Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '11

 
Kategori
İnternet
 

İnternette sadece kötü şeyler dolaşmıyor

İçimiz dışımız internet oldu. Eskiden belli kişi veya kurumlarda olan internet artık herkesin elinde, cebinde.


Eskilerin deyimi olan “Nerede çokluk, orada bokluk” deyişindeki derin manayı şimdilerde görmek daha kolay ve manalı.


İnternet her eve, her cebe girdiğinden dolayı, herkes herkesle, oturduğu yerden, iki tıklamayla “kanka” oluveriyor.


Bazılarının “Sosyal Medya” dediği ama aslında “Asosyallerin toplandığı medya” olmaya dönüşen facebook, twitter vs gibi bir çok sitede, kimin ne yaptığı kabak gibi ortalarda dolaşıyor.


Meydana gelebilecek tehlikeler konusunda, ormana bırakılmış ev kedileri gibi dünyadan bi haber geçlerimiz, özellikle çocuklarımız, bütün bilgileri buralarda paylaşabiliyorlar.


Bu tür bilgilerden yola çıkarak, asker kaçaklarını enseleyen askerlik şübelerimiz olduğu gibi, elemanın bilgilerinden dayısına ulaşıp, buradan “annesinin kızlık soyadını” da ele geçirdikten sonra diğer bilgileri de kullanarak bu eleman adına banka hesabı açtırıp, bu hesap üzerinden milleti dolandıranların olduğu bu ortamda, her bilgiyi ulu orta paylaşmanın artık tehlikeli olmaya başladığını gençlere anlatmak lazım diye düşünüyorum.


Yaşanmış bir anı


Olayımız internetin yeni yeni ayağa düştüğü (herkesin interneti olmaya başladığı) 90’lı yıllarda büyük bir şehrimizde birebir yaşanmıştır. Olayın kahramanları olan arkadaşlarımın izniyle isimlerini farklı olarak vermek zorunda kaldığımı bilmenizi isterim.


Ayşe hamın, 40’lı yaşları sürmekte olan bir diş hekimidir. Son zamanlarda artmaya başlayan bel ağrıları için gittiği hastanede kendisine “bel fıtığı” olduğu, artık diş hekimlik yapmaması gerektiği söylenir. Diş hekimlerinin korkulu rüyası olan bel fıtığına yakalanmıştır artık. Bilirsiniz ki; diş hekimleri ayakta çalışırlar ve genelde hastanın üstüne doğru hafif eğilerek çalışırlar. Kısacası bütün yükü bel çeker.


Aksi gibi, diş hekimi Ayşe hanınım yanında birkaç hekim daha çalışmaktadır. Eşi ise, birkaç fabrikası olan zengin biri olduğu için, kliniği kapatıp evinde oturmayı tercih edebilecekken, yanında çalışanların işsiz kalması korkusuyla kliniği de kapatamaz. Artık günleri klinikte, kendi deyimi ile “saksı gibi oturmakla” geçmeye başlayınca canı çok sıkılır. Konuyu eşine açtığında eşi bir çare düşündüğünü, sabah halledeceğini söyler.


Ertesi sabah, kliniğe birkaç adam gelir. Ayşe Hanımın masasına bir bilgisayar konulur, internet bağlantısı sağlanır. Teknisyen, canı sıkılırsa oynasın diye bilgisayara online tavla oynanan bir adresi yükler ve nasıl oynanacağını Ayşe Hanıma bir güzel gösterir.


Klinikte birkaç gün internet tavlası oynayan Ayşe Hanım artık can sıkıntısından kurtulduğu için bu işi çok sever ve eşine aynı şeyi eve de kurdurmasını rica eder. Akşama eve geldiğinde yatak odası dahil her odada bir bilgisayar vardır artık.


İşte, filmin başladığı gece o gece olacaktır.


Birkaç büyük fabrika sahibi olan Hasan Bey, ilin sanayi odasının başkan adayıdır. İki gün sonra da başkanlık seçimi olduğu için çok yoğundur. Eve gelişi neredeyse sabaha karşı denilebilecek zamanlara denk gelmektedir.


Başkanlı seçiminden bir gün önce, Hasan Bey, başka bir ile gitmek zorunda kalır. Oradaki fabrikada bir sorun çıkmıştır. O gece mecburen orada kalacak, ertesi sabah eve uğramadan başkanlık seçiminin yapılacağı mekana gidecektir.


Hasan Beyin evde olmayışı ile canı sıkılan Ayşe Hanım, bilgisayarını açar. Tavla oynamaya başlar. Karşısında Anadolu’nun küçük bir kasabasından tıfıl bir genç vardır. “Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, çömez çömezi dakkada bulur.” derler ya, iki çömez de birbirini dakkada bulmuştur.


Bir el, bir el daha derken oyun sabaha kadar sürer, bir yandan tavla oynarken bir yandan da chat (SOHBET) etmektedirler. İkisi de saf ya, kim aklına ne gelirse diğerine sorar.


Ayşe Hanım, eşinin kaç fabrikası olduğuna, iş adresine, eşi Hasan Beyin yarın sabah saat 10 da sanayi odasındaki başkanlık seçiminde olacağına kadar her şeyi bir bir döktürür.


Sabaha karşı “Bu kadar yeter” diyerek interneti kapatan Ayşe Hanım “Yarın nasılsa pazar, eşim de nasılsa gelemeyecek” diye düşünerek yatmaya gider.


Ne kadar uyuduğunu hatırlayamayan Ayşe Hanım, evdeki büyük bir gürültüyle uyanır. Şaşkın şaşkın etrafına bakınırken, eşi Hasan Bey, odalara dalmakta, eline geçirdiği bilgisayarı, klavyeyi, monitörü kucaklayıp camdan dışarı savurmaktadır.


Ayşe Hanımın aptallaşmış bakışları altında işini bitiren Hasan Beyin, sinirden elleri titremekte, göğüs kafesi, maraton koşmuş atletler gibi kalkıp inmektedir.


Çay, kahve derken ancak birkaç saat sonra sakinleşebilen hasan Bey sonunda anlatmaya başlar.


Seçim sabahı 09 civarında salondadır. En dişli rakibi Tayyar Bey de oradadır. Her iki rakip de, delegeleri kendi yanına çekmek için kulis yapmaktadır.


Seçime beş-on dakika kala, Hasan Beyin tabiriyle, kılıksız bir oğlan Hasan Beyin yanına sokulmak ister ama yakın koruması engel olur çünkü korumaya göre bu çulsuz oğlan Hasan Beyle görüşemeyecek kadar kılıksız birisidir. Aralarında itiş kakış başlayınca delegelerin dikkatini çeker.


Hasan Bey, çulsuz gence yapışan yakın korumasına seslenir “Evladım, sor bakalım, kendisini kimmiş? Tanıyor muyuz?”


Çulsuz oğlan direk Hasan Bey’e seslenir. “Hasan Bey, ben seni tanıyorum. Onun için bizimyayla kasabasından bu sabah geldim. Seninle konuşmam lazım.” der.


Hasan Bey bir yandan çulsuz, kılıksız oğlana bakarken bir yandan da hafızasını zorlar ama bu kılıksız ile ilgili tek bir bilgi kırıntısı bile yoktur aklında. Korumasına seslenir. “Evladım, ben bu genci tanıyamadım. Kusura bakmasın ama az sonra da seçim var. görüşemem.” der.


Filmin koptuğu an deriz ya, işte filmin koptuğu an kılıksız oğlanın cevap verdiği andır.


Karısıyla tavla oynadığı için ahbap olduklarını sandığı Hasan Beyden iş istemeye gelen kılıksız oğlan Hasan Bey’e parmağını sallayarak “SEN BENİ NASIL TANIMAZSIN BAKAYIM. DÜN GECE SEN EVDE YOKKEN BEN KARINLA SABAHA KADAR TAVLA OYNADIM!!!!”


Hasan Bey’in o günkü seçimi çok az farkla kaybettiğini söylemeye gerek yok sanırım. Evdeki bütün bilgisayarları da neden çöpe attığını siz anlayın artık…

 
Toplam blog
: 65
: 1039
Kayıt tarihi
: 26.11.11
 
 

Yüksek nükleer fizikçi ( İ.T.Ü.) En son Ankarada bir devlet üniversitesinde BİLGİSAYAR dersin..