Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '14

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

İnsanların yorduğu Kentler Kentlerin yorduğu insanlar

İnsanların yorduğu Kentler Kentlerin yorduğu insanlar
 

Van'dan Bir Sokak


Düşlerimize girer

Dalından koparıp yediğimiz

Kirazlar, kayısılar


Çıplak ayakla suladığımız

Sebze bahçeleri.

 

Düşlerimize girer,

Çocukluğumuzun kelebekleri.

Hindileri, kazları,

İnekleri.

 

Ağaçlara bağladığımız salıncaklar,

Bahçenin bir köşesinde yanan ocaklar.

Şahbettin Uluat

Çocukluğum nüfusu yüz bini bulmayan bir taşra kentinde geçti. Bizim kuşak, geniş toprak parçası üzerine yayılmış bahçeli, o zamanlar neredeyse tamamı toprak evlerde yaşadık. Her evin kendine göre bahçesi, ağacı; bir kısmının tavuğu, horozu, kedisi, köpeği, ineği vardı.

İmara açılıp parsellenen o zamanın varoşlarında ortalama arsa büyüklüğü beşyüz metrekare civarındaydı. Beton ve demir yoktu. Beton döken makineler, demir bağlayan, tahta kalıp çakan ustalar, bağıra çağıra çalışan ameleler yoktu.

Babamın evimizi yaptırdığı ekibin en kalabalık olduğu zaman on kişiyi bulmamıştı. Duvarları iki bütün bir yarım kerpiçle yapılan oldukça sağlam bir ev inşa etmişlerdi. İçinde yaşarken, taze yumurtaları tavuklardan, sütü komşudan, yerde kar olmadığı zamanlarda sebze ve meyveyi bahçeden alırdık.

Ne yoğun bir taşıt trafiği vardı, ne de gürültü çıkaran diğer makineler. Evimizdeki tek mekanik ses, annemin dikiş makinesinden çıkan sesti.

On günde bir Devlet Su İşleri görevlisinden sulama suyu izni alır, bahçelerimizi sulardık. Kavak ve meyve ağaçlarımız vardı. Bütün komşularımızın ağaçları vardı.

Yıllar sonra iş güç sahibi olup evlendiğimde kent kabuk değiştirmeye, beton binalar yükselmeye başlamıştı. Kışları uzun ve meşakkatli olan kentimizde apartmanlar kaloriferlerinden ve kolay temizlenebilir olmalarından ötürü hanımların gözdesi haline gelmişti. Bu durum evlerde falancanın apartmanı böyle düzgün, filancanın böyle rahat şeklinde gündemlere oturunca biz o kuşağın genç babaları da ister istemez bakınmaya başladık.

Günün birinde iş değişikliği nedeniyle elime geçen bir miktar tazminata kardeşimden aldığım borç parayı da ekleyip inşaat halinde bir kooperatife üye olduğumda büyük bir hafifleme hissettim. Kooperatif için “üniversitelilerin kooperatifi” deniyordu. Görünüşe göre hiç bir sorun yoktu ve orada bir pay bulabilmem benim için büyük bir şanstı. Dört blok halinde düşünülen sitenin kaba inşaatı ilerlemişti.

Yaşamının o güne kadar olan kısmını müstakil evde geçirmiş biri olan benim için bu yeni bir deneyimdi. Apartman nedir, nasıl olmalı, ne tür sorunlar yaşanabilir tarzı sorular aynı durumdaki diğer herkes gibi benim için de henüz çok yabancı olduğumuz şeylerdi.

Satıcının parasını verip yapı kooperatifine üye olduktan sonra toplantılara katılmaya başladım. Sitenin inşasını üyeler yürütüyorlardı. İşi başlatan ve inşaat işlerinden anlayan ortak ayrılıp gitmişti. Beş kat düşünüldükten sonra yedi kat yapılması kararlaştırılan blokların yükseklik farkları bitişikteki arsa sahiplerinin itirazına, onların itirazı da inşaatların durmasına neden olmuştu.

İşler bir süre durduktan sonra itiraz eden komşulara bir miktar ödeme yapılarak şikayetlerini geri almaları sağlandı. Bulunduğumuz ada ticari alan değildi ve komşu arsadan belli bir miktar uzakta inşaat yapmak zorundaydık.

O zaman bize, sitemizin cadde tarafındaki sahiplerinin itirazda bulunduğu arsanın imar planında yeşil alan olduğu yönünde bilgi verilmişti. Cadde üzeri olmalarına rağmen o arsalara bina yapılmamış, baraka tarzı küçük yapılar kurularak oto galerileri olarak kullanıma açılmıştı.

Kentimiz belediyesine ait yayın organında söz konusu bölgeyi de kapsayan geniş bir bölgenin park ve miting alanı olarak düzenleneceğine ilişkin bizzat Belediye Başkanı’nın açıklamalarını görünce önceki bilgilerin doğru olduğundan neredeyse emin olduk.

Aradan çok zaman geçmeden Başkan sözünü unuttu ve hemen sitemizin bitişiğinde, üstelik sitemiz alanına sıfır noktada ve hatta sonradan yapılan bir ölçümde ifade edildiğine göre sitemiz alanına da tecavüz edilerek bir inşaat yapılmaya başlandı.

Yeşil alan olacak yer her ne olmuşsa olmuş ticari alan olmuştu ve ilk bina yapılmaya başlanmıştı. İleriki zamanlarda da bizim binalarımıza itiraz edip ancak bir miktar para aldıktan sonra vazgeçenler de yine sitemize sıfır noktasından ve site balkonlarının tam karşısında inşaatlar yükseltmeye başladılar. Önceleri konut alanı olan bölge, ticari saha olunca insanların içinde yaşadığı konutlar bir anlamda sıfır noktasından yükselen, balkonlarını, pencerelerini kapatan işyerlerinin komşusu oldu çıktı.

İlk inşaat birkaç yıl boyunca gürültü ve pisliği ile site sakinlerini rahatsız ettikten sonra ikinci inşaat ve üçüncü inşaat başladı. İnsanlar kendi evlerinde huzurlarını yitirdiler.

Ticari yapıların orta yerinde gökyüzünü yitirmiş bir alanda evlerimiz var şimdi. Her gün, her biri iki üç yıl süren inşaatlarla yapılan binalardan haftanın yedi günü saat yediden itibaren gelen kalıp çakma-sökme, beton dökme seslerini dinliyoruz. Öte yandan bütün bu olumsuzlukların yanında gündeme bile gelmeyen başka sıkıntılar da var.

Çocukluğumuzda doya doya yaşadığımız yeşili ve bahçeleri çocuklarımıza yaşatamaz hale geldik. Evlerimizin bulunduğu sitede, bize ait yeşil alan yok. Çocukların ayakları taş ve beton zeminlerden kurtulup toprağa değmiyor. Büyük iki oğlumu çocukluklarında salıncağa bindirmek için götürdüğüm bir sokak ötemizdeki Bosna Hersek Parkı artık yok. Yanına yapılan bir bina nedeniyle önce bakımsız bırakılan park zamanla nüfuzlu sahiplerinin bastırmasıyla tamamen ortadan kaldırıldı.

Kazdan, ördekten vazgeçtim, çocuklarımız tavuğu, horozu, arıyı, kelebeği tanımaz hale geldiler. Küçücük örümcekleri gördüklerinde “akrep var” diye bağırıyorlar.

Çevreme bakıp gördüğümde anlıyorum ki, bizim yaşadıklarımız benzer durumdaki yüz binlerce başka insanın farklı şekillerde yaşadıklarının basit bir örneği. Doğru çalışmayan ya da yetersiz çalışan kurumlar, kendi çıkarından başka bir şeyi dikkate almayan insanlar, nasıl tepki göstereceğini bilemeyen kalabalıklar bir araya geliyor ve hayat çekilmez oluyor.

Biz insanlar küçük akıllarımız, büyük hırslarımız ve çıkar hesaplarımızla kentleri yordukça kentler de bizi yoruyor. Plansız ve kontrolsüz şehirleşme insanların soluk alma şanslarını azaltıyor. Çevre yetersizliğine bağlı ruh ve beden hastalıkları giderek artıyor. İnsanlar tek tek ve birlikte dünyaya sadece kendi çıkarları penceresinden bakarak iş yapınca kısa vadede kazançlı görünseler de uzun vadede kendi gelecek kuşaklarına zulüm ediyor.

Bir gün bizim kentlerimizde de Amerika’da, Avustralya’da olduğu gibi insanların oturması için planlanmış, yüksek ve düzensiz yapılaşmaya izin verilmeyen bahçeli evlerin bulunduğu semtler, bölgeler görebileceğimi ümit ediyorum. Ömrümün son zamanlarını olsun benden sonraki kuşaklarla öyle yerlerde geçirmek istiyorum.

Gelişen, büyüyen ülkemiz insanının bunu çoktan hak ettiğine inanıyorum.

 


Kasım 2011

 

Van

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..