Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '19

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

İş Hayatı 5 Gerçek & 5 Tavsiye

Çalışma hayatı içerisinde, 30’lu yaşların ortalarında, 12 yıllık iş tecrübesine sahip bir yönetici olarak, dönüp bu zamana kadar tüm yaşadıklarıma bakınca, şunu fark ettim:
“Keşke birileri bana bunu daha önceden söyleseydi!” dediğim ve çok geç uyandığım ne çok gerçek varmış.

En harika hocalardan mükemmel bir eğitim alsanız da, en iyi okullardan birinden mezun olup çok başarılı olsanız da fark etmiyor. “Size öğretilmeyenleri” yaşamadan, çalışma hayatı içinde demlenmeden, “tamam” olamıyorsunuz.

Tecrübe Denince
Tecrübe denen şey, insanın yaşadıklarına ve bu yaşadıklarına karakteri doğrultusunda nasıl tepki verdiğine bağlı olarak, kişiden kişiye değişebiliyor elbet. Aynı ortamda, aynı koşullar altında, aynı zorluğu yaşayan iki insandan biri darmadağın olurken, diğeri olayı kolayca atlatıp yoluna bakabiliyor.

Karakterlerimiz gibi, yaşımız da tecrübelerimiz konusunda büyük etken. Gençken, daha hırçın ve fevri tepkiler verirken, olgunlaştıkça daha sakinleşebiliyoruz. Ya da tam tersi, gençken daha sabırlı ve anlayışlı davranabiliyorken, yaşımız ilerledikçe tahammülsüzlüğümüz artabiliyor.

Biraz sonra bahsedeceklerim, “Şimdiki aklım olsaydı, kesinlikle böyle yapmazdım!” dediğim ve benim karakterim ile yaşım doğrultusunda şekillenen tecrübelerimden çıkan tavsiyeler.

Bundan 10 yıl sonra aynı konuda bir yazı yazmaya kalksam, belki bu yazdıklarımdan bir kaçını çıkarır ya da değiştirir, belki de hiç dokunmadan üzerine 10 madde daha eklerim.

Okurken fark edeceksiniz, muhtemelen bazılarını siz de yaşadınız ya da yaşayan birilerini gördünüz. Ama benim asıl istediğim, çalışma hayatı içinde yeni olanlara, bir şeyleri iş işten geçmeden önce anlatabilmek.

Ben çok dedim “Keşke birileri bana bunu daha önceden söyleseydi! diye. Siz demeyin.

Mesafenizi Koruyun!
Size anlatacaklarımın içinde önceden uyarıldığım tek konu buydu. İş hayatımın ilk günü canım annem nasihat vermişti bunun için.

Çalışma hayatınız içindeki ilk yıllarda, hele ki ortamdaki yaşı en küçük çalışan siz iseniz, “Ufaklık” muamelesi görmeniz kaçınılmaz olabiliyor. Koca koca insanların kimileri tamamen işgüzarlıktan, kimileri ise tüm iyi niyetiyle size yaklaşırken, bir süre sonra bir bakıyorsunuz etrafınız bir sürü “Abla” ve “Ağabey” ile sarılmış.

Onlar size “Hayatım, tatlım, balım” diye yaklaşırken, sizin ısrarla “Bey” ya da “Hanım” diye hitap etmeniz, bir süre sonra garip görünmeye başlıyor. Tecrübesizliğiniz nedeniyle İki arada kalıyorsunuz.

“Ben de samimi olmazsam, benim hakkımda kötü düşünürler mi?”
“Bu adamın huyuna gitmezsem işimden olur muyum?”
“Beni uzak, soğuk ya da burnu havada zannederler mi?”
“Ya dışlanır, yalnız kalırsam?”

Bu ve benzeri bin tane soruyla boğuşurken, bir süre sonra kendinizi “Ağabey, şu kağıtları oraya koyar mısın?” ya da “Ablacığım, bir kahve alıyorum, sana da getireyim mi?” derken bulursunuz.

Bunun tam tersi de geçerli. Yaşı sizden küçük olanlara, “Kardeşim, canım” vs gibi bir hitap benimserseniz ve bu kişilerle buna dayalı bir ilişki kurarsanız, sonuç yine aynı olur.

Peki Bu, Neden Böyle Olmamalı?
İş yeri sınırları içerisinde kurumsal davranışlar sergilemek ve kurumsal bir dil kullanmaktan daha önemli çok az şey vardır. Abla, ağabey, yeğen tarzı bir iletişim seçerseniz, fevkalade amatör görünürsünüz.

Bazıları ile olan samimiyetinizi, bu tarz hitaplarla diğerlerinin gözüne fazla sokarsanız, insanlar bu samimiyetten birbirinizi kayırdığınız sonucunu çıkarabilirler. Öyle olmasa bile, öyle zannederler, yok yere tadınız kaçar.

Bazıları, samimiyetten nemalanmaya ve iyi niyeti suiistimal etmeye çok müsaittir. Yapılmaması gereken bir şeyi yaptıklarında mesela…Siz buna müdahale etmek zorunda olduğunuz bir pozisyondaysanız, devreye “Ben senin ağabeyin değil miyim? Görmezden gel!” silahını sokarlar.

Ya da işinizi tamamlamak için ondan beklediğiniz evrakları, sorumsuzluğu yüzünden geciktirir de geciktirir. Onu idare edeceğinizden o kadar emindir ki, o işi tamamlayamadığınız için sizin zor durumda kalacak olmanız onu hiç ilgilendirmez.

En büyük sıkıntı da, ileride bu samimiyette olduğunuz kişilerin yöneticisi pozisyonuna geldiğinizde yaşanır. Zamanında mesafeyi iyi ayarlayamadıysanız, bu insanları olması gerektiği gibi YÖNETEMEZSİNİZ. Onların gözünde hep “Küçük kardeş” ya da “Abla-Ağabey” olarak kalır, yeni konumunuzu kabul ettiremezsiniz. Bu mevzuyu bizzat tecrübe etmiş biri olarak yazdığım “Genç Yaşta Yönetici Olmanın Zorlukları” yazısına da bir göz atabilirsiniz.

Peki Bu, Nasıl Olmalı?
Günler, aylar aktıkça, iş arkadaşlarınız ile ilişkileriniz de haliyle gelişiyor ve samimiyet gittikçe artıyor.

İş dışında başka konularda da sohbetlere giriliyor, dışarıda birlikte yemekler yenebiliyor, hafta sonlarında aktiviteler planlanabiliyor ve iş arkadaşlarınız bir süre sonra özel hayatınızda da yakın arkadaşlarınız haline gelebiliyor.  

Öncelikle belirtmeliyim ki, bundan daha doğal bir şey yok. Ama kararında olduğu ve iş ile özelinizi birbirine bulaştırmadığınız sürece…Bu ikisini ASLA karıştırmayın.

Hangi pozisyonda olursanız olun, fark etmez. Karşınızdaki kişiyi çok seviyor olabilirsiniz. Dışarıda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyebilir de…Ama İş yerindeyken hem birbirinize hem de diğer çalışma arkadaşlarınıza karşı “Bey” ya da “Hanım” olarak kalmalısınız. Hitaplarınıza dikkat edin.

İş ile ilgili yanlış bir şeyler gördüğünüzde, karşınızdaki kim olursa olsun, görmezden gelmeyin, sessiz kalmayın, kişiyi uyarın.   

Her şeye “Ben Yaparım!” Demeyin!
Çalışma hayatınızın ilk dönemlerinde ya da yeni iş yerinizdeki ilk günlerinizde, bu hataya çok sık düşebilirsiniz. Kendinizi ve potansiyelinizi göstermek, yöneticilerinizin gözüne girmek ve kendinizi kabullendirmek için ya da sırf iyi niyetinizden ne iş verilirse “Ben yaparım!” dersiniz.

“Hayır” kelimesi, dağarcığınızdan silinmiş gibidir.

Gittikçe artan iş yükünüz ve kendi sorumluluğunuz dışında aldığınız diğer sorumluluklar (ki bunlar çoğunlukla başka birilerinin sorumluluklarıdır) ağırlaştıkça ve bunun önünü alamadığınızın farkına vardıkça duruma uyanırsınız.

Peki Bu, Neden Böyle Olmamalı?
İnsan psikolojisi ve çalışma hayatının acımasız doğası birleşince, iyi niyetle, fazladan yaptığınız her görev ya da iş, bir süre sonra sanki ezelden beri sizin vazifenizmişçesine üzerinize yapışacaktır. Bunun kaçarı yok.

Üstelik yapmak istemediğinizde de, ciddi tepkiyle karşılaşmanız muhtemeldir.

Bazı akıllı geçinen tipler, insan kullanmaya çok meraklıdırlar. Bunu bir ekip çalışması içerisinde çok açık bir şekilde deneyimleyebilirsiniz. Siz her şeye “Tamam, onu da ben hallederim!” dediğiniz sürece, ekibin geri kalanı işini on dakikada bitirip, internette gezinirken, siz günlerce perişan olursunuz.

Bunun bir de şahane bir bonusu daha vardır. İş bittiğinde, eğer sonuç başarılıysa, övgüleri sizden önce toplarlar. Yok değilse, “O yaptı!” diye parmakla gösterilir, kilitlenir kalırsınız.

Peki Bu, Nasıl Olmalı?
Hepimiz çalıştığımız yerlerde, aldığımız ücret karşılığında, görev tanımlarımız ve pozisyonlarımızın gerektirdiği işleri yapmakla mükellefiz. İş, böyle yürür.

Alışverişlerinizden pay biçin. Bir mal veya hizmet için, onun karşılığına denk gelen ücreti ödersiniz. Satıcıdan, daha fazlasını ödemeden başka bir mal ya da hizmet talep edebilir misiniz?  Ücretsiz olarak ilave alabileceğiniz tek şey, o da eğer satıcı iyi niyetliyse, bir ürünün ufak bir deneme boyu olabilir. Ya da otelde yapacağınız konaklama dahilinde, SPA merkezinde bir seans bedava masaj olur. Daha fazlası değil ve elbette her seferinde de değil.

Bu mantıkla düşünün ve aldığınız ücret karşılığı yapmak zorunda olduğunuz işten daha fazlasını yapmak zorunda olmadığınızı bilin. Kendinizi mecbur hissetmeyin.

Daha fazlasını verme konusunda inisiyatif tamamen sizde olsun. İş yeriniz için çok önemli ve kritik zamanlarda, daha fazla sorumluluk alıp fedakarlık yapmak çok önemlidir. Sizi, diğerlerinden ayıran en önemli hususlardan biri budur. Bu hem kendinize hem de işinize olan saygınız demektir. Elinizi taşın altına koymaktan çekinmeyin.

Ya da bir ekip çalışması içerisinde, işi yetiştiremediğiniz takdirde çok önemli bir müşteriyi kaybetmeniz veya üstlerinize rezil olacağınızı bilmeniz durumunda da, gereğinden daha fazlasını yapın. Sorumluluk alın ve öncelikle günü kurtarın. Sıkıntıyı atlattıktan sonra ise, mutlaka önce ekip arkadaşlarınızla konuşup sorunları çözmeye çalışın, olmuyorsa da üstlerinize başvurun.

Çalışma Hayatı İçerisinde Politik Davranmayı Öğrenin!
“Politik Davranmak Üzerine: Yerinde ve Zamanında” konulu bir yazı yazmıştım, mutlaka göz atmanızı tavsiye ederim. Orada mevzuyu detaylı olarak irdeledik hep birlikte.

Fevri davranmak, doğru bildiklerimizi ne pahasına olursa olsun dile getirme çabalarımız, verdiğimiz yersiz tepkiler, hem iş yerindeki konumumuza, hem kişiliğimize, hem ilişkilerimize hem de iletişimimize ciddi zararlar veriyor.

Peki Bu, Neden Böyle Olmamalı?
Yerinde ve zamanında yapmadığınız ya da söylemediğiniz her şey, tamamıyla nafile olacaktır. Bu hem çalışma hayatınızda, hem aile hayatınızda, hem de sosyal hayatınızda böyledir.

Yöneticilerinizin de olduğu kalabalık bir toplantı anında, bir çalışma arkadaşınızın yaptığı sıkıntılı gördüğünüz bir duruma müdahale etmek istiyorsunuz diyelim. Hem de hemen, o anda, herkesin içinde!

Ama bu her zaman iyi bir fikir değildir. Bir anlık öfkenizle, haksızlığa uğramışlık hissiyle ya da sabırsızlıkla edebileceğiniz tek bir yanlış laf, orada bulunan yöneticilerinizin gözünde sizi çok zor bir duruma sokabilir.

Renginizi çok fazla belli ederseniz, insanlar duygularınızı ve düşüncelerinizi rahatlıkla okuyabilirlerse, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilirler. Daha da kötüsü, zaaflarınızı fark ettiklerinde, sizi bu noktalardan vurabilir veya manipüle edebilirler.

Peki Bu, Nasıl Olmalı?
Her şeyi yerinde ve zamanında yapın. Susmayı, konuşmayı, tepki göstermeyi, alttan almayı, aklınıza gelebilecek her şeyi.

İçi dış bir denen insanlardan olmak güzeldir, evet. Zaten bu noktada size, içiniz öfkeyle tepinirken, dışınız karşıdakine şirinlik yapsın demiyorum. Ya da aslında başka bir şey düşünürken, ağzınızdan çıkan başka olsun, alttan alttan iş çevirin falan da demiyorum. Politik olmak bu değil çünkü.

Düşündükleriniz ve ağzınızdan çıkan elbette bir olsun. Ama düşündüğünüz şeyi ifade etmek için doğru yeri ve zamanı lütfen iyi tahlil edin. Bu yeri ve zamanı bulana kadar da mümkünse susun.

Bazı şeyleri ulu orta yapmaktansa, sadece muhatabınızın olduğu bir ortamda yapmak daha mantıklıdır. Bazen de tam tersi…

Bazı şeyleri dile getirmeyi ertelemektense, o anda söylemek daha mantıklıdır. Bazen de tam tersi…

Kendinizi Kullandırmayın!
Çalışma hayatı içerisinde, mutlaka iyi niyetinizi, sabrınızı, emeklerinizi ve fedakarlıklarınızı ya da bunların tümünü birden kullanmaya meyilli çok fazla insanla karşılaşacaksınız.

Bu raporu benim için yazabilir misin? Benim çok işim var da…
Bu sunumun yarına yetişmesi gerek, ama acil çıkmak zorundayım. Benim için bitirebilir misin?
Ben Excel’den pek anlamıyorum, şu tabloları sen hazırlasan olur mu?

Ne kadar masumane sorular ve talepler değil mi?
Aslında değil.

İnsanlara elinizden geldiğince yardım etmeyi seviyorsunuz. Verici ve fedakar bir insansınız. Üstelik bunu yaparken mutlu da oluyorsunuz. Ama bir süre sonra, bir de bakıyorsunuz ki, kimseyi kıramadığınız için, ofisten geç saatlerde en son çıkan adam haline gelivermişsiniz.

Başkalarının işini bitirmeye çalışırken, kendi işleriniz yarım kalıyor, zaman yetmiyor. Kendi işlerinizi yaparken, “Benim iş bitti mi?” diye tepenize dikilen çalışma arkadaşınız, bitmediğini görünce sitem ediyor.

Yetemiyor, yetişemiyorsunuz.

Peki Bu, Neden Böyle Olmamalı?
Kullanılmak kadar insanı inciten çok az şey vardır. Çok yıpratır ve kullanıldığınızı fark ettiğiniz andaki hayal kırıklığı çok büyük olur. Bunu kendinize yaşatmayın.

İyi niyetin su istimal edildiği yerde, ilişkiler çok zedelenir ve güven kaybolur.

Peki Bu, Nasıl Olmalı?
Başkalarına yardım etmek nefis bir duygudur. Vermek, çoğu zaman, almaktan daha fazla haz verir. Zorda kalan, iyi niyetle sizden destek ya da yardım isteyen arkadaşlarınıza elbette yardım edeceksiniz. Ama bunun su istimal edildiğini fark ettiğiniz anda lütfen durun.

Bunlar çok nadir olabilecek durumlardır, ama biri haftanın 4 günü, aynı taleplerle size geliyorsa, çok büyük ihtimalle sizi kullanmaya çalışıyordur. İzin vermeyin.

Siz geç saatlere kadar çalışabiliyor, dışarıdaki özel hayatınızdan fedakarlık edebiliyorsanız, onlar da yapabilirler.

Aynı şekilde, siz ne yapıp edip, o Excel’i öğrendiyseniz, onlar da öğrenebilirler. “Bilmiyorum” deyip o konudaki tüm işleri üzerinize yıkmaya çalışan birine, bildiğiniz iyi bir kurs tavsiye etmek, o kişiye verebileceğiniz en güzel cevap olacaktır.

Kullanıldığınızı fark ettiğiniz anda, net bir şekilde kişiye müdahale edin.

Bunu yapan, iş arkadaşınız değil, yöneticiniz de olabilir. Aynı işi yaptırabileceği başka çalışanlar da olmasına rağmen, sizin koşulsuz iyi niyetinizi ve çalışkanlığınızı bildiği için, işi size yükler. Hele ki iyi bir yönetici değilse, onun için asıl olan sadece işin bir şekilde bitirilmesidir. Gerisini umursamaz.

Yöneticinizin de sizi bir şekilde kullanmaya başladığını fark ederseniz, verilen işi hemen üzerinize almayın. “Benim bitirmem gereken bir rapor var, rica etsem bir başkasına verebilir misiniz?” diyebilirsiniz.

Bu ve buna benzer ılımlı tavırlarınız işe yaramazsa, bir sonraki adıma geçebilirsiniz. Yöneticinizle konuyu açık açık konuşun.  

Mutlak Adalet Diye Bir Şey Olmadığını Kabullenin!
İster sosyal hayatınızda, ister çalışma hayatınızda, her hangi bir şeyle baş edebilmenin yolu, öncelikle o şeyin varlığını kabullenmekten geçer. Bunu sakın unutmayın.

Yaşadığınız, gördüğünüz, şahit olduğunuz bazı şeyler içinize sinmiyor değil mi? Birileri kayırılıyor, verdiğiniz emeğin karşılığını alamıyorsunuz, hak ettiğiniz takdir yok, eşitlik yok, adamına göre iş yapılıyor vs vs.

Kabullenemiyorsunuz.

Peki Bu, Neden Böyle Olmamalı?
Tüm bu duygularla mücadele etmek sizi çok yıpratır, tüketir ve bir süre sonra performansınıza yansır. Bu düşüş ve yıpranma çok tehlikeli bir noktaya gelebilir.

İçten içe yaşadığınız bu haksızlığa uğramışlık duygusu, bir süre sonra davranışlarınızı ve insanlara olan yaklaşımlarınızı da etkiler. İletişiminiz bozulur. Hırçınlaşır ve hiç olmayacak anlarda olmayacak tepkiler verme ihtimaliniz artar.

Peki Bu, Nasıl Olmalı?
Varlığını kabul etmediğiniz bir şeyle mücadele edemezsiniz. Her yerde koşulsuz, sınırsız, mutlak adalet ve eşitlik olan bir dünya yok. Önce bunu bir kabullenin. Üstelik bunu yaşayan yeryüzündeki tek kişi de siz değilsiniz. Bunu da aklınızın bir köşesinde tutun.

Sorunu çözme ihtimali, sorunu kabullendiğiniz andan itibaren başlar, inanın bana. Sorular sorun kendinize. Bir şekilde haksızlığa uğradığınızı mı düşünüyorsunuz?

Neden böyle düşünüyorsunuz?
Ne zamandır böyle düşünüyorsunuz?
Sizinle aynı sorunu yaşayan başkaları da var mı?
Bu konuyu kiminle paylaşabilirsiniz?
Sorunu üstlerinize taşımaya gerek var mı?
Sorunu üstlerinize taşımanız gerekiyorsa, nasıl bir yol izlemelisiniz?

Bu ve buna benzer sorunlar, çözüme doğru atılan önemli adımlardır. Sıkıntının ortadan tamamen kalkacağını garanti edemem. Sorun çok büyük değilse, akıllıca hamlelerle rahatça çözülebilir. Çok ciddi ve kapsamlıysa, çözümü zaman alabilir, idare edebileceğiniz kadar azalabilir ya da hiçbir şekilde çözülmeyebilir.

Durum, dayanamayacağınız bir noktadaysa ve çözüme dair en ufak bir umut ışığı yoksa, yeni iş fırsatlarına göz atmaya başlayabilirsiniz. Tabii ki, bu adaletsizliğin gideceğiniz her yerde az ya da yok karşınıza çıkacağını aklınızda tutarak…

Çalışma Hayatı Böyle Bir Şey
Sonuç olarak, çalışma hayatı içerisinde hangi noktada ya da pozisyonda olursanız olun, yukarıda bahsettiğim gerçekleri göz ardı etmeyin.

Yaşayarak tecrübe etmek, öğrenmenin en sağlam yollarından biri evet. Ama hali hazırda yaşanmışları varken, kendinize tüm bu anlatılanlardan dersler çıkarıp ona göre gardınızı almak, tüm olası sıkıntılardan en az hasarla çıkmanıza yardımcı olacaktır.
 

 
Toplam blog
: 38
: 1547
Kayıt tarihi
: 20.05.15
 
 

Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. İzmirli. Kuşadası'nda yaşıyor. İnsan Kaynakları Müdür..