Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Neslihan Şadan BAĞDİKEN

http://blog.milliyet.com.tr/neslihansb

27 Haziran '12

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

İş hayatı

İş hayatı
 

Dinginlik gerek...


Yaşamın belki de en çetrefilli dönemidir çalışma hayatı. İnsanın ömür yolculuğunda başına gelebilecek hemen her durumun neredeyse %70’i bu bölümde yaşanır. Karşınıza çıkabilecek insan türlerinin var olabilirliğine siz de şaşarsınız. Fani tiplemelerini sadece “iyi ve kötü” diye sınırlarsanız büyük bir hata içindesiniz demektir.

“İyi” ve “kötü” kendi içlerinde de dallara ayrılır. Bencil, saf, entrikacı, duygusal, maddiyatçı, dedikoducu, sabırsız, düşüncesiz, boşboğaz, dalkavuk, korkak, cesur, mert, iki yüzlü, dürüst, cani, vicdansız, şefkatli, anaç…. Daha çoğaltabilirsiniz tanımlamaları.

Bir insana sadece iyi diyerek onun tüm yönleri ile iyi olduğunu söyleyemezsiniz.  İyi ama hangi yönü ile veya kötü fakat ne açıdan? İnsan sadece entrikacı ya da bencil diye tamamı ile kötü olmaz ki. Ayrıca çoğumuz biliriz ki trafikte çok yavaş giden beklenenin tam aksine diğerlerinden daha fazla kazaların nedenidir. Çünkü kendince doğru bulduğu bu davranış, “hani hız ölümdür” deriz ya, işte onun da bu uyarıdan hareketle çok yavaş araba kullanıyor olması aslında tehlikeye kucak açan hareketlerdendir.  Özellikle de işlek bir otobanda bu tavır tehlikeli sonuçlar doğurur. Burada doğru olan ne çok hızlı ne de çok yavaş ve tabii uygun şeritte olmayı seçmektir.

Kişi iyi olabilir ama yine de çevresine zarar vermeyeceğini iddia etmek yanlıştır bana göre. İyi ama boşboğaz olabilir, bu nedenle bazı ilişkileri etkileyebilir, onun yarattığı etki ile hiç umulmadık sonuçlar ortaya çıkabilir. İyi insandır ama çok saftır. Bu yönünden faydalanarak kötü neticelere ulaşabilecek insanlara karşı savunmasız olduğundan yine bir çok durumu berbat edebilir.

Kötü için de benzer durumlar söz konusudur. Kötüdür örneğin eşine veya ailesine karşı ama dışarıda onu iyi, mert, cömert vb sıfatlarla tanımlayacak insanlar da bulunabilir. Bunu nasıl açıklayacağız?

İnsanlar sadece kişiliklerinin genel tanımı ile yaşam içinde rol almazlar. Yan özellikleri ile de kendilerinden hiç umulmayan sonuçların nedenleri olabilirler.

Gelelim asıl konumuza yani iş hayatımıza. Çalışma ortamında karşılaştığımız kişiler iyi veya kötü diye ilk bakışta tanımlanabilir, evet. Ama günler geçtikçe, birlikte geçirilen mesai saatleri arttıkça, hele de menfaatler çakıştıkça işte o zaman gerçek yüzler de bir bir ortaya çıkmaya başlar. Ve şu cümleleri sık sık duyarsınız

“Ya kişisel bir sorunum yok onunla ama”

“Aslında iyi biri fakat laf taşıyor”

“Evet, kötü huyları var ama çok korumacı, hak yemiyor yedirmiyor da”

Ben en çok şu “aslında kişisel bir sorunum yok onunla ama…” cümlesine takılmışımdır hayatım boyunca. Size türlü entrikalar yapan, iş ortamında hayatınızı karartan birinin bu tümceyi kurması size de çelişkili gelmiyor mu?

“Kardeşim benimle sorunun yok ise neden her açığımı yakalamak konusunda özellikle ve sadece sen bu kadar atak ve atiksin?”

Yani bu uğraşıyı “aslında ben ona taktım” gerçeğinden çıkarıp “ne yapıyorsam vallahi billahi iş için” kılıfına sarıp sarmalamaktan başka bir çabanın dışa vuruşundan öte bir şey değildir bu. Kimse beni bir insanı hem sevip, tasvip edip, ona iyi düşünceler besleyerek bir de arkadaş olmayı seçmişken -ki bu arkadaşlık durumu da tamamen poliktir- onun altını oyma konusunda iyi niyetli bir durum yattığına inandıramaz ama kimse. Birinin sizinle sorunu yok ise sizinle de uğraşmaz zaten. Gözünüzün üzerindeki kaşa takmış birinin en büyük yalanıdır “Kişisel bir problemim yok ya ama iş söz konusu olunca mecburum”

Aşağıda bahsedeceğim eylemler gerçekten işini yapan, özveri ile çalışan, içinde olduğu bünyenin menfaatlerini düşünenlere ait değil. Onlar zaten yapmaz bunları. Lafım, onların bir kusuru yok iken diğeri ile uğraşanlara… Derdim, gerçekten kendi halinde, faydalı işler eyleyenlere sırf kıskançlığı ve hırsları nedeni ile takanlara. Yoksa hatayı görüp de susmak o yanlışa ortak olmaktır.

Eylemlerine bir bakalım bu faninin: Örneğin yaptığınız her işte bir hata kollayıp bunu sağar sultana ki burada bahse konu kişi yöneticiniz veya patronunuzdur- ona duyurmak için elinden geleni ardına koymaz. Her fırsatta bir işi sizden daha iyi yapabileceğini olur olmaz her yerde gündeme getirir hiçbir fırsatı kaçırmayacağı gibi bu konuda şans yaratmakta da üzerine yoktur. Yaptıklarınızın yanlışlığını –ki bu yine ona göredir- her olanakta gündeme getirir. Ama bu kişinin asla ve katta sizinle kişisel bir sorunu yoktur. Mesela “ben kimsenin ekmeği ile oynamam ya!” der… Evet oynamaz ama patrona sizi şikayet ediyorsa bu “vallahi billahi işleri düşündüğü” içindir. Yoksa ne sizinle bir zoru vardır, ne de işinizi kaybetmenizi ister. Çok düşünür sizi. Kötülüğünüzü de istemez. Fakat patronunu, aslında kendini ve dolayısı ile çıkarlarını daha çok düşünür. Bir gün gelir bakarsınız ki elinize tazminatınızı sayan bir muhasebeci karşısında oturmuş bazı evraklar imzalıyorsunuzdur. İşten ayrılma evraklarıdır bunlar. Şaşar kalırsınız. O kadar uğraş, çaba, kendini yıpratırcasına çalışma, bütün hepsi bir anda heba olup gitmiştir. Kıymetinizin bilinmediğini düşünür, “zaten iyilerin şansı olmaz” der boynu bükük terk edersiniz o firmayı.

Sonra ne mi olur? Bir, iki derken bu deneyimler sizi aşağı yukarı benzer bir karakter ve kişilik seviyesine doğru hissettirmeden taşımaya başlar. Savunma çok bildik, kabule açık, kolayca onay alabilecek bir yargıdır “İş hayatı böyle, ben yemezsem onlar beni yiyecek” Eveeet işte tam kıvama ulaştınız. Bu cadı kazanını kaynatan çarklar içinde yerinizi aldınız. Hoş geldiniz. Şimdi sıra sizdedir; kendi kurbanlarınızı seçip bu sofrada kolay yutulan bir lokma olmamak adına ne gerekiyorsa yapacaksınız. Gözlerinizi dört açacaksınız, kulaklarınız tam kapasite dinleme mooduna geçecek. Yüzlere gülecek ama ilk fırsatta yolunuza çıkan ya da çıkma ihtimali olan birini allaşşağı etmek için harekete geçeceksiniz. Tabiri caiz ise gözler oyulacak, yüzler tırmalanacak ama bunların hepsi çaktırmadan, iz bırakmadan yapılacak.

Açık ofis ortamında çalışıyorsanız, rakiplerinizin mutsuzlukları, ters giden işleri dudaklarınızın haince bükülmesine sebep olacak. Gözleriniz parlayacak. Hatta o kişi yüksek sesle, ofis arkadaşları olan sizlere durumundan yakınırsa “ah vah” gibi ünlemler içeren sahte tümceler kuracaksınız. Kendi başarılarınızı yüksek sesle duyuracaksınız dosta düşmana. Başınız dik, ayaklarınız her adımda yeri delercesine basacak, topuklarınızdan tok tok sesler çıkartacaksınız. Diğerlerinin eksik ve mutsuz yanlarını kollayacak her fırsatta bunların üzerine gideceksiniz. Sizden başka pek iş yapamayanların olduğu bir ortamda en duyulası ses tonunuzla “işiniz olduğunu” belirten cümleleri çığırtkanlar gibi en çirkin sesinizle ilan edeceksiniz. Hatta bunu yaparken o kişilerden birinin öğlen yemeklerinde gülüp söylediğiniz, dertleştiğiniz ve sizi arkadaşı sanan biri olduğunu da hiç ama hiç umursamayacaksınız. Kalbinin kırılabileceği de derdiniz değil zaten. Siz tüm şımarıklığınızla ve aldığınız eksik terbiye ile böyle edepsizliklerin marifet olduğunu sanarak salına salına gezineceksiniz. Ama durun haksızlık etmeyeyim bu kadar; herkes bunlar gibi olmaz, evet yerini kollar, hırslanır, kendi paçasını kurtarmak için politik hareketler yapar vs evet ama yukarıda sıraladığım bazı karakter bozuğu davranışları hepsi sergilemez. Bu başkaca bozuk yapısal bir durumun yansımasıdır sadece.

Ama öyle ya da böyle bir şekilde iş hayatınızın bir döneminde “çakal” olmayı öğretir size deneyimleriniz, hiç olmazsa bunu bir kere yaşatır size. Ve eğer hamurunuz iyi ise, az önce yukarıdaki paragrafta saydığımız özelliklere sahip tiplerden değilseniz bir gün durup “ne yapıyorum?” dersiniz kendinize. “Ben bu insanlarla neden ve niye uğraşıyorum? Onların kaybından benim faydam ne olacak? Hataları var ise bunu görecek kişi patron değil mi? Neden böyle bir görevi üzerime alıyorum? Bu işgüzarlık niye?” Buna benzer soru cümleleri dolaşmaya başlayacak kafanızın içinde. Ve bir an gelecek tüm bu hallerinizden pişman olacak, tövbe edeceksiniz.

Herkes bunu yapar mı? Yapmaz tabii. Farkında olmadan devam edecekler de vardır. Ama bir şekilde hezimet yaşamaya mahkumdurlar. Sonunda ve daima iyiler kazanır. Aynı iş yerinde, aynı ortamda ve aynı dönemde olmasa da hayatının bir noktasında mutlaka iyi olmayı seçenler bunun karşılığını alırlar.

Kötü olup da kazanıyor gibi görünenler aslında kaybedenlerdir. O insanları takip etme şansınız ve fırsatınız olsa hayatlarının bir döneminde bir şekilde cezalarını çektiklerini görürsünüz. Kaçarı yoktur. Ve inançlı biriyseniz bu dünyada olmasa bile mutlaka öteki tarafta bunun acılarını yaşayacağını bilirsiniz.

Aslında kendi deneyimlerimden ve etrafımdan duyduklarımdan da görüyorum ki “Karma” denen olgu gerçekten var ve yapılanlar bir şekilde karşılığını buluyor.Benim gibi Allah inancı kuvvetli olan, dünya ve ahret inancı olan kişilerin içleri biraz daha huzurludur bu açıdan. Ama şu anda içinizden “öteki dünyada ben göremedikten sonra ne yapayım” dediğinizi duyar gibiyim. Emin olun %90’ı belki de daha fazlası yaşarken yaptıklarının karşılığını görüyor. 

Hem kötü hem de iyi olmayı deneyimlemiş ve sonuçlarına da katlanmış biri olarak söylüyorum : İçinizi ferah tutun.!

 
Toplam blog
: 10
: 270
Kayıt tarihi
: 26.04.12
 
 

Çocukluğundan beri edebiyata aşık ve yazar olma hayali ile büyümüş ancak hayatın zorunlulukları i..