Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '12

 
Kategori
Eğitim
 

İnsanımız eğitim sistemimizin ürünüdür

İnsanımız eğitim sistemimizin ürünüdür
 

Erzurum'da Karayazı'da ilk öğrencilerim


Eğitim sistemimizde, imam hatip okullarının, çocuklarımızı özel amaçlarla yetiştirmek için, insanı ve yaşamı tanımalarına fırsat vermeden kapmasını, adeta çocuklarımıza zorla el koymasını eleştirdiğimiz yazılarımız açısından, diğer okullarımızı da bir değerlendirmek gerekirse, aslında onların da birer imam hatip okulu olduğu görülecektir. Yani zaten diğer okullarımız da birer imam hatip okulu gibidir. Biz bunları yaşama ve insana uygun hale getirmemiz gerekirken, şimdi bunları da kişisel siyasi amaçlarımız doğrultusunda militan yetiştireceğiz diye, insanın ve yaşamın daha da uzağına itmek: ne akıl, ne bilim, ne din ve ne de zamanla bağdaşmaz. Ve aslında bunun için ayrıca bir çaba harcamaya da gerek yoktur. Zaten öteki okullarımız da, insanı ve yaşamı tanımayan, çocukluğunu yaşayamayan taze beyinlere bilgi pompalama işlemiyle meşguldür. Amacı militan yetiştirmek olan imam hatipten  normal bir insan ve İslam yetişmeyeceği gibi, diğer okullardan da normal bir insan veya insanlık hayrına bir meslek sahibi yetişmeyecektir.

Eğer insanımız akıla, bilime ve çağa uygun olarak yetişseydi şimdi insan yapımız, böylesine mutsuz, sevgisiz ve agresif olur muydu? Siyasi çevrelerin, çetelerin, hamaset ve gösterişin esiri olur muydu?  Kendi başına düşünebilmenin, araştırmanın incelemenin, bağımsız ve objektif karar vermenin bu kadar uzağında kalabilir miydi?

Elbette ki olamazdı. Çünkü çocuklar insan ve yaşama öncelik veren normal bir eğitimden geçmedi. Eğitim çocuğun beynini köreltmek için yapıldı. En başta çocukluğunu yaşamasına izin verilmedi. İnsana ve yaşama dönük alanlardan uzaklaştırıldı. Spordan sanattan uzak tutuldu. Okuması ders kitabıyla test kitabı aralığına sıkıştırıldı. Sonuçta da, ne kendi aklıyla düşünen bağımsız ve objektif bir insan tipi, ne edebiyat ve sanata ilgi, ne kitaplardan haz alan bir okuma zevki, ne hoşgörü, ne duyarlılık ve ne de sevgi, yoklara karışıp gitti. Yaşamın dışından yol alan bir eğitim sistemi ve şark kültürü insanımıza damgasını vurdu.

Şu anda nasıl bir insana sahibiz derseniz: Türk insanı çok zekidir ve her şeyi bilir. Hatta okumuşu cahili herkesin bildiği bilgi en doğru ve en güzelidir. Maalesef en çok bilenler de, bilginin en uzağında olanlardır. Çünkü insanların cehaletini anlamaları için de okumaları ve gerçek bilgilerle yüz yüze gelmeleri gerekir.

Yani aslında Türk Milleti zeki değil, kurnaz bir kopyacıdır. Duyduğu güzel bir sözü ayırımına varmadan kendine mal edip, papağan gibi tekrarlar. Kültürümüze göre, söylenmesi gerekenleri söylemek, fakat yaşamda, işine gelenleri yapmak gerekir. Çünkü kültürümüz kurnazlık ve ikiyüzlülük kültürüdür. Yani sahip olduğumuz insan varlığının birinci nedeni, bence kültürdür gibi geliyor. Çünkü eğitim sisteminin böylesi çağdan ve insandan uzak olması, bilimsel bir temele oturtulamaması büyük ölçüde kültürümüzle paralellik sağlama kaygısından kaynaklanıyor sanki.

Çünkü Şark Kültürü tarih boyunca, durağan din dogmalarının gölgesinde kalmıştır. Toplumda cehalet, saflık ve masumiyet gibi algılatılarak, ilkel dogmaların ekileceği verimli bir tarla gibi koruma altına alırken, bilgiye hep kuşkuyla bakılmış, bilim insanları ve sanatçılar dışlanmıştır. Yani bu dogmalar değişimin hep karşısında durmuştur. Osmanlıda elektrik gibi en hayati enerjiye, sinemaya, sanata karşı çıkan zihniyet, 20. yüzyıl sonlarında, şimdi başından hiç kalkmadığı televizyona bile karşı çıkmıştı.

Eğitim’e gelince, Osmanlıda Medreseydi, fazla bir şey beklenemezdi, ama neden cumhuriyetin devrimleri de, fazla bir şey değiştiremedi? Ben bu konuyu da çok düşündüm. Aslında Cumhuriyet modern olanı, çağdaşı verdi. Peki, öyleyse neden başarı sağlanamadı; derseniz: benim naçizane düşüncem eğitim sistemi, belki de içerikten daha da önemli bir ayak bağı idi. Çünkü ezberci eğitim sistemi ile özgür düşünen, sorgulayan ve kurgulayan bir insan yetiştirmek maalesef mümkün değildi.

Ezberci eğitim sistemi, şartlanmalara, kışkırtmalara, ayrışmalara, çatışmalara yatkın insanlar yetiştiriyor. Düşünen, araştıran sorgulayan, yargılayan insan değil. Bilemiyorum ama belki de bu sistem başlangıçta belli şartlanmalar yaratarak, devrimlerin fazla sorgulanmadan, benimsetilmesi için bilinçli olarak da konulmuş olabilir. Ama çok partili döneme geçişte siyasi partiler bu sistemi, vatandaşları kendi partilerine şartlandırmak, karşı partiden nefret ederek ret duygusu geliştirmek amacıyla daha da ileri götürdüler. Çünkü hiçbir özelliği olmayan siyasi partilerimizi, vatandaşın yargılamadan sorgulamadan kabul edebilmesi için, eğitimin şartlanmalara yatkın insanlar yetiştirmesi gerekirdi.

Eğitimde ezberciliğin gelişimini, biraz örneklemek gerekirse, ben kendim Gönen İlk Öğretmen okulunda öğrenci iken, (1958-1964) fen bilgisi, fizik, kimya derslerimizin hemen hemen tamamı laboratuarlarda işlenirdi. Okul kütüphanemizde tüm dünya klasikleri vardı. Yetmedi ayrıca sınıf kitaplıklarımız vardı. Yaptığımız bir resimi, yazdığımız bir şiiri sınıf köşelerine asarak arkadaşlarımızla paylaşabilirdik.

Okulda ilk yıllar, Tommiks, Texas gibi resimli macera dergilerini, Esat Mahmut Karakurt ve Kerime Nadirin aşk romanları izlerdi. Çünkü bunlar yasak olduğundan, yasağa karşı duyulan merakla daha bir severek okurduk ki, belki de bizde okuma zevk ve alışkanlığını bu kitaplar yarattı. Yani o zamanlar aman okusun da ne okursa okusun anlayışı yoktu. Türkçe öğretmenlerimiz, kütüphanedeki çocuk kitaplarını, (Keloğlan masalları, iki çocuğun devri alemi, Gülliver devler ülkesinde gibi) ileri sınıflarda edebiyat öğretmenlerimiz, dünya klasiklerini okumamızı isterlerdi.

Hiç unutmam okuduğum ilk dünya klasiği Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah adlı eseriydi. Öğretmen okulu dördüncü sınıftaydım. Ve benim okuduğum Kırmızı ve Siyah, bugün piyasadaki 400-500 sayfalık kitap değildi. Benim okuduğum üç ciltlik ve bin sayfadan fazla bir kitaptı. Ayrıca her yıl iki kitabı zaten hepimiz zorunlu olarak okuyorduk. Çünkü her dönem bir kitabı okuyup, verilen kalıp içinde inceleyip ayrıca sınıfa aktarmak ödev notunuz olarak, desten sınıf geçmenizi etkilerdi.

Şimdi dönüp geriye bakacak olursak, ezberci eğitim sistemine rağmen ve ülkemizde siyasetin kirinin tüm kurumlara bulaşmaya başladığı 50’li, 60’lı yıllarda bile yukarda belirttiğim olumlu gelişmeler yaşanabilirken, film nerede koptu acaba? Aslında bu sorunun yanıtı çok basit! Her şey 12 Mart 1970’de, geceyle gündüz gibi bir anda değişti. Bunun en güzel örneği de dönemin generallerinden birisinin “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi geçti” demesidir.

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..