Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

İnsanlıkta aydınlanma isteğinin oluşumu

İnsanlıkta aydınlanma isteğinin oluşumu
 

İlkel insanlar bir sosyal sorumluluk ve gereklilik olarak görüdükleri aydınlanmayı kutsal ışığın peşinden koşarak bulmuşlardır. İhtiyaçlar ve istekler, gerginlik ve hedefleri huzurlu bir yaşam tarzı adına öncelikle ruhi hayatın huzur ve sukunetiyle alakalı görmüşler. Hedef olarak tayin edilen ihtiyaçların temelinde ruhi ihtiyaçların karşılanması ve bilginin dünyasında tatmin olup bilgeliğe erişerek hayat sürdürmekle mümkün olacağını farketmiştir insanlık.

İlkel insan ilk önce kendi bulunduğu çevrede dil birliğini sağladıktan sonra, başka insanlarla birlikte yaşamaktan doğan güçlükleri izole edecek aşiret ve kabile birliği gibi sosyal müessesler oluşturarak devlet dediğimiz sosyal yapınının oluşmasıyla varlığını idame ettirebilmiştir.

Tapınma ve din duygusunu önce kendine göre ilahlar edinerek, daha sonra tabiat güçlerine veya başka şeylere tapınarak gidermiştir. Pegamberlerin ilahi mesajları getirmesiyle aydınlanma devresi başlamıştır. Peygamberlerin ümmet olarak örgütledikleri fertlere kendi bilgi, beceri ve tecrübelerini aktarmanın yanında , en öncelikli görevleri insanlığı aydınlatmak olmuştur. Bana göre; "ilkel aydınlanma çağı İlahi Senler`in (peygamberlerin) gelmesiyle baslamıştır."

Manevi açlığını tatmin eden insanlık maddeye kafa tutup sağlam ve sert yapılı kayaları yontarak ilkel medeniyetine ulaşmıştır. Çünkü ilkel çağın metropol hayatına baktığımızda hayran kaldığımız en mükemmel eserlerin tapınaklar olduğunu görmekteyiz. Tapınaksız kent ve metropole tesadüf edilmemiş olup, ilkel kavimlerin maneviyata ve ruhi hayata çok önem verdiklerine şahit olmaktayız. Tapınakların konumu ve Tanrı adına verilen kurbanlar, ilkel insanların maneviyatını tatmin için maddi varlıklarını cömertce harcadıklarına delalet ederler

Eski içgüdülerin, aydınlanma disiplinleri ve metotları tam olarak bilinmemekle birlikte tesbit edilmesi de güç olan bir saha olmiştur. Nedeni ise ölmüş, yada sona yaklaşmış medeniyetlerin külleri içinden bu metotların keşfedilip gün ışığına çıkartılması mümkün gözükmemektedir. Yapılan tekikler pek çok kişi için insan tecrübelerinin bir arkeolojisini oluşturmak, ve tarih öncesi köklerine uzanmak olmasına rağmen, kesin ve doyurucu sonuç alınamamıştır. Ancak eskinin keşfedilemeyen bir çok yönleri insanlarda eski çağ romantizmi ve geçmişe özlem duygusu uyandırabilmiştir. Eskinin daha görkemli olduguna, eski hayatların bizimkilerden daha saf ve naturel olduğuna dair bir inanç oluşturmuştur. Altın çağı, sarı atanın çağı, cennet bahçesi ve eski bayramlar gibi fantaziler, gölgeli bir tarih varsayımıyla eskiye özlem hissi vermiştir.

Büyük öğretilerin ve arketipal sembollerin kökenini bulmak için ne kadar geçmişe gidersek gidelim bizim için formulasyonlar o ölçüde basit, özlü ve otantik bir karekter kazanırlar. İlkel aydınlanma çağını mağra resimlerinden ve efsanelerden tanıyabilmekteyiz. Eskiden kutsal inançla kurulan çok saf ve çok naif, ve bizim felsefemizde hiç olmayan bir insani iklimin olduğu düşüncesiyle hareket ederiz nedense. İkel insanın yaşam tarzını, sosyal yapısını ve bize miras bıraktığı dini ve milli duyarlılığın kökenlerini, medeni hayat tarzını, bilmek isteriz. Elimizde bulunan malzemeler yetersiz olmasına rağmen yinede büyük sırrı araştırıp keşfetmek isteriz. Bu büyük sırrın keşfi bizi geçmişemi götürür, yoksa geleceğemi baktırır bilememekteyiz. Tarihten miras aldığımız çeşitli unsurları, evrensel bir kültürün çerçevesini çizebilecek şekilde toplamak ve anlamlı bir bütün şekline sokmak için, elimizde ki verilerin kifayet etmediğini bilmekle birlikte, bütünü oluşturmak için toplanan malzemeler—ölmeyen hakikatler, kabul gören semboller bunların hepsinin—zaman kadar eski olduğunun da farkındayız aslında. Bunları en analatik yöntemle incelemek hiç bir şekilde bize bu malzemeleri gelişitirip çoğaltma şansını tanımaz. Fakat biz yinede eskiye olan ilgimiz nedeniyle, geçmiş hakkında bilim kurgular geliştiririz. Geçmişle ilgili fantazi ve ruyalarımızı hep mükemmelik üzerine kurgularız yinede.

Araştırmak için ilgisiz kaldığımız ruh sahasının, küresel modernleşmenin baskısı altında sinmiş olan geleneksel kültürlerin kurtarılması için, zamanında harekete geçmeyip geç kaldığımızın farkındayız aslında. Eskinin manevi ve ruhi bilgilerinin mirasını yüksek binalar, otobanlar ve petrol kuyularıyla çiğneyip yok ettiğimizi de inkar edemeyiz. Ne içinde bulunduğumuz bilgi çağı, nede yükselttiğimiz medeniyetimizin bizleri ilkel insanlardan daha mutlu ve daha huzurlu kıldığını idda edecek ve bizleri haklı gösterecek, ne tarihi vesikalar yeterli, nede dililer mevcut. Buna rağmen, bu günkü medeniyetimizle ancak gurur duyabiliriz. Şöyleki, ilkel insanın mağralarda yaşamak zorunda olduğu, bizimse gökdelen kuleleri yaparak, ses duvarını aşan aletlerle, gezegenler ve yıldız kümelerini deneye tabi tutuğumuz duygusuyla övünebiliriz. Fakat hemen yanı başımızda bulunan ve uzay kadar uzak olmayan, manevi dünyamız ve iç alemimizle ilgili bilgilerimizin yetersizliğini görmezlikten gelemeyiz.

İçinde bulunduğumuz çağı maddi anlamda bilgi çağı olarak nitelerken, manevi alanda deprasyon veya ruhi çılgınlık çağı olarakmı? nasıl dğerlendirmemiz gerekiyor? Çünkü keşif ve icatların insanlığı tam anlamıyla mutlu ve huzurlu kılmadığı saklanamaz bir gerçektir. Günümüzde insanlık kırsal kesimden, sanyileşmiş kentlere varıncaya kadar deprasyon ve manevi buhranlar içinde kıvranarak, cinnet getirecek konuma gelmiştir. Bu gerceği kimse inkar edemez. Bilinmeyen eskiye duyulan hayranlık, antika sevgisinden doğan meraktan değil, bilakis hülyalarımızda yaşatarak, fantazilerimizde kutsallaştırdığımız mükemmeliğe duyulan özlemden olsa gerektir. Eski günler, eski bayramlar, eski zamanlar hepside nostaljik olarak hayalimizde bulunan boyutların dışa yansımasından ibaret hisler olmalıdır kanatımca.

Eski saklı geleneklerin ne kadar medeni olduğu konusunda da, kesin bilgi edinmenin ne kadar zor olduğunu bilememekteyiz. Eskinin medeniyet seviyesini değerlendirmek için, sağlam ve sağlıklı bilgiye ilahi kitaplar ve İlahi kitapların bize nakil ettiklerinden ulaşabiliriz ancak. Eskiye yönelik yapılan araştırmalar ve bilgiler bizleri ancak geçmişin gölgeleriyle buluşturabiliyor. Yoksa gerçek bilgiler ve vesikalara dayanarak kesin bir tarif sözkonusu değildir. Ama buna rağmen spekülatif bir adım daha atılırsa, atalarımızın sahip olduğu saf hayal gücüne yolumuz uğrayabilir diyede düşünüyorum. Fakat, mistik güçlerin ve içgüdülerin güvenli rehberliğinden yoksun olduğumuzu düşününce de, umudumun bir ölçüde kırıldığını da itiraf etmek isterim. Ulaşılamayan başlangıç noktasına nasıl varırız acaba?

İnsanlığın ilk çağlarında, insanların çoğu, zeka ve kullanımı hakkında arayışlar içindeyken, ruhlarında tam ve olgun bir kimliğin olustuğu az sayıda şanslı insan olabileceğini kurgulayabiliyorum. Fakat nedense, sınırlı sayıda da olsa, eskilerin ellerinde bulunanla yetininerek, bizden daha çok şükran dugusu taşıdıklarını zannediyorum. İçimden bir güç beni bu yönde inanmya zorluyor gibi. Belki bu düşüncemin nedeni eski geleneklerin hala gizli ve saklı kalmasından kaynaklanıyordur. Bize ulaşan bilgiler kayıt edilmiş ve aydınlatıcı veriler olmadığı için belki de tarihi hayalimizi zorlayarak yorumlamak zorunda kalıyoruz. Yani kendi adımıza tasavvur edip, özlemini çektiğimiz güzelliklerin aynaya yansıyan kırık, dökük görüntüleri şekileniyor olabilir belleğimizde.

Çağımız insanının geçmişe duyduğu özlem ve ilgin, bir şeylere, daha yüce bir amaç ve yepyeni bir hayata duyuduğu arzu ve hislerden kaynaklanıdığını bilmek insanlığı rahatlatıyor en azından. Tüm çabaların daha iyi ve daha güzele ulaşmak olduğunu bilmek insanlığı mutlu edebilmekte şimdilik.

 
Toplam blog
: 65
: 3015
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü  terk. Hollanda'da ikamet etmekte. Hollanda'da ..