Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '14

 
Kategori
Felsefe
 

İnsanlığın büyük sorunu

İnsanlığın büyük sorunu
 

İNSANLIĞIN BÜYÜK SORUNU


GÜNÜMÜZ DÜNYASININ BÜYÜK SORUNU,

Bu yüzyılda insanlık büyük bir çıkmazın içine girdi. Derinliği bilinmeyen bu çıkmazda dibe batmaya devam ediyor. İşin en trajik yanı ise çıkmaza girdiğinin farkında olmaması. İnsanın en büyük özelliklerinden birisi yaptığı hatadan dönmek değil midir? Ancak hata yaptığının farkında olmaz ise, ne o hatadan dönmeye kalkar nede kendini kurtarmak için bir çaba sarf eder. Hatayı bilerek veya isteyerek yapmıyordur tabi ki. Onu derin çıkmaza iten sebepler var. O nedenler aslında milyonlarca yıldır insanın ilkel benliğinin var olmasını tetikleyen körükleyen en önemli yanlarıdır. Diğer canlılarda da var olan bu özellikler henüz peşimizi bırakmadı. Yakın zamanda hala işe yarıyor ve dünyadaki varlığını devam ettirmek için büyük faydalar sağlıyordu. Oysa şimdi bütün geçerliliğini kaybetmiş olmasına rağmen hala biz insanları etkisi altında tutuyor. İlkel zamanlarda çok işe yarıyordu fakat şimdiki zamanda büyük zararlar veriyor. Derin yaralar açıyor ve tahribat yapıyor.

Çalışmak ve bir şeylerle uğraşmak insanın doğasında var olan bir olgu. Bir iş yapmayan insan körelir. Hem ruhu hem de bedeni günden güne erir. Bu yönümüz diğer canlılardan biraz daha farklıdır. Hayvanlar belli aralıklarla karınlarını doyurmak için beslenme faaliyetinde bulunurlar. Bazıları avlarının izini sürerken bazıları bütün gün otlayarak bu temel ihtiyacını giderir. Çoğunun, belli dönemlerde çoğalma içgüdüleri ortaya çıkar. Dayanılmaz iç güdüsü için harekete geçer. Yavrular korunur. En güçlü olan lider seçilir. Barınak için keşifler yapılır ve yaşamları devam eder.

Temel ihtiyaçlar açısından aslında insanın olguları da bu bağlamda büyük benzerlik gösterir. Temel ihtiyaçlar; Nefes almak, su içmek, beslenmek, uyku uyumak, barınmak ve üremek olarak sıralayabiliriz. Bunlara ek olarak iletişim ve ulaşımı da insanlar için ekleyebiliriz. Bu eklediğimiz son ikisi, temel ihtiyaç olmamasına rağmen yine de ekleyebiliriz. Diğer canlılarda, iletişim ve ulaşım doğal yollarla yapılmaktadır. Bizim yaptığımız ise biraz daha farklıdır. Sosyal ihtiyaçlarımız açısından doğal yolların dışında mekanik iletişim ve ulaşıma ihtiyaç duyarız. Temel ihtiyaçları karşıladıktan sonra zevke ve eğlenceye yönelik diğer olgular kendini gösterir. Sosyal olmamızın gereğidir bunlar. Tatil yapmak, eğlenmek, müzik dinlemek, yazmak, okumak gibi. Bazı temel ihtiyaçlarımızı ise abartılı şekilde yaşamaya devam ederiz.

Mesela üremek; İçgüdülerimizin yanında sosyal bir zevk aracı olarak kullanmaktayız. Doğum kontrol yöntemleriyle yapılan üreme eyleminin üremekle bir alakası olduğunu söyleyemeyiz.

Liderlik; Sosyal yaşayan canlıların farklı özelliklerinden faydalanma yöntemidir. Muhakeme özelliğinin iyi olması, fiziksel özelliklerinin üstünlüğü, bir çok konu ile ilgili ekstra bilgi sahibi olması veya karakteristik anlamdaki güçlü yönleri bir lider seçimine iter bizi. Ama insanın liderlik çekişmelerinde diğer canlıların dışında var olan başka unsurlar vardır. Entrika, yalan, hile, paranın gücü, din gibi. İnsanlık endirekt etki eden ve etik olmadığı düşünülen bu konularla ilgili savunmasını ise demokrasi ile çözmeye çalışmaktadır.

Şimdi genel bir değerlendirme yaparsak; Temel ihtiyaçlar var olmak ve olmamak arasındaki çizgidir. Bu çizginin bir tarafında bulunanlar yaşam anlamına gelir ve temeldir. Çizginin diğer tarafında ise bazı sorunlar görülür. Bu sorunların kaynağı temel ihtiyaçlarımız için benliğimizde taşıdığımız ve çok güçlü olan temel dürtüdür. Bu dürtü o kadar güçlüdür ki insanlığı derin bir çıkmaza doğru sürüklemektedir. Hem de hiç farkına vardırmadan. Dünyada yaşayan ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilen insanlara bakarsak bunu daha iyi anlayabiliriz. Çizginin bir taraflarında hayati önemi olanlar belirgin ancak çizginin diğer tarafındaki ihtiyaçlar, sonsuz ve dünyaya hakim olmuş gibi gözükür. Bu tıpkı büyük bir tren katarının tehlikeyi görerek frene basmasına benzer. Frene bastıktan çok sonraları durabilir. Vahim olan ise hala frene basmamış olmamızdır. İhtiyaçlarımızın sonsuz gibi gözükmesi insan olmamızın gereği olarak değerlendirilebilir. Ama bu büyük bir yanılgıdır. Hırs ve doyumsuzluk birey için olduğu kadar toplumlar için de felaketin başlangıcıdır. Bu sorun bir topluma veya ülkeye ait bir sorun değildir. Bu insanlığın büyük bir sorunudur. Ve hala frene basılmamıştır. Ülkeler ve toplumlar arası rekabet sorunu körüklemektedir. Aynı şekilde bireyler arasında ki rekabet içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu sorunu körükleyen çok güçlü bir olgu daha vardır. Bu olgu hiçte bilimsel temellere dayanmamakta olmasına karşın çok güçlüdür. Hatta insanların çoğu tarafından ayıplanır ve hoş görülmezmiş gibi yorumlanır. Bu tezat tehlikenin boyutunun sandığımızdan daha ciddi olduğunu gösterir. Bazen bu yıkıcı olgunun varlığının farkına dahi varamayız. Var olduğunu biliriz. Yapanları eleştiririz ama farkında olmadan bizde yaparız. Tıpkı bir virüs gibi, gözle görülmeyen ama tehlikeli olduğunu bildiğimiz ancak vücudumuzu işkal ederek bizi yok etmeye başladığında fark edebileceğimiz virüsler gibi. Sinsi olan tehlikelidir. Onu bulup yok etmek zordur. Bir diğer tehlikeli boyutu ise bazılarının bu olguya masumane kılıflar uydurmasıdır. Bu daha da tehlikelidir. Onun tehdidini algılar ama kendini kandırır.

Bir atasözü vardır’’Komşunun tavuğu komşusuna kaz gözükür’’diye. Neden? Kocaman bir neden! Temel ihtiyaçlarımızı hatta biraz daha fazlasını elde etmiş isek neden komşumuzun tavuğu bize kaz gibi gözüküyor? Hep daha fazlasını neden istiyoruz? Yirmi metre kare salonu olan bir evde otururken neden daha fazlasını gördüğümüzde bizde istiyoruz. Bin yıl eskiye gitsek sanırım bir çoğumuz, dünyada maddi ve manevi sahip olduklarımız açısından şükreder . Yani diğer insanların bizden çok daha az şeye sahip olduğunu görürüz. O zaman daha mı mutlu oluruz. Veya gelecekte bizim sahip olduklarımızdan çok daha gelişmiş bir dünyada yaşayacak olan torunlarımızı şimdiden kıskanmamız mı gerekir. Hadi geçmişi ve geleceği bir tarafa bırakalım. Olağan üstü bir durum yaşansa. Mesela, üçüncü dünya savaşı gibi. Bir bardak suyun, bir dilim ekmeğin ne kadar değerli olduğunu o zaman mı anlayacağız. Şimdi günümüzden başka bir örnek vereyim. Dünya da yaşayan tüm insanlık büyük bir yoksulluğa sürüklendi. Biz ise aynı kaldık. Çevremize bakarak daha mı mutlu olurduk. Diğerlerinden daha iyi durumda olmak neden bizi mutlu ediyor. Sesinizi duyar gibi oluyorum. Hayatın tamamı zaten bir yarış değil mi diye soruyorsunuz. Çocuklarımız bile küçük yaşta bu yarışın içine giriyor sınav maratonunda, dershane dershane koşuşturuyor. Küçük ve narin bedenleri daha çocuk yaşta bu acımasız yarışla yüzleşiyor. Sonra iş hayatı, evlilik hepsi bir yarış değil mi? diyorsunuz.

İnsan olmanın bedelini bu kadar ağır mı ödeyeceğiz? Bu bedel bir gün insanlığı çıkmaza sokacaktır. Yaşadığımız sistemde o kadar hızlı yol alıyoruz ki! Etrafımızda var olan gerçeklerin farkına varamıyoruz.

Biz insanlar kendi kendimize işkence yapıyoruz. Daha iyisini daha güzelini alabilmek için birbirimizin üstüne basıyoruz. Oysa temel ihtiyaçlarını karşılayabilen bir insanın mutlu olabilmek için diğerlerinin nasıl yaşadığına bakmamalıdır. Tablonun bütünü görmekten yana seçimini kullanması durumunda mutluluk için önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Dünyanın tarihine kısa bir göz attığımızda en mutlu dönemlerin büyük yıkımlardan sonra geldiğini görmekteyiz. Bunun nedeni, büyük insanlık katarının bir nebze olsun, yavaşlamış olması ve içindeki insanların etrafında var olan gerçekleri görebilmiş olmasıdır.    

 
Toplam blog
: 13
: 492
Kayıt tarihi
: 19.04.12
 
 

Yazı aklın uzantısıdır... Bazen düşündüklerimi olduğu gibi aktaramıyorum kağıda. İşte o zaman, ak..