 30'lu yaşların baharındaymış. Küçük yaşta, kendinden daha küçük dört kardeşiyle birlikte babadan yetim kalmış. Anacığı zor şartlarda evlatlarını Allah'a layık kul olarak yetiştireceğim diye didinnip durmuş, lakin dünyanın zorluklarıyla tek başına başarıya ulaşmakta zorlanmış. Çocukların bir yanı sıcaklıktan mahrum kalmış, yürekleri hep ayazda donmuş. En fazla zararı büyük oğlu görmüş. Zira yaş aralıkları kendine yakın kardeşlerinin büyümesi için didinen anneleri, her bakımdan büyük oğlunu hayli ihmal etmiş. 
 
Büyük oğul ata ilgisinden, ana sevgisinden mahrum büyüyünce, bir başına bir yerlere gider sessizce hayattaki yalnızlığına içlenir dururmuş. Değersiz olduğunu düşünürmüş. Hiç kimse tarafından sevilmeyeceğini, kimsenin kendini güzel bulmayacağını zannerek ruh dünyasında preslemiş kendini, tüm  dünya ya ve insanlara karşı küskün hale bürünmüş...
 
Bu ailenin bu durumundan haberdar olan eski bir tanıdık vasıtasıyla büyük oğlan İstanbul'daki işadamı bilinen kişinin yanına, işinde yardımcı olsun diye yerleştirilmiş... Ben iş adamını ziyarete gittiğim günün üç dört ay evvelinden, yeni olmuş bu işe alım. İş adamı ona ofisinde yatacak yer vermiş, "geceleri burayı beklersin, bekçilik yapmış olursun. Gündüzleri de ben ne iş verirsem onu yaparsın" buyurmuş. 
 
Genç adam çaresiz, mahcup, mahzun "Peki" demekle yetinmiş. İş adamı bana dönüp diyor ki: "Hayır için aldım bu genci kapıma, Allah rızası kazanmak için. Bir dostum tavsiye etti, kıramadım. Dostum giderken çocuğun hiç yanlışı olmaz iyidir, vefalıdır falan dedi. Önce Allah'a, sonra sana ematetimdir, iyi bak diye de tembihledi. Tamam, dedik. Söz verdik, anlayacağınız sevabına işe alım yani; bir şey beklediğimizden değil. Bu deviirde iyilik eden azaldı, biz onlardan olmayalım dedik."
 
"Şunu dedik, bunu dedik, dedik, dedik.." İş adamı anlatıp duruyor. Tam araya girip, "yaptığınınz iyiliği dile getirmek, tüm iyiliklerinizi boşa çıkartmaktır" diyeceğim, iş adamı dememe fırsat tanımıyor. Yaylanarak oturduğu koltuğunda anlatmaya devam ediyor. Bu arada yazılı bari ifade de bulunayım, diyerek çantamdan kalem çıkartıyorum. Gözlerim iş adamının önündeki pahalı geniş masa üzerinden not yazabileceğim bir kağıt aranırken, kulaklarım iş adamına adapte olmuş, her dediğini dinlemek istemese de duyuyor: "Gencin anası da bu hayrımızdan pek hoşnut oldu. "O da evladım sana emanet" dedi gitti. Fakat kadıncağız o gün bugün beni gördüğü her yerde dilinden minnetarlık sözleri akıtırken, çok sıkıntı veriyor. Biri görecek olsa, yakınım falan sanır diye endişeleniyorum. Neredeyse her an, yatıp kalkıp bana dualar ediyormuş kadıncağız. Nasıl etmesin sayemde elleri biraz daha ferahladı ve oğlanın sosyal çevresi oldu. Belki de özgüven kazanacak oğlu, sonrasında çok şeyler başaracak..." 
 
"Ne güzel" diyorum. "Ne mutlu size."
 
İş adamı beni duymuyor gibi, ben de onun anlattıklarını anlama, anlamlandırma gayretindeyim. İş adamının "kadıncağız" diyerek sözünü ettiği kadın kendisine yapılan iyilik karşısında öylesine ezik duruma düşmüş ki, 'kazandığı katlansın' diye neredeyse kapı kapı dolaşıp iş adamının bilmeden reklamını yapılıyormuş. 
 
İyi insan, saygın kişilik bildiğim iş adamı gevrek gevrek gülerek "medyaya para saçsam, bu kadar etkili reklam yaptıramazdım" diyor. Sabrım taşmak üzere...
 
Fakat daha duyacaklarım olmalı, dinlemeye devam ediyorum. Evet iş adamının kendisinin de belirttiği gibi, şahsı kendisini tanıyanlarca o kadar çok iyi belleniyor ki, arkasından övgüyle söz edenlerin sayıları her geçen gün katlanarak artıyor. Çevresi genişliyor, çevresindeki saygınlığı artıyor, itibarı tavan yapıyor. Güven duyguları şaha kalkmış olan müşterileri çifter çifter iş yerine doluşuyor. Kazandıkça, kazanıyor. Kasası hayli dolgun oluyor. Yaşam standartı yükseldikçe yükseliyor. Fakat iş adamı bir süre sonra Allah rızası için yanına aldığı bu genci kapının önüne koyuyor. Gerekçesini, "benim olmadığım zamanlarda ofiste içki içiyormuş" diye beyan ediyor. 
 
Gencin anası araştırıyor, sorup soruşturuyor ki, asıl neden başka... Çünkü bu iş adamı bilinen kişi, daha öncesinde yanında hayır için iş verdiği sanılan zorda kalmış gariban insanları üç kuruşa her işinde çalıştırdığı için, onların her yanlışlarına arka çıkar, içlerinden hırsızlık yapana bile göz yumar, yaptığını sineye çekermiş... Bu 30'lu yaşlardaki genci kapı önüne koyma sebebiyse, yapsın diye verdiği işleri gencin beceremiyor olmasıymış. 
 
Ben sabrıma sabır eklemekle direnirken adamın keyifle anlattığı, kadıncağız diyerek acizlik yaftası yapıştırdığı, yüreği heybetli ana geldi iş adamının ofisine, ezilip- büzülerek aman dileyeceğini, yağcılık yapacağını sandığından iş adamı kadının karşısına geçmesine ses etmedi, dahası ananın bakışlarından saçılan ateşten korkmuş olmalıydı ki sesini çıkaramadı.... İş adamının değişiyle kadıncağız, dik duruşuyla dedi ki: 
"Ne yaptın sen be adam, ekmek veirken gözümüzü oydun. Neden oğlumu durup duruken kış vaktinde kapı önüne koydun? Benim oğlum altın yüreklidir. Lakin ben onları okutmak istediğimden, hayatın zorluklarını belletmedim. Bu yüzden oğlum çivi çakmayı, kum taşımayı beceremez. Ha onun yapabileceği başka işler vereydin, çayını, çorbanı pişireydi. Misafirini karşılayaydı. Taşıyabileceği yükü saraydın, göreydin o işleri yüzünü ağartacak şekilde nasıl yapardı."
 
Sonra öfkeli anne benim elimdeki kalemi görüyor. Benim sessizliğime ses etmeden, iş adamına dönerek: "Kalem tutmasını öğrenmiş el, kürek kavrayabilir mi? " diyor.
"Sen katırın geçeceği yola, atı sürersen tökezler durur elbet. "diye konuşmasını devam ettiriyor:
"Be adam senin için çok iyidir dediler. Biz de iyi belledik, dualarımızla iyiliğinin altında ezilmemeye çabaladık. Amma bu yaptığının neresi iyiliktir. Sana güvenmiş, inanmış, 'artık arkalığım var' deyip duran genci nasıl hayal kırklığına uğrattın? Vicdanın buna nasıl müsade etti.Sevabına nasihat versen gene bu çocuk senden aldığı nasihatle düzelir,  doğru yolu kendi  bulurdu. Amma sen sevap kazanma derdinde değil, çok para kazanma derdinde olduğundan yanlışa yanlış yaklaşımda bulundun. İş yerinde içki içmiş bahanesini öne sürdün. Hırsızlık, uğursuzluk yapanı yutuyon da, içki içeni mi miden kabullenmiyo? Oğlum neye efkarlandı bilmem. Elbette içmekle hem ayıp etmiş, hem günaha girmiş. Lakin sen onun yanlışını düzeltip ortadan kaldırmak yerine, kovmayı tercih ettin. Sana para kazandırmadığını sandığın birini kapında tutmayıp sokağa atmayı tercih ettin! Sana oğlumu emanet etmekle ne büyük yanlış etmişim. Gene de sana ettiğimiz dualar helal olsun, belki iyilik bulursunda, sanıldığı gibi değil, gerçekten iyi insan olursun."
 
İyi insan bildiğim iş adamı susmakta diretmiş, Benim yanımda oğlunu savunan anaya ne diyeceğini belki de bilemediğinden suskunluğa bürünmüştü.. Bense anayı hem takdir ettim. hem bazı sözlerini onaylamadım. Örneğin her koşulda oğlunun arkasında olması, ona koruyuculuk yapması takdir edilesi bir durumdu. Fakat oğlunu insana emanet etmesi kabullenecek bir davranış değildi. Duvara yaslanma yıkılır, insana dayanma ölür, sözünden öte, insanoğlu önce kendi menfaatini düşünen bir varlıktır. İş adamı nitekim iş yerinden müşterisinin kaybolması korkusuna kapılmış olmalıydı ki, işçisinin annesine "Benim ofisimde içki içeni ben hoş görmem, asla istemem!" diyebildi.
 
Kadın boynunu eğmeden hepten dikleşmiş halde:
"Bey, bey, işadmı bey! Sen bu oğlumu yanına Allah rızası için almadın mı, maksadın Allah rızası değil miydi. O vakit niye Allah rızasından vazgeçip dünyalığını tercih ettin. Benim oğlum yanına gireli müşterin doldu taştı. Rızkına bereket geldi. Kiminin eli çalışır, kiminin dili, sevap işledin diye oğlum da ben de hemen her an sana duacıydık. Şimdi sen menfaatin için bu çocuğu işe aldığını, işine yaramadığını düşününce de kapıya koyduğunu söylemiş oluyorsun. Sen Allah rızasını kazanmayı isteseydin, oğlumu kovmak yerine karşına alıp konuşurdun. Yanlışından döndürmeye çalışırdın. Birini kovmak kolaydır. Önemli olan onu kazanmaktır. Sen bu genci kazanmayı değil, kovmayı tercih ederek Allah'ın rızasından da kaçınmış oldun.. Kazanacağın sevabındandan mahrum oldun. Bu davranışından Allah'ın rızası olur mu sanıyorsun? Seni iyi görünen kötü seni! Bu yaptığını Allah'a havale ediyorum!" diyerek çıktı gitti. Ananın son sözlerine hayran kalmıştım. Oğlunu savunması, çocuğuna her şartta arka çıkması, gurur verici, örnek alınacak bir davranıştı elbet. Ondan öte, iş adamına hakaret etmedi. ortalığı kırıp dökmedi. Ders verirken, kendi de öğrenir gibi aynı ses tonuyla, biraz hareretli konuşup gitti.
 
İş adamının da yanımda kibarlığını bozmaması her ne kadar takdirimi kazanmış olsa da,  tutarsızlığı tercih ettiğim bir karakter olmadığından , çayını bile içmeden ben de müsade isteyip yanından uzaklaştım. Ve bir kez daha anladım ki, günümüzde insanın en iyisi menfaati bitene kadar iyi. Ve insan ne kadar iyi olsa da insandır, yanlış yapabilir. İnsana insan emanet bırakılmaz. Allah'a emanet edilense, hiç bir zaman zayi olmaz. 
 
Hayat, yaşandıkça gidilecek bir yol, gidildikçe öğrenilecek bir okul... Atalarımız boşuna dememişler: "Güvenme dayına, ekmek al yanına..." Dayına, değil, kardeşine bile güvenirken düşünmek gerek. Hele emanet tesimi yapmadan, "önce Allah'a emanet, sonra sana." demeyi bilmek gerek... İyi insanlarla karşılaşmamız duasıyla...
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..