Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İşim iş senle kızım... İşim iş...

İşim iş senle kızım... İşim iş...
 

Babaannem yeni bir manto almış. "Ne güzelmiş babaanne manton" dedim. "Ne yapayım, baktım ölmüyorum ben de yeni manto alayım diye düşündüm" dedi.

Çok şükür ki bir sağlık sorunu yok. Yine de yatırımı yapacakken ölümü düşünmesi bana önce çok tuhaf sonra çok akıllıca geldi. Yani sen şimdi gidip yeni bir manto alacaksın, sonra öleceksin ve az giyilmiş, neredeyse sıfır manton başkasına kısmet olacak. Hoş değil. Neticede emekli maaşı alıyorsun. O mantoya vereceğin parayla başka şeylerde yapabilirsin. O anın tadını çıkaracağın, paranı kimseye yar etmeyeceğin birşeyler. Akıllı kadın babaannem. Çok seviyorum onu.

Ben de o yaşlara varır mıyım bilmiyorum ama, oturmuş bu ölüm efendi de ne zaman gelecek acaba diye düşüneceğim yıllarda en çok merak edeceğim şey bir dahaki mevsimin güzelliklerini görebilip göremeyeceğim olurdu diye düşünüyorum. Bir kere daha açan bir papatya görebilecek miyim, seneye yazın domates yiyebilecek miyim, bu yediğim mısır, hayatımda yediğim son mısır mı olacak ve hepsinden daha önemlisi, bir dahaki yaz hava ısındığında esmerin ya da sarışının, eteğin minisini, dekoltenin en şekerini görebilecek miyim diye düşünür de dururdum...

Kukumal kuşu gibi...

***

İşimi yapmadığımda, ya da eksik yaptığımda, patrona bir günaydın diyorum. Öyle güzel diyorum ki, yüzümde güller açıyor. Dünyanın en sevimli, en masum, en iyi kalpli insanı ben oluyorum o sırada. Öyleki benim kadar sevimli birisini kıran insan, insan değildir mesajı veriyorum. Cehhennemde yansın kalbimi kıran kişi, diyor gülüşüm.

***

Gecenin çok geç bir vakti arabamda giderken yol kenarında kavga eden üç kişi gördüm. Çetin Altan’ın bahsettiği gibi, mert olmayan, Türk işi bir kavgaydı bu. İki kişi birisini dövüyordu. Arabadan gördüğüm kadarıyla da fena dövüyorlardı. Benden başka kimse yoktu yoldan geçen. İndim arabadan. Yanlarına da yaklaşmaya korktum. 6-7 metre mesafeden, “Allah aşkına bırakın, ölecek çocuk” diye bağırdım. Sonra bir tanesi çocuğu bırakıp bana saldırdı. “Sen gel buraya gel” dedi. Yüzüme biber gazı sıktı. O kadar saçma sapan bir durumdu ve herşey o kadar ani gelişmiştiki, kaçayım mı, saldırayım mı, güleyim mi bilemedim.

İlk etap gülerek kaçtım. Arabamın yanına geldim ama spreyli adam arkamdan koşmuştu. Yaratana sığınıp karın boşluğuna bir tekme patlattım, iki büklüm olup yere düştü. Spreyi elinden alıp ağzına yüzüne boca edecektim ki, diğer arkadaşı yanımızda bitti. İki kişi olunca çok kortum gerçekten. Dedim “al şu arkadaşını, elimde kalacak” falan. Neyseki çocuğu çeke çeke götürdü. Bir yandan hala bana biber gazı sıkmaya devam ediyor. Yüzüm,gözüm, genzim yandı. Arabaya binip uzaklaştım.

Sonra yolda giderken dayak yiyen çocuğa ne olduğunu merak ettim. İlk fırsatta u-dönüşü yapıp olay mahalline geri döndüm. Ne görsem şaşarsınız, bu sefer yine iki kişi, birine dayak atıyordu. Ama bana sprey sıkan, diğer ikisinden dayak yiyordu. Hemen düştü jeton. Bunlar hırsızlık yapıyorlardı. Birisini dayak yiyor gibi gösterip, arabayı durdurup, spreyleyip ya arabayı alıp kaçıyorlar ya da arabanın içini boşaltıyorlardı.

Beni fark etmediler. Neyseki İstanbul’da yaşıyoruz. Her yer inşaat, çimento, demir ve taş. Yerden iki tane iri taş aldım. Teker teker fırlattım üzerlerine.Gözlerim yanıyor, yaşlar akıyor, hiç bir şey göremiyordum. Artık sesin geldiği yöne doğru, ninja misali attım taşları.

Birisi isabet etmiş olmalı. “Yandım Allah” diye bir ses geldi. Yan dedim orzbu çocuu. Yan geber. Koşup arabama bindim. Macera dolu bir geceydi.

***

“Amca” dedim “amca” Hiç duymuyor bak. Altılı kuponu dolduruyor, sanırsın ki gençliğe hitabeyi yazıyor. Kafasını kaldırdı, gözünde bir gözlük vardı. Daha doğrusu var mıydı, yok muydu orası tam belli değil. Bir sapı eksik, bir camı kırık, çerçevesinin cilası, boyası uçup gitmiş bir gözlük. Elimdeki portakallara uzandı ver bakalım tartalım dedi. Biraz sohbet ettik. "Amca ya," dedim. "Sen o gözlükle rahat görebiliyor musun?" "Benim gözlüğüm değil bu" dedi. "Kahvede buldum."

Bir sapı eksik, bir camı kırık, kahvede bulunmuş bir gözlük. Hayır, bunun yoksullukla alakası yok. Rahatlıkla alakası var. İşte dedim, ben de tam böyle bir ihtiyar olmak istiyorum.

***

Telefon etti, sana gelebilir miyim dedi. Bilmiyorum dedim, gelebilir misin?

Geldi nitekim. Merdivenden çıkarken yükseeeek yüksek topuklarının seslerini duydum. Bu kadar uzun bir kız neden bu kadar yüksek topuklu giyerdi ki? Kapıyı açtım. Bir parça... hayır düzeltiyorum abartılı bir şekilde uzak durdum kapı eşiğine. Bu uzaklık onun güvenini kırmış mıdır, bilemiyorum. Ama o kadar uzun boylu kızlarla yanyana, karşı karşıya gelmeyi de pek... düzeltiyorum, hiç mi hiç sevmiyorum. Ne yani, öpmek için parmaklarımın ucuna mı kalkmalıyım? Bir terslik yok mu bu durumda?

Neyseki topukluları bir kenara attı. O zaman yaklaştım, öptüm yanaklarından. Hala benden bir parça uzun muydu ne? Azıcık bir parça, belki bir yarım santim. Ne kadar sini bozucu bir durum. Bazen ayak tabanıma silikon enjekte etmek istiyorum. Çok değil sadece bir santim.

Ve oturduk akşam yemeğine. Ne diyeceğini biliyordum. Ne diyeceğini bildiğimi biliyordu. Lafı hiç dolaştırmadan tam suratıma tokat gibi çarptı, "aşık oldum ben sana" dedi. Vah zavallım.

Dedim ki, olamaz...

- Neden olamazmış...
- Çünkü şimdiye kadar kimse bana aşık olmadı
- Ben oldum diyorum ya işte
- Ama olamazsın
- Neden olamazmışım?
- Bana aşık olmamış olsan, neden olmazdın?
-Bu sorun sana da biraz mantıksız gelmedi mi?
-Nedir ki mantık?
-Tutarsız değil mi yani?
- Bak sana tutarsız ne demek göstereyim

dedim.

Sonra işte beni aradığı andan itibaren şu ana dek geçenleri yazdım. Bu sizin okuduklarınızı yani.

"Bak," dedim... "Benim kafam böyle çalışıyor işte..."

Okudu bir solukta, "çok tatlısın sen yaa" dedi.

İşim iş senle kızım dedim. İşim iş....

***

Buraya da yazıyorum, hayatın beatles şarkıları kadar güzel olduğu bir zaman mutlaka gelecek.

***

Dilenci vapuru, anıları, öyküleri, yapmak isteyip de yapamadıklarımı, yapıp da pişman olduklarımı, arada kalmalarımı, uzanıp tutamadığım, tutup da ellerimi yaktığım, sıklıkla güldüğüm ve kendime güldürdüğüm tüm olayları ve binlerce palavrayı anlatığım, gerçek ve üçkağıdın birbirine karıştığı pek eğlenceli bir yazı dizisinin adıdır.

Yaklaşık bir senedir Milliyet Blog sayfalarında süren yazılar bundan sonra haftada bir kere facebookda da katılacağınız "dilenci vapuru" adlı gurupta da devam edecek.

Yazılar sık sık gelip sizi bunaltmayacak, nereden de üye oldum buraya, basıp gideyim demeyeceksiniz. En azından hedefim, bunu hiçbirinize detirtmemek.

Bu vapur size hitap etmezse, her daim bir iskeleye yanaşıp inme hakkınız elbette var. Tek ricam, eğer burayı severseniz, yazıları ilgisini çekeceğini düşündüğünüz dostlarınıza ulaştırmanız.

Çok uzun bir tanıtım yazısı oldu, aslında sadece şu kadarı yeterince açıklayıcı olacaktı;

Dilenci vapuru, nutellayı kaşıkla yiyenlerin ve bittere hakettiği itibarı gösterenlerin vapuru. Her pazartesi facebook'da. Tahmin edilemez sıklıkta da MB'de.


Dilenci vapuru / Mektup :

http://www.facebook.com/topic.php?topic=3733&uid=6486161546


K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..