Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '12

 
Kategori
Siyaset
 

İran'a giden "yol" Suriye ve Lübnan'dan geçiyor

Suriye'de yaşanan olayların fonunda İsrail ve ABD'nin İran'ın nükleer santrallarına darbe indirmek meselesi de gündeme geldi. İsrail yetkilileri defalarca İran'ın adresine tehditlerde bulunsalarda, daha sonra İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Amerika Birleşik Devletleri'ne ziyareti sırasında yaptığı açıklamada ülkesinin yakında İran'ın nükleer santrallarına darbeler indirmek niyetinde olmadığını belirtti, fakat gelecekte böyle ihtimalin olmasını istisna etmedi.

İran'ın nükleer programından rahatsızlığını gizlemeyen Netanyahu onu da kaydetti ki, Tahran'ın nükleer programıyla ilgili tartışmalı durumun diplomatik çözüm yollarının potansiyeli henüz tükenmemiş ve Tel Aviv henüz İran'a karşı ekonomik yaptırımların etkili olacağına inanıyor.

İsrail-İran gerginliğinin fonunda Başbakan Netanyahu'nun yaptırımların etkili olacağı konusunda söyledikleri bir o kadar da inandırıcı olmasa da, İsrail yetkilileri iyi anlamaktadırlar ki, şu anda İran'a herhangi bir müdahale Yahudi devleti için gerçek tehlike olabilir.

Tabii ki, bir o kadar da uzak olmayan tarihe bir göz atarsak, bu iki devletin daha önce de Lübnan topraklarında savaş apardığının tanık oluruz. En son çatışmaya bariz örnek ise 2006 yılında Lübnan topraklarındaki "33 günlük" savaştır.

İsrail "33 günlük" savaşta galip geldiğini iddia etse de, savaşta gerçek galip İran'ın şahsında "Hizbullah" dır.

İşte Lübnan'da "Hizbullah" ın varlığı İsrail devletini İran'a karşı gerçek adımlar atmaktan alıkoyar. Çünkü Yahudi devletinin İslam Cumhuriyeti'ne herhangi müdahalesi "Hizbullah" tarafından tepkisiz kalmayacaktır. Bunu hem İran, hem de İsrail yetkilileri güzel anlıyor. Bölgenin Arap devletleri ve İsrail'in ortak düşmanları olan İran'a ve onun bölgedeki müttefiklerine karşı ortak mücadele edecekleri da istisna değildir.

İsrail için gerçek tehlike kaynağının önlemek için en iyi araç ise "Hizbullah" ve Tahran arasında koridor olan Suriye yönetiminin değişmesidir. Bu ise bir o kadar da kolay değil.

Aslında, İran'ın bölgede izlediği politikadan sadece İsrail ve ABD değil, aynı zamanda, henüz Tahran'a karşı sessiz diplomasi yapan bölgenin Arap devletleri - Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, aynı zamanda Türkiye de rahatsızlar.

Bu devletler her ne kadar bölgede yaşanan olaylarda kendi çıkarlarını güdseler de, sonunda Suriye ve dolayısıyla İran'a karşı sessiz diplomasiyi bozmak ve ortak faaliyet göstermek zorunda kalacaklardır.

Şu anda Suriye'de yaşananların önlemek için ülkeye askeri müdahale yolu gündemde olsa da, zor ki bu mümkün olsun.

Sorunun çözümü için en ideal araç hiç şüphesiz ki, Beşşar Esed yönetimine karşı mücadele eden "Özgür Suriye" ordusunun silahlandırılması ve Suriye'nin ekonomik açıdan zayıflamasıdır. Çünkü her iki seçenek, özellikle de ekonomik ambargolar etkisini vermektedir. Öyle ki, Yönetim, ekonominin ağır darbe aldığı iddialarını kabul etmese de 11 aylık süre zarfında Suriye lirası dolar karşısında yüzde 55 değer kaybetti.

En ciddi darbe ise ülkenin petrol ve turizm sektörüne çarpıp.

Tabii ki, ekonomik yaptırımların getirdiği kriz sonucunda Suriye rejiminin sonuna kadar devam getireceği inandırıcı olmasa da, İran'ın da Esad rejiminin çöküşü karşısında sessiz kalacağını düşünmek doğru değildir. İşte bu nedenle büyük olasılıkla İran uzak görüşlü politikası sonucunda olayları qabaqlayacaq ve Araplara karşı Bahreyn, İsrail'e karşı ise "Hizbullah" kartından yararlanacak.

 
Toplam blog
: 6
: 965
Kayıt tarihi
: 15.12.11
 
 

Gazeteci Yazar   ..