Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

İşkoliklerin toplam kaliteye zararları

İşkoliklerin toplam kaliteye zararları
 

Bir pazar günü işteydim. Müdürümün telefonu çaldı. Arayan eşiydi ve onu sinemaya çağırdı. Müdürüm saatine baktı ve hiç aklımdan çıkmayacak cevabı verdi: "Kısa bir film olsun!" Başımı öne eğdim ve ben bu iş yerinde ne arıyorum dedim...

Yabancı lisanslı bir işyerinde çalışıyorum. Sistem özellikle ocak-mayıs aylarında çok fazla çalışmak üzerine kurulu. Çok çalışmak derken biraz açayım, haftada 7 gün ve hafta içi günde 18 saatlere varan bir tempodan bahsediyorum. Bu çalışmaların gerçekten ne kadarı gerekli? Üzerinde durmamız gereken soru bu.

Benim çalıştığım firmada yükselmek için ilk sahip olmanız gereken özellik "işkolik" olmak. Aksi taktirde sistem sizi çarkın dışına itiyor. O gün gerçekten 18 saat çalışmanın gerekli olup olmadığını sorguladığınız anda, hele bir de bu konuda -cürret edip- polemiğe girdiğiniz anda işiniz bitiyor. Müdürler arası dedikodu kazanında "motivasyonu düşük" veya "hakim değil" damgası yiyip kenarda oturuyorsunuz.

Geçen kış İstanbul dışındaki bir müşterimizin denetimine gittik. Ekip şefi arkadaşım çok çalışmasıyla ün yapmış birisiydi. İlk iş günü saat yarımda işten çıktık. Bize gülerek bunun daha ilk gün olduğunu ve ilerledikçe daha çok çalışmamız gerekeceğini söyledi. Gerçektende öyle oldu. 3 haftalık işimiz bittiğinde yani son gün saat üçte işten çıktık.

Peki bu noktada şu soruları soralım, gerçekten o kadar saat boyunca ne yaptık?

Yaş ortalaması 25 olan çok dinamik 5 kişilik bir ekip öyle iki-üç gece yarısına kadar çalışıp yorulur mu? Yorulmaz elbet. Fakat bu tempoya 3 hafta dayanmak olası değildir. Bu tıbben ve iş verimliliği açısından son derece sakıncalıdır. Saat gece ikide işten çıkıyorsunuz, otele gidip duş alıp yatana kadar saat üçü buluyor ve ertesi sabah sekizde kalkıyorsunuz. Bu durum günlerce devam ediyor.

Bakınız, insankaynakari. com sitesinde, Prof. Dr. Hakan Yöney aşırı çalışma ve işkolikle ilgili bir makalesi yayınlanmış. (http: //www.insankaynaklari.com/cn/ContentBody.asp? BodyID=4574) Ben sadece bir paragrafından alıntı yaptım:

Uzun saatler çalışma sonucunda;

- Üretkenlikte ve etkinlikte azalma
- Aile ve sosyal yaşamın ihmal edilmesi
- Neyin önemli neyin önemsiz olduğuna ilişkin kavramlarda bozulma
- Entellektüel faliyetlerde azalma, kişinin ufkunun daralması söz konusu olabilir.

Denetim ekibi olarak uzun saatler çalışma sonrasında tuhaf, yarı bilinçli -yarı bilinçsiz bir hale geldik. Şirkette yürürken aynadan ekibin yürüyüşüne baktım. Zombilerden farksız 5 tane çocuk saçma sapan bir ritimde yürüyorduk. Açıkcası ben denetimini yaptığımız şirketin muhasebe müdürü olsaydım ve o ekibin beni denetlemeye geldiğini görseydim için için gülerdim. "Bunlar mı" derdim "beni denetleyecek ekip? " "Bunlar daha ayakta duramıyorlar!" Profesyonel görüntümüzde ki tek problem sadece yorgun gözükmemiz değildi. Kendimizle ilgilenecek hiç vakit bulamadığımızdan kıyafetlerimiz buruşuk, saçlarımız dağınık bakımsız bir halde çalışıyorduk. Özellikle ekip şefimiz haftanın 5 günü aynı pantolonu giyiyordu.

Bu yorgunluktan sonra elbette verimsiz çalışma başlayacaktır. O gün ne kadar yüksek bir tempoda çalışırsanız çalışın, ne kadar temiz bir iş çıkarırısanız çıkarın, hiç bir şekilde saat sekizde işten çıkamayacağınızı bildiğiniz için işinizi yavaş yapmaya başlıyorsunuz. (hiç bir auditor gece saat onda işsiz kalmak istemez, bu onun gece çalışacak yeterli dökümanı gündüz vakti müşterisinden temin edemediğini gösterir) sonuçta ne oluyor, 8 saatlik işiniz var ve onu 15 saata yayıyorsunuz.

İşin en acı tarafı bu duruma hiç bir şekilde itiraz etme hakkınızın bulunmaması. Ekip olarak en azından gün aşırı saat dokuz gibi daha mantıklı bir saatte bir çıkıp iki günde bir uykumuzu tam alıp çok daha fazla çalışabilirdik. İki günde makul bir saatte çıksaydık insan yerine konduğumuzu anlardık belki. Saygı gördüğümüzü fark edip işe daha çok asılırdık. Muhakkak daha iyi performans çıkarırdık.

İşkoliklik birazda kendine güvensizlik ile ilgili bir durum bence. Okulda da öyle değilmidir, sınava 20 saat çalışırsanız 60 alırsınız, 20 saat daha, belki 80. Bir 20 saat daha bu sefer 10 puan artar belki 90 olursunuz. 90'dan 95 bir 20 saat daha gerekebilir. Bu motivasyonun kaynağını anlamadım hiç. Hiçbir zaman anlamakta istemiyorum.

Simyacıyı okuyanlar hatırlar, ben okuyalı çok oldu ama hatırladığım kadarı ile şöyle bir durum daha vardı; Kralın sarayına bir misafir geliyor. Kral aynı zamanda çok bilge bir şahıs. Misafirinin eline içi su dolu bir çorba kaşığı verip sarayın bir bölümünü gezmesini ve gezerken etrafındaki güzellikleri iyi izlemesini fakat bu sırada kaşıktaki suyu dökmemesini tembihliyor. Bir süre sonra misafir geri döndüğünde etrafında ki güzellikler ağzı açık seyrettiğinden olacak, elinde ki kaşık boş! Kral gülüyor bir kaşık su daha verdiyor fakat bu sefer daha dikkatli tembihliyor. Misafir sarayın başka tarafını geziyor. Döndüğünde gururlu, kaşık su dolu fakat bu seferde güzellikleri kaçırmış, etrafına hiç bakamamış. İşte diyor Bilge Kral, mutluluğun sırrı bu, hem etrafında ki güzellikleri izleyeceksin hemde o kaşıktaki suya hakim olacaksın.

Sizce de işkolikler sadece kaşıktaki suya bakmıyorlar mı?

Not: Benzeriçerikli birblog için "Fazla mesai melankolisi" http: //blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx? BlogNo=11874

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..