Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İş yerinde işsiz oturmak: Çürümek!

İş yerinde işsiz oturmak: Çürümek!
 

Kaynak: İnternet


Bazı iş ortamları acayip hareketlidir, tuvalete gitmeye bile vakti olmaz insanın neredeyse; hele sorumluluk duygusu yüksekse…

Çok severek, çok isteyerek yıllarca öyle ortamlarda çalıştım; ciddi anlamda tuvalete telefon bağlantısı yapılması gerektiğini düşündüğüm zamanlardı; tahmin ettiğiniz üzere, cep telefonları henüz yaygın kullanımda değildi!

Gün geldi, başka bir şirkette yine aynı görevi üstlendim: İhracat yapıyordum yine ama tütün sektörüydü ve mevsimsel dönemlerin etkili oluşunun dışında yükte hafif değerde pahalı bir ürün olduğundan sevkiyatlar öyle alıştığım gibi günde on-on beş yerine ayda üç-beş durumundaydı ki nohut ve çekirdek misali…

(Kurumsallaşmış şirketler çalışanlarını, gerektiği hallerde, başka alanlarda da değerlendirirler, yalvardım resmen: Çok fazla boş vaktim var, boş vakitlerimde şirketiniz için yapabileceğim başka şeyler de vardır. Olmadı diğer şirketlerinizde görev alayım. Artı bir ücret talep etmeksizin… “İlahi Gülgün Hanım, tütün sektörü böyledir, alışın” dediler; tahmin ettiğiniz gibi kurumsallaşamamış bir şirketti!)

Bir gün, beş gün, bir ay…

Hayır yani, patrona kalsa derdi değil ancak bir müdüre teslim etmişler ki kendilerini, baba yadigarı diye, adam tüm cehaletinin bedelini bu unvan ile kusuyor!

Beş dakika erken çıkamıyor, beş dakika geç gelemiyorsun; saatler geçmek bilmiyor! İnternet de yok, bağlatmıyorlar!

Bir odada hiçbir işim olmaksızın günlerimi geçirdim.

Bir hayvan kafesinde neden tur atar; yüreğimden anladım!

Ayrı odamın olması ve patrona bağlı çalışmamdan dolayı şanslıydım elbet, kitap okumaya o da düşkündü, kitaplığından epey kitap alıp da okumuşluğum var. Yunanlı ortaklar da sağ olsunlar, en azından kullandığımız dil ayrı gibi dursa da aynı dili konuşuyorduk aslında: Müdür’ün burnunu sokmaları olmasa iyiydi ya!

******

Çok çalışan insanların gıpta ile baktıkları bu durum, umarım başlarına gelmez, aylar ve yıllar birbirini takip ettikçe öyle bir sıkıntı ve hiçlik duygusu yaratıyor insanda, yaşamayan bilemez!

******

Yüzlerce kitap okudum o dönemde, bir günde bir kitap, neredeyse, hiç birinin ne adını ne yazarını hatırlıyorum tam olarak: Her birinin bir düşünce, bir kavrama durumu yarattığı doğrudur lakin yana yakıla bir kitabı alıp da ille de boş vakit ayarlayıp da okumanın keyfine varmayı özlemiştim!

Zira, sırf vakit geçirmek için kitap okununca, hele ki kafes içindeyken, o kitaplar tercih keyfinden ziyade yalnızca bir araç olarak gözükebiliyormuş insanın gözüne!

Gençliğimin kitap okuma keyfini yitirdiğim anlardı; ki kitap okumak kadar zevkli bir şey var mıdır diye düşünen birine resmen bir tokattı; hayatın cilvesi işte!...

******

Bilgisayar oyunlarının da insanı nasıl etkisi altına aldığını da öğrendim, öyle online falan değildi elbette, basit oyunlar, hele o fal baktığımız yok mu; neredeyse her sonucuna inanacağı tutuyor insanın!

Ya da diğerleri, başardıkça mutlu oluyorsun; o kadar açsın ki başarmaya, bir oyun dahi mutlu ediyor diyeceğim de… Buruk bir mutluluk işte…

******

İş yerinde işsiz otururken beynin çalışmıyor değil, ama hep bir engel çıkıyor karşına; “Şunu şöyle yapalım mı?”, “Ihh”, “Bunu böyle?”, “Olmaz!”

Gel zaman-git zaman kendine olan saygını yitirmeye başlıyorsun, öyle hantallaşmış oluyorsun ki yeni atılımlar yapmaktan korkar hale geliyorsun.

Hiçbir iş yapmamak üzere iş saatini kaçırmamak için koşturup da, hiçbir şey yapmadan çıkış saatini beklerken harcanan zararlı emek eve dönüşünüzü de etkilemiyor mu sanıyorsunuz?

Birçok işi halledip, bu arada elbette ki yorgun düşüp, de evine varan insanın kendine olan inancı ve saygısı ile hiçbir şey yapmadan yalnızca saatin geçmesini bekleyenlerin ruhsal yorgunlukları bedenlerine de yansıyor ve yaşamayanınızın bilemeyeceği üzere evine en yorgun, en bitkin dönenler iş yerinde işsiz oturanlar oluyor!

******

İkili ilişkilere de yansıyor; yalnızca kendini yetersiz hissetmek falan değil, o kadar vakti oluyor ki insanın, yok onu dediydi, yok burada böyle bir baktıydı diye kuruyor da kuruyorsunuz, artı bir de kendinize güvenmiyorsunuz zaten… Gelsin senaryolar, gitsin senaryolar…

Zaten gel-gitler içinde yaşıyorsunuz!

Her sabah tazelenmiş olarak güne başlıyorsunuz, yine aynı kafes, yine ya kitap ya oyun; bir insanın bilgisayar oyunundan kafasını kaldıramaması durumunu gayet iyi anlıyorum: Biri geliyor odana, iki sohbet etmek istiyor, iş ile ilgili değilse parmakların mause’dan ayrılmıyor, gözün ekranda, sanki arkandan atlı kovalıyor?

******

Çok çalışan ve çalışıp da karşılığını alamayan insanların fazla olduğu bir toplumdayız, lakin işin bir de bu tarafı var demek istedim; yaşayan anlar, yaşamayanlara da bendeki gibi karabasanlar basar mı, bilemem?

******

İş yerinde işsiz oturanların, özellikle açık ofislerde çalışıyorlarsa, göstermelik olarak çalışıyor gibi davrandıklarına tanıklık etmiş biri olarak diyorum ki: Böylesi de zor!

Çok çalışıp hakkını alamamak kadar!...   

İnsan kendini, resmen, böcek gibi hissediyor; bir kösele tabanlı ayakkabı sahibi her an üstüne basıp da cılk diye tüm iç organlarını bedeninden ayıracakmış gibi…

Beynin bir yerde, bedeninden muaf; ayakların debeleniyor, çıplak!

Aynı nakarattayız aslında; kimimiz emek ile kimimiz ataletle debelenip duruyoruz; bir lokma aş, bir hırka uğruna!...

 

http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..