Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İshak Paşa Sarayı

İshak Paşa Sarayı
 

 

Bakma şimdi böyle bi tarafım yıkılmış virane durduğuma sen.

Güya yeniden onardılar o güzeller güzeli, göreni büyüleyen çehremi.

18. yüzyıldan 1950’ye. Görenler, görmeyenlere dedi ki; artık romantik bi harabe o.

Oysa başlangıçta böyle miydim? Bugüne de ulaşan, kuzey cephesindeki ahşap konsollar, olağanüstü heykellerim, altta insan, üstte aslan ve en üstte kartal şeklinde tasarlanmıştı. Dayanamadı insan evladı da efsaneler yazdı, heykellerime bakıp: Uzun süre yaşamam için, uçardan, kaçardan ve insandan kurban gerekmiş. İnşaat başlamadan önce bi kartalın, bi aslanın ve bi çocuğun kanı akıtılmıştı… Doğru mu? Manzaraya bak da, sen cevap ver. Nasıl Kabul edersen!

Müthiş bi manzara içinde masal sarayıydım adeta. İçinde sultanların, paşaların, cariyelerin yaşadığı…

Gel ben sana gerçeğini anlatayım. Devir Osmanlı devri. 18. Yüzyıl. O yüzyılda Beyazıt sancağının beyliği Çıldıroğullarına verilmişti. Ailenin ilk beyi, II. İshak Paşa olarak da bilinen Küçük İshak Paşa’ydı. Söylenti derler ama şöyle bi olay gelişti: II.Selim döneminde bi elçi burada misafir edilmişti. Öyle etkilenmişti ki, sürekli hayranlıkla bakıyordu. Nerden bileyim ben İstanbul’a ulaştığında benim, sultanın sarayı ile yarışacağından bahsedeceğini…  bunun üzerine İshak Paşa görevden alındı.

İster inan ister inanma; gerçekten de Anadolu’da o yüzyılda başka hiç bir yerel bey, bu kadar muhteşem bi saray yaptırmadı. İshak Paşadan, Sicil-i Osmani’de ‘’idaresiz ve ahmak’’ diye söz edilir. Görüyor musun sen, arşivlerde bile devlet dedikoduları yaptılar. Cık cık cık…

Beni İshak Paşa tasarlamıştı ve çalışan ustaların da, Ahıska’dan geldiğini, senin yüzyılındaki araştırmacılar öğrendi. Çok eski tasarım ve süsleme geleneklerine göre inşa edildim. Eski Beyazıt’ın ortasında, Karaburun adında bir kayalığın üzerinde 7600 metrekarelik  bir çapım var. Bünyemde, haremlik, selamlık, cami, türbe, hamam, mutfak, kilerler, zindan, depolar, muhafız koğuşları, ahır gibi bölümlerin yanında bugün fonksiyonunu çözemediğiniz başka birimler de var.

İshak Paşa görevden alındıkta sonra, Sancak beyliği oğlu Mahmud Paşa’ya ve 1806’da onun oğlu Ahmet Paşa’ya verildi. 1820’de başka bi yerel bey olan Behlül Bey bu göreve getirildi.

Terkedilme sürecim 19. Yüzyılda oldu. Ne yapabilirim ki? Hızla hüzünlü bir saraya dönüştüm, üzerimde geçmişimin ağırlığı ve debdebesiyle.  Dedim ya, abuk subuk restarasyonlar yaptılar. Deneme tahtası gibi. Araştırıp etmeden. Kullanılmayan çürür. Çürüdüm ben de için için…

Buna rağmen yine de, bugün bile beni görenler vurulur. Siz beni gençliğimde görecektiniz ki, demiyorum. Biliyorum cami yıkılsa da, mihrap hâlâ yerinde. Her şeyin bi kaderi var, bi yaşam süreci. Benimki de bu kadarmış. Ne ki, başka ellerde olsaydım, durumum böyle olur muydu? Bakımsız, terk edilmiş. Aslıma uygun bakar, korur kollarlardı.

Ne yapalım, ben buralarda herkesten uzak, dinleniyorum. Taşıma bi ten değdiğinde, bi insan, hayvan sesi duyduğumda mutlu oluyorum.

Hoş Çakal…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..