Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İnsanlar dinlemede

İnsanlar dinlemede
 

Fotoğraf: Sabahattin GencalKameralar çıktı gözlemler bitti.


İşim vardı. Başiskele’deki Müftülüğe yaya indim. İyi ki yürümüşüm. Sadece kaslarım değil gözüm gönlüm açıldı. Gözlerim manzaraya doydu. Kulaklarımın da pası silindi. 

Hafif bir yağmur vardı. Zaman zaman şemsiyeyi de açıyordum. En çok da gözlerimi ve kulaklarımı açıyordum. Kuşların seslerini nasıl anlatsam. Bir orkestra kurmuşlardı sanki. Kuşları görmüyordum, ama seslerinden kendilerini belli ediyorlardı. Asfalta yaklaşmıştım ki serçeleri, güvercinleri ve kargaları gördüm. Kuşların, uçuşmaları, süzülmeleri, kur yapmaları da bir başka. 

Affedersiniz iki köpek karşıma çıktı. Köpekten söz edince niye affedersiniz diyoruz ki. O kadar güzeller ki. Kuşların konserine katılmıyorlar. Onlar da benim gibi dinlemede. 

İkici ada çok güzel. Ada çevresini tel örgüyle çevirmişler. Envayi çeşit, ağaçlar, çiçekler. Dikkat ettim burada kuşların orkestrası daha canlı. 

Bir ara konsere ara verildi gibi. Aslında konser devam ediyordu belki; ama ben bu alandan daha aşağılardaydım. 

Az aşağıda bir kedi de gördüm. Dozere bakıyordu herhalde. Küçük bir dozer bahçe düzenlemesi yapıyordu. Bir ara belediye çöp arabası geçti. Arabanın üzerindeki “Yarınlar için temiz bir çevre” yazısına uygun çalışmalar yapılıyordu. 

Daha aşağı kısımlarda tavuklar da gördüm. Horoz sesleri fazla yok. Horozlar bu saatlerde yani 09- 10 sularında ötmezler mi? 

Bir ara sokaktan caddeye çıkan çocukların ellerinde oyuncak arabalar vardı. Hayret sesleri çıkmıyordu. Bir ara “Babişko” diye genç bir adamın sesini duydum. Onda biraz önce de bisikletiyle geçen bir sakallının çalışan ustalara “Kolay gelsin.” deyişini duymuştum. Benim bir bisikletim bile olmadı. Sahildeki evimiz depremde yıkılmadan önce bir bisiklet alma hayalim vardı. Sözde eşimi gezdirecektim sahil boyunca. 

Bisikletim varsın olmasındı. Yürüyebiliyorum ya. Dereye indim. Bahçeleri bellemişler. Toprak ince yağmurlardan mutluluk duyuyor. 

Merkeze doğru kuş sesleri azalıyor. Araba sesleri var. Ama korna yok. Bir araba az kalsın eziyordu beni. 

Müftülüğe gitmeden önce fotokopi çekmek için bir fotoğrafçıya uğradım. Küçük bir dükkân. Güzel bir düzenleme var. En çok da bilgisayarının başında kendinden geçerek çalışan bir eleman dikkatimi çekti. 

Müftülükte memurlar çok iyi karşıladılar beni. İşim bittikten sonra müftü beyin de bir çayını içerek ayrıldım. 

Yağmur yağıyordu. Minibüsle dönmek de var; ama yine yürümeyi tercih ediyorum. Yürümek iyi geliyor bana. İnerken bir ara kalçamda ağrı vardı; ama çok geçmeden düzeldim. 

Eve doğru çıkarken de gözlemlerime devam ettim: 

Bir oto yıkama yerinden müzik sesi geliyordu. Teybi biraz çok açmışlardı. 

Kahve önlerinde, parti belde teşkilat binalarının önlerinde çoğu yaşlı kişiler oturuyorlardı. Bir ara onları da dinlemeyi düşündüm. Sonra vazgeçerek yola devam ettim. 

Ada bahçelerinin klasik düzenlemelerinden başka, çok olmayan sebze bahçeleri de görüyordum. Büyük bir oda kadar bir yer düşünün. Dörtgenin kenarlarında kara lahana fideleri, ortada taze yeşil soğanlar. Bir kenarda marullar. Başka fideler de vardı. Ne olduğunu uzaktan çıkartamadım. Çıkartamadığım, anlayamadığım, anlatamadığım o kadar çok şey var ki… 

Bahçelerdeki, kümeslerden, köpek kulübelerinden hiç söz etmedim. Bir bahçede banyo küveti gördüm. İçi su dolu. Yağmur damlalarının dansını seyretmek için konmadı bu küvet. 

Birinci adaya yaklaşıyorum. Arkadan bir çocuk sesi. Geriye baktım. Annesine, sanki kahramanlığını anlatan 5-6 yaşlarında bir komutan çocuk var. Şemsiyesizler; ancak yağmurdan hiç etkilendikleri yok. 

Bir motor sesi. Allah Allah, merak ettim, nerden gelir bu ses. Ta uzakta çimen biçiyorlar. Çalışanların yanlarına gideyim dedim, vaz geçtim sonra. Biraz yukarda başında kask, özel elbiseli bir belediye çalışanını gördüm. Konuşturdum onu. Yağmurda çalışmanın nasıl olduğunu sordum. Zor dedi. Aynı yerden iki defa geçmek gerekiyor. Motor yağmurdan etkilenmiyor. Birinci adada dört belediye elemanı çalışıyor. Diğer adalarda çalışanlar da varmış. 

İş merkezine yaklaştım. Bir motorsikletli genç geçti yanımdan. Az sonra bir korna sesi. Elektrikçi korna ile selâm veriyordu. Sahi epey yol kat ettim de bir dosta, bir tanıdığa rastlamadım. Rastlayamam da çünkü epeydir burada yaşamama rağmen pek gezmiyorum. 

İlköğretim okulunun yanından geçiyorum. Duyduğum seslerle kendimden geçiyorum. Bir emekli öğretmenin çocuk seslerini duyması nasıl olur tahmin edemezsiniz. Öyle dalmışım ki şemsiyeli birinin el sallamasını epey sonra fark ettim. Ben de selâmını aldım; ancak kim olduğunu çıkartamadım. Ayıp olmadı inşallah. 

Yağmur dinerken bizim adaya yaklaştım. Kuş sesleri başladı. Dikkat ettim. Yağmurda tek tük kuşlar ötüyor; ancak konser vermiyorlar. 

Üçüncü kattaki evimizin penceresinde çamaşır ipi germek için iki ince boru var. Bu borunun üzerinde bir karga. Merakla gözledim. Önce yere eğildim, bakalım kaçacak mı diye. Küçükken yere eğildik mi taş geliyor diye kaçarlardı da. Apartmandan biri çıktı. Otomatik kapının sesi de kaçırmadı kargayı. 

Gözlemeye devam ediyorum. Ceviz ağacı da pencereye kadar uzanmış. Tomurculanıyor da. Birinci kat balkonundaki asmada canlılık belirtisi var. Kapını önündeki güller de bordolaştı. Diğer ağaçlar, çiçekler güzelleşti. Diğer adadaki bitkiler daha bir bakımlı. Neyse, karga yine yerinde. Uzaklarda sanki patlamalar oluyor. Kuşlar bizim adaya kaçıyorlar. Çatılarımız kuş dolu. Alçaktan uçuş yapanlar var. Bir de biraz yüksekten uçanlar var. Martılara benziyorlar. Denize bir km. mesafedeyiz. Martı gelir mi buralara. 

Eve çıkıyorum. Hoş beşten sonra camdaki kargaya bakmak için perdeyi kaldırdım. Kaldırmamla kaçtı. Ya, tv sesini, bizim sesimizi duyuyordu mutlaka. Yine kaçmıyordu. Perdenin kımıltaması ile…Kuşu kaçırttığıma üzüldüm. 

Karışık mı anlattım. Doğada karışıklık olmaz. Gördüğüm sıraya göre, objektif olarak anlattım. Ne var ki sanatkâr öyle objektifin gördüğünü değil kendi gördüğünü anlatır. Ah, gördüklerimin yaptırdığı çağrışımları anlatsaydım, anlatabilseydim. Ne güzel olurdu, belki o zaman sanattan söz edebilirdik. Ama kendi kendime söz verdim. Öyle gerilere, çocukluğuma kaçmayacağım. Önümdekini görmeye gayret edeceğim. İnsan bu konuda sözünde pek duramıyor. İster istemez duygulanıyor insan. Duygularım bende kalsın. 

Bu bir saatlik yürüyüşü resmetmek kolay olmuyor. Fotoğraf makinemi yanıma alsam daha mı iyi olurdu.? 

Yazımı bitiremiyorum. İllâ bir yargı cümlesiyle bitirmeyi alışkanlık haline getirdik. Oysa ne gerek var; okuyucu istediği yargıya varsın, doğayı da insanları da dinlesin. 

 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 04. 05. 2011 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..