Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İnsanlık ve Müslümanlar

İnsanlık ve Müslümanlar
 

Görsel: Alıntıdır


İnsan Olabilmek..(Bölüm 6)

Müslümanların kendilerini değerlendirmesi gerekliliğinden söz ederken en başta Allah inancı ve imanlarından başlamaları gerektiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Mensubu olduklarını iddia ettikleri din hakkında ne kadar bilgiye sahipler? Sahip oldukları bu bilgiler ne kadar sağlıklı ve doğru? İmanları kuru kuruya bir taklitten mi ibaret yoksa tahkik edilmiş iman doneleri mi var? Din yaşamı zorlaştıran ritüeller silsilesi midir yoksa hayatı kolaylaştıran uygulamalar bütünü müdür? Allah kullarıyla ticaret ilişkisine girer mi, kul Allah’la ticarete girmeye cüret edebilir mi? Bilinmeyen, görülmeyen, hissedilmeyen bir Yaratıcı olabilir mi? Peygamberler iyi niyet elçileri midir yoksa Allah’tan insanlara mektup getiren postacılar mı yahut Allah’ın nasıl bilineceğini anlatan halifeler mi?

İnsanın "hayvan ve insan" yönlerini anlatırken Müslüman’dır-Müslüman değildir ayrımı yapmadık. Yahut düşünen-düşünmeyen diye belirtmedik. İnsanlığa ve bilime en güzel katkıyı yapmış bile olabilirler ama bu onların bizim anlatmaya çalıştığımız manada insan olduklarını yani "insan-ı kâmil" olduklarını göstermez. İçinde bulunduğumuz ortam gereği ağırlıklı olarak Müslümanları ele aldığımızdan yine oradan devam ediyoruz.
İnsan düşünmeli ve merak etmeli. Merak ettiğini de araştırıp öğrenmeli. Öğrendiğini bilmeli. Bildiğini idrak etmeli. İdrak ettiğini de hayata geçirebilmeli. İşte ancak o zaman gerçek manada insan olmaya layık hale gelmiş demektir. Aksi halde etrafı, çevreyi, başkalarını, dünyayı, uzayı, kâinatı merak etmiş ve araştırmış ama bu yaptıkları kendini tanımasına vesile olmamışsa yazık olur. Kendine yazık eder. Hakikatine yazık eder.

İnsan ve konumuz gereği elbette Müslüman kendini bilmeli. Hakikatini öğrenmeli ve yaşamalı. Aksi halde insan-ı hayvan kategorisinden kurtulamaz. İyi bir şey yaptığını zannederken nefsine zulmetmiş olur. Bu minvalde Sultanlar Sultanı da "Nefsini bilen Rabbini bilir" demiştir. Hakk âşıkları da bu manaya gelen "sen seni bil, sen seni", "bir ben var bende, benden içeri", "bu vücudun şehrine her dem giresim gelir, içimdeki Sultanın yüzünü göresim gelir" demişlerdir.

İşte Müslüman’ım diyen kişi evvela neye inandığını ve neden inandığını bilmek, öğrenmek, idrak etmek zorundadır. Aksi halde yaptığı iş taklitten öteye geçmez. Taklitten ibaret olan bir inanç da kişiyi hiç bir yere getirmez. İşte tam da bu noktada günümüz Müslümanların içler acısı halini örnek verebiliriz.

Neye, kime, nasıl ve neden iman ettiğini bilmeyen; hasbelkader Müslüman bir coğrafyada Müslüman bir çevrede ve Müslüman bir ailede yetişen; yetiştiği ortam nedeniyle küçük yaşlardan itibaren Müslümanlıkla haşır neşir olan ve duyduklarına inanma gereği hisseden ancak inandıklarını sorgulayıp araştırmayan kişilerin imanı taklidî imandır. Taklide dayalı bir iman ise iman gereklerinden yoksun, temelsiz, dayanaksız, dogmalardan beslenen ve çağın gereklerine hitap etmeyen donelerle kaplı, şekille şemaille özdeşleşmiş, belirli ritüellerle örülmüş, nesnelere ve objelere kutsallık atfeden bir zihin yapısına teşne bireylerden oluşan topluluklar meydana getirir.

Bunun neticesinde inandığını bilmeyen ve dolayısıyla inandığını yaşayamayan bir kitle oluşur. Bu kitle yaprağın rüzgârda savrulduğu gibi gerek bireysel gerek toplumsal olaylardan etkilenerek bir oraya bir buraya savrulur. İnancı meslek haline getiren ve bunu kitlelere tahakküm amacıyla kullanan kişilerin boyunduruğu altına girerler ve körü körüne bir yaşam sürerler. Bu yaşam şekli özlerini tatmin etmediğinden sürekli iniş çıkışlar yaşarlar ve nihayetinde inançlarından ve imanlarından tatmin olmadıkları için çokça yoldan çıkarlar.

Buna benzer topluluklarda benliğin/egonun hâkimiyeti ortaya çıktığı için şahsi çıkarlar ve bedensel dürtüler için hakikat feda edilir. Öyle ki aynı inanca sahip kişiler arasında bile çatışmalar, kavgalar ve hatta savaşlar çıkar. Allahu Ekber nidalarıyla birbirlerini öldürürler. Öldüren de Allahu Ekber der, ölen de. Her ikisi de Allah adına öldürdüğünü iddia eder. Fakat ne yazık ki bu böyle değildir. Eğer öldürme sebebi "meşru müdafaa" değilse Allahu Ekber demeleri bir işe yaramaz. Çünkü onlar şeytan adına öldürmüşlerdir.

Günümüzde yaşanan garabet tablosunun tek açıklaması bu değil elbet. Bu içerisinde birçok faktörün yer aldığı çok katmanlı sosyolojik bir durumdur. Ancak bizim gözümüzden görünen ve Müslümanlığını ilgilendiren kısımları da böyledir. Bu tablo iki cihan Sultanının zahiren bu hayat sahnesinden çekilmesiyle görülmüştür. O hayattayken aynı cephede yan yana (makul gerekçelerle) savaşanlar, O ölünce birbiriyle savaşmaya girişmiştir. Hatta iş öyle akıl almaz boyuta gelmiştir ki O'nun öpüp kokladığı,"ciğerparem" dediği Hüseyin de namaz kılmaktan dizleri nasırlaşmış kişilerin de aralarında bulunduğu Müslümanlar tarafından hunharca şehit edilmiştir.

Dini emirler gelmeye başladığı andan itibaren tahrif edilmeye çalışılmıştır derken bu gerçeklerden yola çıktık. Kur'an tamamlanır tamamlanmaz Müslümanların aralarında çekişmeye başlaması, koltuk ve iktidar kavgaları ile birbirlerini öldürmeye yeltenmeleri ne kadar acı ise Hz. Muhammed'in en yakınındaki kişiler tarafından tam olarak anlaşılamamış olması ondan daha acıdır.

Bugün imanı ve inancı anlamayanlar olduğu gibi o gün de vardı. Kimi ayıp olmasın diye, kimi silah zoruyla, kimi menfaat gözeterek "inandım" dedi ama inanmadıklarını ellerine geçirdikleri ilk fırsatta gösterdiler. Bugün nasıl düşünülmüyor diyorsak, o gün de düşünülmedi. Aksi halde Hucurat suresi 14. ayette "İman ettik dediler ama söyle onlara Müslüman olduk desinler, çünkü iman henüz kalplerine işlemedi" der miydi?

Bugün de "iman ettik" diyorlarsa da iman etmiş değiller. Müslüman olmakla iman etmenin farkını bilmedikten sonra zaten iman ettik demelerinin faydası yok. Olmadığı da meydanda. Kur'an'ı en iyi anlaması gerekenler (dilinin Arapça olması nedeniyle) ne yazık ki Kur'an'dan bihaberler. Öyle ki Kur'an'ın azap ayetlerinin Hıristiyanlara ve Yahudilere hitap ettiğini sanıyorlar. Kur'an'ı kim okuyorsa Kur'an ona hitap eder. Müslüman bunu böyle bilmeli.

O zaman Kur'an nedir? Kime hitap eder? Nasıl hitap eder? Din aslında nedir ama nasıl anlaşılır? Kul Allah'ı nasıl aldatmaya çalışır, Allah'la nasıl ticarete girer? Görünen nedir, görülmesi gereken nedir? Bir başka yazı dizisinde de bu konulara devam ederiz inşallah.

Selam ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

07.11.2013, Denizli

www.murathacioglu.com

https://twitter.com/murathacioglu

---   ---   ---   ---   ---   ---   ---   ---   ---   ---

İnsan Olabilmek (Bölüm 1)

İnsan İnsan Olsa [ İnsan Olabilmek (Bölüm 2)]

İnsanlık ve İnsanlar [ İnsan Olabilmek (Bölüm 3)]

İnsan ve Varoluş [ İnsan Olabilmek (Bölüm 4)]

İnsanlar ve Müslümanlar  [ İnsan Olabilmek (Bölüm 5)]

 

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..