Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İskenderun'a giderken

(Sevgili Sezai Koçak’a ve Sevgili Kemal Rifaioğlu’na…) Geçtiğimiz Cuma akşamı saat 17.00’de Fethiye otogarından, özel bir otobüs firmasına ait şehirlerarası bir otobüsle İskenderun’a hareket ettim. Sabah pırıl pırıl olan hava, akşam saatlerinde serinlemeye başlamıştı. Fethiye’mizin havası genelde ılık olmasına rağmen, insanı üşüten bir soğukluğu vardı havanın o gün. Otobüs beklerken iyice üşümüştüm. Çünkü terminalde değil, çevre yolu kenarında otobüs bekliyordum ve beni rüzgârdan koruyacak bir duvar falan da yoktu etrafımda. Kış ayının kısa günlerinde bu yolculuğa çıkmamın benim açımdan çok ayrı bir anlamı vardı. Bu yolculuğa çıkacağım için kalbim günler öncesinden heyecanlanmaya başlamıştı. İçimde apayrı duyguların geçiş merasimi düzenleniyordu. Bazı duyguların aklıma gelmesiyle birlikte gözlerimin önünde birkaç damla yaş belirmeye başlıyordu. Bazı duyguların hareketlenmesiyle dudaklarımın arasından sıcacık bir tebessüm süzülüyordu dışarıya. Kimisi anlamlı, kimisi anlamın ruhuna muhtaçtı duygularımın. En son 1998 yılının Ağustos ayında görmüş olduğum bir arkadaşımın ziyareti için gerçekleştiriliyordu bu gezi. Aradan geçen koskoca on üç yılın korkuları, merakları ve tüm bunları pekiştiren heyecanları ayrıcalıklı kılıyordu bu geziyi. İçimde kuşkular yer etmeye çabalıyordu; ama sevgim ve sevdiğime olan güvenim üstün geliyordu. Otobüste çift kişilik bilet almıştım. Koltuğun birisine de Burdur’dan bir arkadaşım binecekti. Bucaklı Sezai Koçak ile saat 10.30 sularında Burdur otogarında buluştuk. Sezai ile İskenderun’a doğru giderken yılların hasretliği, bu hasretlikte yaşanan onca şey dile gelmeye başladı. Bir o anlatıyordu o günleri, bir ben. Eskileri yeniden yaşıyor gibiydik. O günleri yaşamış olmanın hazzı bizi mesrur ediyordu. Saat iyice ilerlemişti. Saat 24.00 sularında otobüsteki yolcuların yavaş yavaş uyumaya başladıklarını gördük. Keşke hiç uyumadan gidebilseydik, esprileri arasında biz de başlarımızı koltuklarımıza yasladık ve uyumaya başladık. Otobüsümüzün Ereğli’de mola vermesiyle açılan gözlerimiz saatin kadranına takılıyordu. Sabaha az kalmış, dedi, Sezai. Evet, sabaha az kalmıştı. Arkadaşımızın yanına ulaşmamız için yollar tükeniyor, zaman eriyordu. Mola yerinde de eski günleri andık. -Hatırlıyor musun, üniversitede okurken de şöyle yapardık, sözleri arasında ilerlemiş yaşımıza rağmen 20’li yaşımızı yaşıyorduk. Ne güzelmiş meğer o günler. İnsanoğlunun elindekinin kıymetini anlayamadığı gibi, o günleri yaşarken, biz de o günlerin kıymetini bilememiş, öğrencilik gözüyle o günleri daha da anlamlandıramamışız, diye esefleniyorduk birbirimize. Saat 09.00 olmuştu. Otobüs İskenderun otogarına iyice yaklaşmıştı. İskenderun otogarı küçük, yan yana sıralanmış yazıhanelerden oluşmuş bir yerdi. Çevresi çok geniş olmasına rağmen otogar binası gayet mütevazıydı. Otobüsten indik ve etrafımıza bakınmaya başladık. Çünkü arkadaşımız Kemal Rifaioğlu bizi terminalde karşılayacaktı. Onu az ötede görünce neler neler geçti aklımdan… -Hiç değişmemiş değil mi? Diye birbirimize soruyorduk Sezai ile. Yanımıza yaklaştıkça, biz onun ne kadar değiştiğini fark edebiliyorduk. Zaman insanı yaşlandırıyordu. O da bize aynı değerlendirmeyi yapmıştı belli ki. Ağzından çıkan ilk cümlesi: -Vay be! Kaportaları değişmiş ama arkadaşlarım hiç değişmemiş, olmuştu. Üniversite yıllarının en yakın arkadaşını görmeye gitmek meğer ne kadar da kolaymış, diye düşünüyor; bunca zamandır arkadaşımı ziyarete gitmediğim için kendime kızıyordum… Umarım sizler, dostlarınızı ziyaret etmek noktasında benim gibi ihmalkâr davranmıyorsunuzdur. Muhabbetle kalınız… 

 
Toplam blog
: 15
: 446
Kayıt tarihi
: 08.09.09
 
 

1975 yılında Muğla ili Fethiye ilçesi Karaçulha Kasabası’nda dünyaya geldi. İlk, Orta ve Lise..