Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Işık Ülkesi Likya...

Işık Ülkesi Likya...
 

Eğer bir gün yolunuz Antalya'ya düşerse , kanatlı at Pegasus'u arayın ve bulun mutlaka.

O sizi, Olympos'a götürecektir doğru. Olympos, Uludağ'ın eteklerinde kurulmuş, Volkan Tanrısı Hephaistos'un ülkesidir.

İ.Ö 300 lü yıllarda kurulmuş antik Likya uygarlığının önemli şehirlerinden biridir. Likya'dan , eski Roma'ya, oradan da Osmanlı dönemlerine kadar uzanır tarihi. Asırlardır hiç sönmeyen ateşi ile nice efsanelerin esin kaynağıdır Olympos. En çok da Korith prensi Bellepheron'un , arslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu, nefesinden ateşler saçan bir canavar olan Kymera'yı , Tanrıça Athena'nın da yardımı ile Pegasusun üstünde kurşunlu mızrağı ile alevleri eriterek öldürüşü anlatılır.

Canavarın karşılığında, Likya şehrinin kapıları ardına kadar açılır, Bellepherona. Ve kralın kızlarından biri ile evlenir, kahraman prens.

Tahtalı dağlarının yamacındaki çam , sedir ve defne ağaçlarının gizemi arasında yarı kaybolmuş antik şehir, ırmak boyu içerilere kadar uzanır. Ören yeri olması ve yapılaşma yasağı nedeni ile el değmemiş ve bakirdir. Sadece doğa ile bütünleşmiş ağaç evler, konuk eder sizi.

3200 metrelik kumsalı yalnız doğa tutkunlarına değil, deniz kaplumbağalarının yumurtalarına da ev sahipliği eder, uzun yaz ayları boyu.

Olympos, yıllarca bir türlü ulaşamadığım düşüm oldu hep. Çift yaşadığım dönemlerde, kaç kez yanıbaşından geçmeme ve çok istememe rağmen, çıkan engeller, boynumu büktü garip garip.

Ama bu kez, fırsat tam ayağımın altındaydı. Ben Antalya'daydım ve Pegasus bana göz kırpıyordu çapkın çapkın Torosların üstünden. Üstelik engel olacak hiç kimse yoktu. Genç yol arkadaşlarım , çoktan benim heyecanıma kapılmışlar, Pegasusun kanatlarına takılmışlardı bile.

Mavi-sıcak Akdenizin içine atıverdi Pegasus bizi. Ben Akdenizin kollarında sırtüstü, karşımda başı dumanlı Toroslar... Çam ağaçlarının kokusu burnumda. Sevmem sanırdım sıcak denizleri. Çıkmak ne mümkün...Güneş, Uludağın arkasında kayboldu bile. Ve biz, antik kenti hala gezemedik, Akdenizin mavi-sıcak kollarından kurtulup da...

Akdenizin sıcağından sonra, antik şehir boyunca serin ırmak suları içinde yürüyoruz. Bu Likyalılar da ne keyif erbabıymış canım...Önlerinde sıcak Akdeniz, yanlarında serin ırmaklar ve arkalarında başı dumanlı Toroslar...Ben bile yenerim Kymera'yı, bu cennetin ortasında... bu cennet için !

Olympos'dan ayrılmak zor. Yıldızlar çakmak çakmak gökyüzünde. Sanki Van Gogh'un "Yıldızlı geceler " tablosu karşımda. Ya da ben tablonun içinde. O kadar çok ve öyle büyükler ki...Yapay hiç bir ışık görünmüyor çevrede, denizde ki teknelerin cılız ışıklarından başka.

Yine bir antik Likya kenti bekliyor bizi ertesi gün : Phaselis...

Hemen hiç bozulmamış muhteşem su kemerlerinin altından giriyoruz, şehre.

Zengin bitki örtüsü ile eski çağlarda parfüm deposu olarak anılan kent, ilk kez İÖ 690 'lı yıllarda Bir Rodos kolonisi olarak kurulur. Bir çobana ait olan topraklar, tahıl ve kurutulmuş balık karşılığı alınır, Rodos Şövalyelerince.Ve '"ucuz hediye " anlamında Phaselis ismi ile anılmaya başlanır. Üç limanlı deniz kentinin ilk sahibi Rodoslulardan sonra, şehir Perslerin hakimiyetine girer uzun süre. Persleri yengiye uğratan Büyük İskender'in şehre girişi muhteşem olur ve yıllarca hükmeder İskender yöreye. Daha sonra Roma ile birlikte Likya birliğine girer kent. En sonra da Bizans.

Ören yeri olarak koruma altında olan Phaselis'te hiç bir tesis bulunmuyor. Muhteşem ve hiç bozulmamış su kemerleri, ulu çam ağaçları ile dolu minik bir yarımadanın içine buyur ediyor sizi. Yarımadanın iki tarafında iki harika koyla Akdeniz uzanıyor yine mavi-sıcak. Şehri çevreleyen kale surlarının kalıntıları, kumsalın hemen bitiminde başlıyor, bir kısmı da denizin içinde.

Küçük yarımadanın içerilerine doğru yanları üç basamaklı, düzgün mermer taşlarla döşeli 25 metre genişliğinde antik yol sizi davet ediyor, bir bilinmeze doğru.

Hala ayakta olan iki hamam kalıntısı, cimnasyum, anfi tiyatro, agora, bazilika sıralanıyor karşılıklı, antik liman caddesinin iki yanında ulu çam ve sedir ağaçlarının arasında.

Muhteşem caddenin sonunda, sizi bir sürpriz bekliyor : Akdeniz yeniden...

Uçsuz bucaksız kumsalı ile üçüncü liman karşınıza çıkıveriyor ansızın.

Ve üçüncü limanı keşfimizin tadını çıkarıyoruz doya doya, genç gezgin arkadaşım Nihanla birlikte. Phaselisin diğer iki koyuna oranla daha dalgalı ve rengi bulanık bir Akdeniz bu . Zira dibi kum ve dalgalar kumu karıştırıyor, aynı Karadeniz gibi. Benim seçimim Phaselisin diğer iki koyu. Hem daha gizemli, hem berrak, doğa da harika ayrıca.

Güneşle birlikte Phaselisle vedalaşıyoruz, bir başka sefere kadar.

Akşam muhteşem Hadrian kapısından eski Antalya'ya ya da Kaleiçine ayak basıyoruz.

Görkemli kapının önünde çift sıra palmiyeleriyle Atatürk caddesi uzanıyor. İçeride ise , Romadan ve Bizansa sonra da Selçuklu ve Osmanlıya kadar uzanan mermer, yivli ve başlıklı sütunlar, kuleler,surlar, ahşap işlemeli cumbalı ve avlulu evler, daracık sokakları ile Kaleiçi. Çağlar ve medeniyetlerin içiçe yaşandığı zaman tünelindeyiz adeta.

Kaleçinin daracık sokaklarından geçip , limana en tepeden bakan noktada buluyoruz kendimizi. Falezlerin üstündeyiz şimdi .Işıl ışıl kafeler, barlar, neşeli tekneleriyle, nal biçimindeki görüntüsü ve karşı falezlerin üzerindeki evleriyle tam seyirlik bir noktada, yeni keşfimizin heyecanını yaşıyoruz çocuklar gibi.

Likyadan, bu güne uzanan ve izlerini koruyan bir şehir Antalya. Kafam karmakarışık. Yaşadığım güzellikler, genç yol arkadaşlarımla birlikte iki gün içinde, hızlandırılmış çekim gibi , yaptığımız keşifler , doğanın, mekanların güzelliği, gizemi, tarihin dokusu, sıcak-mavi Akdeniz, sarhoş etmiş durumda beni .

Ve ben Işık ülkesi Likya'da ,Torosların başında sevda yüklü sarhoş bir bulutum şimdi...









 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..