Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '15

 
Kategori
Öykü
 

İnsanlık öldü mü?

İnsanlık öldü mü?
 

Köy meydanında masalar kurulmuş, yöresel tatlar ile donatılmıştı. Davullar, zurnalar eşliğinde, gelen konuklar yerlerine oturuyordu. Bir müddet sonra dünyanın her yerinden, her milletten, her renkten, her dil ve dinden gelenlerle olağanüstü bir tablo oluştu, bu güzel köyde.

Genç adam, içinde oluşan coşkulu gururun taşıp tüm masayı sarmasına izin verdiği kısa bir “Hoş geldiniz” konuşması yaparak yemeği resmen başlattı.

Macera, iki yıl önce başlamıştı. Bu köyden çıkmış, üniversite okumuş ve iyi işlere imza atmış tek kişi olarak, toprağı insanını bunca zamandır tanıdığı bu güzel dostlarıyla buluşturmaya karar vermişti.

Ünlü bir fotoğrafçıydı ve işi gereği dünyanın pek çok yerini geziyor, pek çok insanla tanışıyordu.

“Çıktığın yeri unutma” demişti dedesi, onu üniversiteye yollarken. O da bu sözün gereği bir şeyler yapma isteği ve planlarını iki sene önce gerçekleştirme girişimlerine başlamıştı. Amacı, dünya insanını köyünde bir araya getirmek, küçük ama özel olan doğduğu toprağı ve insanını tanıtmaktı.

Dünyanın neresine giderse gitsin fark ettiği tek şey, insanın her yerde İNSAN olduğuydu. Hangi coğrafyaya ait olduğunun, ne renkte ya da isimde olduğunun önemi yoktu. Köyünde olağanüstü fotoğraflar çekebileceğini biliyordu. Bu fotoğraflarla “BİR”  olmanın mümkünlüğünü yansıtmak istiyordu.

Son dönem trendlerinin aksine, eşitliğin kalpte ve ruhta var olduğunu, zihinlerin ve egoların bunun tersini savunması durumu zorlaştırsa da, birilerinin bunu göstermesi gerektiğine inanıyordu.

Madem elinde böyle bir fırsat vardı, o da yeteneği ve imkanları ile bunu kullanmalıydı. Hem dünya görüşü gereği insanlığa küçük bir katkı sağlayarak farkındalık yaratabilir, hem de dedesine verdiği sözü tutabilirdi.

Köy küçük ve pek de varlıklı sayılmazdı; ancak yine de kendi yağında kavrulacak kadar imkanları vardı. Komşunun savaşında öksüz kalan çocuklara kucak açtı bu nedenle. “Bize yeten onlara da yeter” dediler. Her ev imkanı ölçüsünde bir ya da iki yetimi sahiplendi. Çocukların yaşı küçük olmasına rağmen gözlerinde sönen ışık, belki onların sevgisiyle yeniden yanardı.

Kendi ailesi de iki kardeşi evlerine almıştı. Onlarla tanışmaya gitmiş, gözyaşları sel olmuş, yüreğinde yangın, yetimleri geride bırakarak, tekrar işine dönmüştü. Ve sonrasında bu yetimler için bir okul yaptırmaya karar vermişti.

Böylece dünyanın dört bir yanından tanıdıklarına davetiye gönderdi. Ön görüşmeler, tarih belirlemeler, okul için resmi başvurular nihayetinde amacı öğrenen duyarlı insanlar büyük bir mutlulukla davetini etmişlerdi.

Ve nihayet bugün gelip, çattı. İşte şimdi köy meydanında 100 kişilik bir davetli topluluğu ile birlikteydi. Sürekli fotoğraf çekiyor, her anı değerlendirmek istiyordu. Davetlilerin arasına mahzun çocuklar ve etkinliğin heyecanına kapılan köylüler de karışmış, tam bir bayram havası esmekteydi.

Masalar arası mekik dokuyup, hiç kimseyi atlamadan fotoğraf çekmeye devam eden genç adam, sonunda çocukların da güldüğüne şahit oluyordu.

Gelen dostlarla bir gece önce bir toplantı yapmış ve bu toplantı sonucunda savaş mağduru çocuklar için bir vakıf kurmaya karar vermişlerdi. Çocukların eğitim ve diğer tüm masrafları dünyanın her yerinden gelen bağışlar ile karşılanacak, en önemlisi de onların ilgi ve sevgi ihtiyacı onları koruma altına alacak gönüllü ailelerle giderilmeye çalışılacaktı.

Ünlü fotoğrafçı çok mutluydu. Artık gerçekten de iyi bir şeyler olmaya başlamıştı. Elele verilince dünya daha güzeldi. Bu vakıf işi daha önce hiç aklına gelmemişti ama şimdi gelen dostların önerisiyle harika bir proje olarak ortaya çıkmıştı.

Herkesin fotoğrafını çektiğinden emin olduktan sonra o da sofraya dedesinin yanına oturdu ve keyifle özlediği lezzetlere bıraktı kendini.

Program şöyleydi; gelen misafirler yemek sonrası, yanlarında getirdikleri kendi memleketlerini yansıtan oyuncakları çocuklara hediye edeceklerdi. Oyuncakların değişik memleketlere ait özellikler taşıması çok anlamlıydı; çünkü çocuklar hem oyuncaklara sevinecek hem de getirildikleri ülkeleri tanıma fırsatı bulacaklardı. Sonrasında hep birlikte okulun temel atma törenine geçecekler ve herkes bu binanın inşaatında bilfiil çalışacaktı. Bu yorgunluk da köylülerin varlığıyla gurur duyduğu ve koruduğu şelalenin yanında dinlenme ve serinlemeyle atılmaya çalışılacaktı.

Tören başlamadan önce birkaç telefon görüşmesi yapması gerektiğini hatırlayan genç adam, şarja koyduğu cep telefonunu almak üzere sofradan kalktığında, misafirler tatlı faslına geçmişti.

Köyün meydanından biraz uzakta olan evlerine vardığında, büyük bir gürültüyle yere yuvarlanan genç adamın aklında, aslında geride bıraktığı tatlılardan başka bir şey yoktu.

Kolundaki acı ve kaşından akan kanla kalkarken, neler olduğunu anlayamamanın şokundaydı. Kendine gelir gelmez meydana koştu ve gördüğü manzarayla olduğu yere adeta mıhlandı. Midesine giren acı verici krampa rağmen, biraz önce 100 kişinin ağırlandığı sofraya doğru hamle yaptı, ancak şimdi ortada ne sofra ne de o gülen yüzlerden eser kalmıştı. Yüreğinden  istemsizce kopan çığlıkla sofranın kurulduğu yere doğru koşarken, pek çok inleme sesi, keskin bir kan ve barut kokusu ve umutsuzluk her yere yayılmıştı.

Ertesi gün TIME Dergisi dahil, pek çok gazete ve haber kanalında genç adamın olay yerinde çektiği bir kare yer aldı.

Nice mutlu anın ölümsüzleştiği fotoğraf makinası patlamada kaybolduğu için onca yılın profesyonel fotoğrafçı refleksiyle cep telefonuyla çektiği tek bir kare tüm dünyaya ulaşmıştı.

Sonrasında kendisiyle yapılan röportajda köyde toplanma amaçlarını, projelerini ve geldikleri noktayı donuk bir ses tonuyla anlatan ünlü fotoğrafçının gazeteciye söylediği son söz “NEDEN?” oldu.

 

Çimen Erengezgin

 

 

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..