Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '08

 
Kategori
İnançlar
 

İslam anlayışında; Kadın, tanıklığı ve mirası (3)

İslam anlayışında; Kadın, tanıklığı ve mirası (3)
 

Kuran’da net olarak; “en şerefliniz, en takva’lınız” denilmektedir.


Hucurat suresi 13. Ayette çok net olarak ; “Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışanız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takva’lınızdır*. Muhakkak ki, Allah, bilendir, her şeyden haberdardır.” (1) açıklaması ile kadın ve erkek ayrımının olmadığı görülmektedir.

Bir ismi de “Adil” olan Allah; eşit sorumlulukta tuttuğu kullarını, kadın veya erkek olarak birbirinden ayırmamıştır. Tüm ilişkilerde hak ve yükümlülük eşitliği bulunmaktadır. Açıklanacağı gibi aralarında her zaman bir denge kurulmuş; haklar ve yükümlülükler bu manada gözetilmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) “insanlar tarağın dişleri gibi eşittir.” Derken; sadece erkekler (kadınlar hariç) kendi aralarında eşittir.” Dememiş, "insanlar eşit" demiştir. Tüm sıfat ve özellikleriyle birlikte...

Bu nedenle kadın veya erkek; Kuran’ın insanlar ile ilgili ifade ettiği eşitlik ve adalet anlayışından ayrı değerlendirilemez.

-Kuran’da net olarak ifade edilmiştir; “en şerefliniz, en takva’lınız” dır.

* * *

- Öyle diyorsun da “bir erkeğin tanıklık ettiği bir davada, bir erkeğe karşılık iki kadının şahit olması gerekliymiş… Dahası da varmış; “kadınlar mirastan erkeklerden daha eksik pay almaktaymış…” Peki, bu nasıl açıklanmaktadır?

* * *

-Günümüzde farklı bir anlayış ile Kuran’ın sadece bir olayla ilgili kısmi bir ifadesi alınarak bir meseledeki özel bir görüşü eşleştirilebilir mi? Kur’an bir bütündür. Özel bir olayla ilgili bir cümle alınarak; İnsan ve toplumla ilgili temel eşitlik ve adalet anlayışı göz ardı edilemez. Ve bu anlayışla bir sonuca gidilemez.

-İslam anlayışında ölçü; “Birey ve toplum arasındaki ilişkilerde karşılıklı rıza beyanının aranmış ve şart koşulmuş olmasıdır. Bu manada haksızlığa uğradığını düşünenler (kadın veya bir başkası) karşısındakine hakkını; diliyle söylese dahi içinden helal edebilir mi? Etmediğinde diğeri (Ödenmemiş bir borç yükü ile) cennete gidebilir mi? Eğer, bir Müslüman için nihai hedef cennete gitmek oluyorsa bu nasıl Müslümanlık ve İslam anlayışı olabilir;

-Allah eğer, bir ayırım yapmayı murad etseydi; ayetlerinde; “Kadınlar hariç” Erkekler arasında veya şu sınıflasr adaletli hükmediniz” şeklinde bir ifade kullanılacaktı. İslam'da sınıf ve ayrıcalık yoktur.

-Yaratan çok net olarak; “Bana üzerinizde (ödenmemiş) kul hakkı (kadın-erkek fark etmemektedir.) ile gelmeyin onu ben dahi affedemem.

-O hak-affetme yetkisi haksızlık yapılan tarafa, kişiye aittir. Ancak ben (bana olan yükümlülüklerinizi) kendime ait olanı af edebilirim” demektedir.

-Tüm dillerde olduğu gibi Arapça da uzun bir süreçte toplumun anlayış ve değerleri ile yoğrulmuştur. Arapça da bir konu tercüme edilir, manalandırılırken; bölge insanının yaşam anlayışı; adetleri, örf ve değerlerini, meselelere bakışı, özellikle Kuran’ın indiği dönemin şartlarının dikkate alınmasında zaruret vardır.

Her olay kendi içinde, anlayışında ve şartlarında değerlendirilmelidir.

-Eğer, İslam 6’ıncı asırda insanlar ile ilgili eşitlik anlayışını getirmemiş olsaydı, belki bugün insanlık (Medeni olarak değerlendirilen batı; ABD ve Avrupa) bugün hala “cahiliye dönemi” (o eski) anlayışlarının birçoğunu muhafaza edecek ve bazılarının (kasıtlı veya bilinçsizce) dediği gibi İslam anlayışındaki kadının değeri; (bulunmayan) eksiklik anlayışı ile birlikte bile insanlar için bir hayal olacaktı.

Ve işte İslam’ın, bilgi eksikliği yanlış değerlendirilen iki konu kadın hakkındaki hükümleri; Tanıklık ve Miras;

* * *

Kuran’ın insanlık için ne kadar büyük bir devrime zemin hazırladığını, insanlığı hangi aşamalara götürecek anlayışlar getirdiğini kavramak için Kuran’ın indiği dönemdeki bölge ve dünya gerçeklerine bir göz atalım.
Bakalım neler görülecektir?

* * *

-Hz. İsa’dan sonra Hz. Muhammed (s.a.v.) gelmesine kadar geçen zamana “cahiliye devri” adı verilmiştir.

- "İslâm’ın gelişinden önceki dönemde yaşayanlar; bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. “Cahiliyye Araplarının” sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan yaygın olan uygulamalardan bazıları; Putlara tapmak, İçki, Kumar, tefecilik, Çok yüksek faiz oranları, fuhuştur…"

-"Allah belki de toplumların veya dünyanın bir lidere, bir Peygambere en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde göndermiştir, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) alemlere rahmet olarak...

-İnsanlık; Arapların (ve diğerlerinin) 6’ıncı asırda içerisinde bulundukları Cahiliye Döneminden bugüne kadar, yaptığı, kaydettiği bir çok aşamayı net olarak İslam'a borçludur.

-Gerçek olan şudur ki, 711-1492 Yılları arasında İspanya (İslam) Endülüs devleti ve diğer devletlerde yaşayan islam ilim adamları; buluşlarıyla ve çalışmaları ile insanlığa çok büyük aşamalar kaydettirmişlerdir. Her ne kadar gizlenmekte ve görmemezlikten gelinmekteyse de!

-Martin Lüther’in 16’ıncı asırda Avrupa'da sebep olduğu din reformu ve onu takip eden dönemdeki Avrupa’nın yaptığı sanayi devriminin kaynağında; çok net olarak dönemin İslam ülkelerindeki gelişmeler (haçlı seferlerinde görülenler) ile Müslüman ilim adamlarının eserlerinin katkısı vardır.

Bu konuda merak edenler veya tereddüde düşenler için tüm taraflara kaynak olabilecek yazı, bu seriden sonra yayınlanmak üzere verilecektir.

Özetle; İslam ilim adamları, eski medeniyetlerle ilgili eserleri yüzlerce yıl içerisinde tercüme ederek ve yaptıkları o çok değerli çalışmalarla zenginleştirerek insanlığa sunmamış olsalardı belki insanlık bugünkü durumuna gelmeyecek veya çok daha uzun zaman sonra ulaşabilecekti.

* * *

“Cahiliye döneminde kadın ve insanlık;

-Kadın sadece o (cahiliye) dönemde; Kuran’ın indiği coğrafyada değil, tüm dünyada ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir. Ve bugün sahip olduğu hakların birçoğuna da sahip değildir;

-“Özellikle Avrupa kıtasında yaşayanlar kadınlar için durum daha bir vahimdi. Çünkü buralarda, kadının insan bile olup olmadığı tartışılıyor, kadın, şeytan ve kötü ruhlarla bir tutuluyordu. Hatta diri diri (cadı olduğu düşünülerek) yakılıyordu.

-“İşte Kur’an, kadının ve insanlığın içerisinde bulunduğu bu durumda gönderilir. O dönem insanlığın ve kadının içerisinde bulunduğu durumu ve hatta kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmelerini bilmeden veya bilindiği halde görmemezlikten gelerek; “kadının özel bir meseledeki tanıklığına” veya sanki “mirastan (gereksiz) eksik bir pay alması emredilmiş” anlayışını öne sürerek İslam din anlayışına serzenişte bulunulması ne kadar gerçeklerle ve hakkaniyetlerle bağdaşmaktadır?

* * *

-İslam anlayışında insan (kadın ve erkek) en şerefli varlıktır.

-“ İnsanın, insan olmasından dolayı değerli ve önemli, hatta kutsal bir varlık olduğu, bu nedenle insan olarak bazı hak ve sorumluluklarının bulunduğu Kur’an genelinde çok sık bir şekilde dile getirilmiştir.

-“Can ve mal emniyeti, başka bir deyişle canının ve malının kutsallığı ve korunmuşluğu, nimetlerden kadın erkek ayırımı yapılmadan her insanın çabası oranında faydalanacağı ifade edilmiş, hukuk önünde herhangi bir ayrımcılığın olmayacağı özellikle vurgulamıştır.

-“Kadının sosyal hayattaki konumu nedeniyle daha edilgen bir durumda bulunmasının veya bedenen daha güçsüz bir yaratılışta olmasının hukuk önünde ona bir zaafiyet oluşturmadığı vurgulanarak herkesin yaptığının karşılığını göreceği çok sık tekrarlanmıştır.

-“İnsanın, hak ve özgürlükleriyle beraber insan olduğu vurgulanmış ve bunlarla ilgili genel düzenlemeler yapılırken tarihten gelen haksız ve yanlış uygulamaları ortadan kaldırmak için de yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu bağlamda:

- “Kadının aşağılandığı, tahkir edildiği bütün uygulamalar yasaklanmış, hukuk önünde eşit hale getirilmiş, kendisine kimlik ve kişilik kazandırılmış, özgür bir birey olması sağlanmıştır.

- “Toplum içerisinde bir anne ve eş olmanın ötesinde bir yeri olduğu vurgulanarak toplumsal bir varlık olmasının önündeki engeller kaldırılmış, bu konudaki düzensizlik ve belirsizlik belli kurallara bağlanmıştır. Böylece çalışmasının, mal mülk edinmesinin, yönetimde yer almasının yolu açılmıştır.

* * *

-“Kadının Kur’ani anlamda sahip olduğu haklarla modern anlamda sahip olduğu haklar karşılaştırıldığında hem (eksik) bilgisizlikten ve önyargıdan, hem Kur’an ahkamının eksik ve yanlış yorumlanmasından hem de tarihteki uygulamalarla Kur’an ahkamının bir tutulmasından kaynaklanan bazı sorunlar bulunduğu bir gerçektir...

-"Modern anlayışın tek tipçi ve insanı tabulaştıran aydınlanmacı anlayışlarının da eklenmesiyle bu sorunlar daha da kronikleşmektedir..."

-Bu bağlamda dile getirilen, hatta istismar edilen, kadının şahitliği, mirasta bir bölü iki uygulaması, dövülmesi, giyim-kuşamı, haremlik selamlık uygulaması, çok evlilik, yöneticilik, eğitimi, iş güç sahibi olması gibi konulardaki hakim anlayışın iki boyutunun olduğunu, bu konuların gerçekte ne olduğunun anlaşılması için öncelikle bu iki boyutun görülmesi gerekmektedir;

-Boyutlardan birisi İslam anlayışı ve uygulamalarıyla, İkincisi ise modern söylemin istismarcı anlayışı ve dayatmalarıyla ilgilidir.

1- Önyargılı, mevcudu korumadan yana tavır takınan kısır anlayışların Kur’anı’ın temel amaç ve ilkelerini gereği gibi kavrayamamaları sonucu ilgili ahkam, hakim siyasi yapının da yönlendirmesiyle, eksik ve yanlış yorumlanmış ve bu yanlış yorum nesilden nesile aktarılmış, bir süreç içerisinde de bir inanç haline getirilmiştir. Bu anlayışlar kendilerine sosyal hayat içerisinde uygulama alanı bulunca, İslami bir uygulama olarak belleklere kazınılmış, daha sonra da Kur’ani ifadeler hep bu gözlüklerle okunup anlaşılmıştır ve nesilden nesile taşınmıştır.

2- Modern anlayışla Kur’ani söylem karşılaştırıldığında sorun olarak ortaya konan şeylerin bir kısmı da modern anlayışın kendisini mutlak doğru kabul eden yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

Adına sadece özgürlük denilen, ancak hiçbir ahlaki ve toplumsal dayanağı bulunmayan uçuk ve marjinal davranışların veya anlayışların Kur’ani söylemle çatışması, Kur’an’ın özgürlük anlayışına herhangi bir halel getirmez…

(Mesela; nikahsız yaşamanın topluma verdiği zarar… Kadın ve çocukların istismarı hep göz ardı edilmektedir

* * *

İşte kadının tanıklığı;

“Kişinin hakim önünde bir dava için bilgisini sunmasına tanıklık, bilgi veren kimseye de tanık denir. Kur'ân'ı Kerîm'de; bir ayrıcalık dışında, kadın-erkek ayrımı yapılmadan bütün insanların tanık olabileceği kuralı geneldir.

-Ancak Bakara 2/282 ayetinde yalnız ticaret ile ilgili vadeli borçlanmalarda, bir erkeğe karşılık iki kadının tanıklığı geçerli olmaktadır. Kur'ân'da buna gerekçe olarak; kadının şaşırma, unutma ve yanılması gösterilmiştir. O zamanlarda, kadınların okuma - yazma bilenleri çok az olduğu gibi, ticaret ile de ilgilenmedikleri bilinmektedir. Bu bakımdan hakkın ve adaletin tam işlemesi için bu ayrıcalıklı kural konmuştu.

Gücün egemen olduğu Cahiliye Devri'ndeki Arap toplumunda kadına hiç değer verilmezdi. Kur'ân'ın inişi ve Hz. Peygamberimizin gayreti ile kadın, hakkı olduğu değere kavuşmuştu. Ancak sonraları bu haklar geri alınarak zulüm devam etti.

-Kadının tanıklığı; bir çok alanlarda sınırlandığı gibi «Bir erkek tanığa karşı iki kadın tanık gerekir.» ayrıcalıklı hükmü, genelleştirilerek kurallaştırıldı.

Bugün değişen toplumumuzda kadın; erkek ile birlikte her alanda olduğu gibi ticari işlerde de çalışarak tecrübe kazanmış, böylece adaletin temini için gerekli tanıklık ehliyetine de sahip olmuştur. Kur'ân ; Tevbe 9/71: « Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve Resul'une itaat ederler. Allah bunlara rahmet edecektir. » Ayeti de kadın ile erkeğin Allah katında hakların ayni olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.

-Eski bir dönem için konmuş olan ayrıcalıklı kuralın Din Şûrası (Danışma kurulu)na gidilerek çağdaş yorumlar ile yeniden düzenlenmesi Kur'ân'ın hükümlerindendir : Şûra 42/38: « ...(iman edenlerin) Yönetimleri aralarında bir Şura'dır... » (Bkz. Kaynak Kitap, Anlaşmazlıklarınızı Allah'a Arzedin.)

TANIKLIKTA GENEL KURAL

24/8 : İftiraya uğrayan eşin, iftira atan kocanın kesinlikle yalancılardan olduğuna ilişkin Allah adına dört kez yemin şeklindeki tanıklığı, ondan cezayı düşürür.

24/4 : Namuslu kadınları zina ile suçlayıp da sonra ( bu suçlarını ispat için ) dört tanık getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların tanıklığını asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.

65/2 : ... ( Eşinizi yanınızda tutmak veya ondan ayrılmak için ) içinizden adaletli iki kişiyi de tanık tutun. Tanıklığı Allah için yapın...

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Kur'ân'da ; kadın-erkek ayırımı yapılmadan bütün insanların tanık olabileceği kuralı, bir ayrıcalık dışında geneldir. Ancak Peygamber Efendimizin bu dünyadan ayrılışı ile kadını küçümseyen eski Arap örf ve adetleri, Kur'ân' a rağmen İslâm Dünyası'nı etkileyerek kadının tanıklığını kısıtlamıştır.

KADININ KURAL DIŞI TANIKLIĞI

2/282 : ... Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın... Borç altına giren kişi de kayda geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan biri erkek ve iki kadın gerekir. Ta ki kadınlardan biri şaşırırsa veya unutursa diğeri ona hatırlatsın... Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret olursa onu yazamamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur.

-Bakara 2/282 ayeti, tanıklıkta, kadın-erkek eşitliği kuralına ayrıcalık getirmiştir. Kur'ân'ın indiği dönemlerde ev işleri, yemek pişirme, çocuk yetiştirme ile meşgul olan kadın ; alış-veriş, ticaret gibi işlerle uğraşmadığı gibi, okuma-yazma bileni de çok azdı. Ticaret, borçlanma v.s. işler tamamen erkeğin görevi idi. Bu bakımdan vadeli borçlarda hak ve adaletin yerine getirilmesinde; birinin şaşırıp unutması durumunda diğerinin devreye girmesi için : «Bir erkeğe karşı, iki kadın tanık kuralı gerekir.» hükmü konmuştur.

Bugün iş hayatında da çalışan kadın, ehliyet olarak erkek ile eşit duruma geldiğinden, gerekçe ortadan kalkmış, dolayısıyla bu Yasa da Din Şûrası'nca yeniden incelenerek çağdaş kararlar alınması, Kur'ân hükümlerindendir.

KURAL DIŞI TANIKLIKTA BAZI GÖRÜŞLER

«... Bakara 282'de hüküm, cinsiyet (kadınlık) üzerine değil, (İşin içinden çıkamama, unutkanlık) yani ehliyet üzerine kurulmuştur. Yetersizlik - ehliyetsizlik gerekçesi ortadan kalktığında iki kadın isteme ihtiyacı da ortadan kalkacaktır. Bugün kalktığı gibi... Kadın, ticari hayatın içine girer tıpkı erkekler gibi ticari olayların çözümünde bilgi ve deneyim sahibi olursa, artık ticari tanıklıkta iki kadına gerek yoktur. Çünkü artık birincisi işin içinden çıkamaz duruma düşmeyecektir. Yani borçlunun hukukunu güvence altına alan vesile hüküm, bir kadının tanıklığı ile de beklenen sonucu verecektir. Nitekim bugün durum budur. Kur'ân bunun dışında, kadınla erkeğin tanıklığı konusunda hiçbir ayırım getirmemiştir. Diğer tüm alanlarda erkek ne ise kadın da odur.» (Bkz. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk - İslâm Nasıl Yozlaştırıldı. Say:377)

«Bakara 2/282 ayette kadın şahidin iki olmasının gerekçesi... İnsanlık değeri, üstünlük veya aşağılıkla ilgili olmayıp, tamamen (unutma, şaşırma, yanılma) ile ilgilidir ve hakkın, adaletin yerini bulması amacına yöneliktir...

Kadının da tek başına şahitliğinin geçerli olmamasını gerektiren vasfı, özelliği geçici midir, devamlı mıdır? Modernist yorumcuya sorarsanız öyle fazla ince eleyip sık dokumaya gerek yoktur; bu hüküm mazide kalmış sosyo-ekonomik şartların ürünüdür; bugün şartlar değişmiş, kadın değişmiştir; şahitliğin amacını gerçekleştirmek bakımından kadın ile erkek arasında fark kalmamıştır; şu halde kadın da erkek gibi gerektiğinde şahit olur ve şahitliği geçerlidir...

Kadının değişmesinin bir gelişme mahiyetinde olduğu hem ilmî, hem de İslâmî değer ölçülerine uygun olarak ortaya çıkarsa, ancak o zaman ayetin belli bir duruma ve şarta bağlı hüküm getirdiğinden, bu durum ve şartın değişmesi sebebiyle hüküm de değişebileceğinden, bahsedilebilir.» (Bkz. Prof. Dr. Hayrettin Karaman - İslâm'da Kadın ve Aile. )

SONUÇ

Bakara 2/282 ayeti ile belirtilen ticaret ve borçlar hukuku alanında hakkın ve adaletin temini için, bir erkeğe karşı iki kadının tanık olması şaşırma, unutma ve yanılma gerekçesine dayanmaktadır. O dönemlerde; kadınlar iş hayatı ve ticaret ile ilgilenmedikleri, okuyup yazma bilenlerin sayısı da çok az olduğu gibi imza atma âdeti de yaygın değildi.

Cenab-ı Allah ; erkek ve kadını birbirine karşı veli (Dost, arkadaş, yardımcı, koruyup gözetleyici) hakkı vermektedir. Tevbe 9/ 71 : Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir ... Bu ayet, kadın ile erkeğin haklarının Allah katında her hususta eşit olduğunu açık olarak ifade etmektedir.

Bugün Ülkemizde yürürlükte olan Türk Medeni Kanunu gereğince kadının tanıklığı, her konuda erkek ile eşitlenmiştir. Şu halde gerekçe ortadan kalktığından hüküm de geçersiz olmaktadır.

Kur'ân'ın mü'minlerden istediği gibi, zaman içinde oluşan yeni şartlara uygun çağdaş yorumlar getirmek için, Din Şûrası (Danışma Kurulu)na gidilmelidir.

Şûra 42/38: «...(İman sahiplerinin) iş ve idareleri, kendi aralarında bir şûra iledir.»

Alınacak içtihat (görüş) kararları ve fetvaları İlmihal Kitapları'na geçirilerek halk aydınlanmalıdır. Böylece İslâmiyetin karşısında olanların, çağımızda ona gösterilen büyük rağbeti engellemeye çalışanların İslâmiyet, kadını ikinci sınıf insan yaptı. iftirası da etkisiz kalacaktır. (Bkz. Kaynak Kitap, Anlaşmazlıklarınızı Allah'a Arzedin.)

* * *

Kadının miras hukuku;

“Kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısı olarak var edilmişlerdir. Allah katında her ikisi de eşittir, sevap ve günah açısından da aynı sorumlulukları paylaşırlar. 14 asır evvel ki dönemlerde kadın, pekçok alanlarda sosyal haklarından mahrumdu.

Batı toplumlarında bile kadının mülkiyet hakkı, ancak 19. asrın sonlarında kabul edilmişti.

Kur'ân; kadına her türlü hukuki hakkını vererek onu erkekle eşit duruma getirdi. Böylece kadın, hakkı olan cemiyetteki yerini kazanmıştı. İslâm hukuku, mirasın paylaşımını adalet ve ihtiyaç prensibine dayandırıyordu. Miras; vefat eden kimsenin bıraktığı mal ve haklarda sıra, usül ve ölçü dahilinde, belli şahısların hak sahibi olmasıdır.

-O devirde kadın, yalnızca çocuk yetiştirme ve ev işleriyle meşgul olduğundan, ailenin geçimini temin tamamıyla erkeğin görevi idi. Bu bakımdan mirasın taksiminde ihtiyaç ilkesi gereği yarım pay ayrılmasının ne kadar adil ve kadını koruduğu ortaya çıkar.

Bugün şartlar değişmiş, kadın da aile bütçesine katkıda bulunmak için dışarda çalışmak mecburiyetinde kalmıştır. Şu halde kadının da ihtiyacı arttığından eski gerekçe ortadan kalkmış hüküm de geçersiz olmuştur. Bu bakımdan yeni duruma göre çağdaş bir Din Şûrası ile uygun kararlar alınarak adaletin temin edilmesi Kur'ân'ın emri olmaktadır. (Bkz.- Anlaşmazlıklarınızı Allah'a Arzedin.)

KADINA YARIM PAY VERİLMESİNİN HİKMETİ

4/11 : Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder... Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer...

Ayetten açıkça anlaşıldığı gibi; ana-babadan, karı-kocadan gelen miraslarda bir erkeğin hissesi kadının payının iki katıdır. Ancak bu kural genel değildir. Bütün miras konularında uygulanmaz.

-İslâm Hukuk Sistemi'nde, mirasın üç temel unsuru vardır. Evlilik bağı, kan hısımlığı ve ihtiyaç.

Kadın ile erkek arasındaki pay farkı, adalet ve ihtiyaç prensibine dayanmaktadır. Kur'ân, ailenin bütün mali sorumluluğunu erkeğe yüklemiş, o eşine çocuklarına bakacağı gibi muhtaç vaziyetteki anne-baba ve kızkardeşine de yardım ile vazifelendirilmiştir.

İş hayatında çalışmadığı için ev işleriyle uğraşan, çocuk yetiştiren kadın ise ; mali gücü ne olursa olsun ancak ihtiyarî ve ahlakî bir sorumluluğun dışında, ailenin hiçbir masrafına iştirak etmeye mecbur olmadığı gibi, malını da dilediği gibi kullanma hakkına sahipti.

Erkeğin malı devamlı tüketildiğinden azalacak, kadının malı ise harcanmadığından sabit kalacak, isterse işleterek de onu çoğaltabilecekti.

Miras hukuku detayları ile incelendiğinde, Kur'ân'ın ikiye bir farkına rağmen kadını açıkça koruduğu ortaya çıkar.

Bugün toplumumuzda; şehirleşmenin ve medeniyetin getirdiği ekonomik şartlar çok ağırlaşmış, ailenin geçimi yalnız erkeğin kazancı ile sağlanamaz olmuştur. Bu şartlar altında kadın da çalışarak geçime katkıda bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

Çağımızda yalnız eşler değil, ailenin yetişkin bütün fertleri de çalışarak geçime iştirak etmek durumundadırlar.

KADINLA ERKEĞİN PAYLARI EŞİT

4/11 : ... Eğer ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı malda, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır...

4/12 : ... Eğer miras bırakan erkek veya kadının çocukları ve ana babası olmayıp bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer...

Ayetlerden anlaşıldığı gibi mirasta; biri kadın diğeri erkek olan anne ve baba ile kız ve erkek kardeşlerden, her biri eşit olarak aynı hisseyi almaktadır.

İslâmiyet’in karşısında olanların: Miras taksiminde her konuda kadın, erkeğin yarısı kadar pay alır. iddiasının ne kadar asılsız ve maksatlı olduğu açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Evlilik bağı, kan hısımlığı ve ihtiyaç ilkesine oturan miras hukukunda, yukarıdaki ayetlerle açıklanan durumlarda kadın ile erkek, aynı ihtiyaç konumunda olmaları nedeni ile eşit pay almışlardır.

MİRASÇI YALNIZ KADIN OLURSA

4/11 : ... Eğer çocuklar ikiden fazla kadın iseler, (ölenin) geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur...

Kadının mirastaki hissesi, erkeğin yarısı değildir. Ölenin sadece kız çocukları varsa ve ikiden fazla ise, mirasın üçte iki payları onların olur. Mirasçı tek bir kız çocuğu ise, hissenin yarısını almaya hak kazanır.

KADININ BORÇ VE VASİYET HAKKI

4/12 : Eğer çocukları yoksa eşlerinizin (kadın veya erkek) yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir...

Ayette, erkek gibi kadına da borç ve vasiyet hakkının tanınması çok önemlidir ve bu kadına bütün medeni ve sosyal hakların verilmesi demektir.

Kadın mülk sahibi olur, mirası bırakır, miras alır, vasiyet eder, vasiyeti yerine getirilir, borç alıp verebilir. Bu husus, kadın hakları bakımından çok büyük bir gelişmedir.

Kadının mülkiyet hakkı, batı toplumlarında bile, ancak ondokuzuncu asrın sonlarında tanınmaya başlamıştı.

Kur'ân indiği zaman kadın, birçok sosyal haklarından mahrum olduğu gibi adeta bir eşya gibi kabul ediliyordu. Kur'ân; kadını elinden tutmuş, erkekle eşit yaparak toplumun saygı değer insanı haline getirmiştir.

(Bkz. Prof. Dr. Süleyman Ateş - Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri - Say : 2 / 233)

MİRAS HUKUKUNDA İLMİHAL'İN GÖRÜŞÜ

-«Çağımızda şehirleşmenin, ağırlaşan ekonomik şartların, dinî ve ahlakî eğitim yetersizliğinin de etkisiyle beşerî hatta aile içi ilişkilerde bencillik, ferdiyetçilik ve sorumsuzluğun egemen olmaya başladığı görülmektedir...

Erkeklerin İslâm Miras Hukuku'nun ilke ve hükümlerine göre mirastan pay alıp, buna karşılık o fazla payın verilmesine sebep teşkil eden sorumluluk ve yükümlülükleri yerine getirmemesi... Korunmaya çalışan dengeyi altüst ettiğinden, kadınların açık bir mağduriyetine yol açmaktadır... Böylece İslâm Hukuku'nun mirasla ilgili hükümlerini de töhmet ve tartışma ortamına itmektedir...

Tek taraflı ve çıkarcı bir yaklaşımla mirastan pay almanın, fakat gereken yükümlülükten kaçınmanın bu dengeyi bozacağı, kul hakkı ihlâline yol açacağı... açıktır.»

(Bkz. Divan Taşİlmihal II. Say : 248)

SONUÇ

Kur'ân ; ailenin geçim sorumluluğu ile erkeği görevlendirdiğinden, ihtiyaç ilkesi gereği ona bazı durumlarda iki kat pay ayırmıştır. Nisa 4/34 : «... Mallarınızdan harcayıp kadınların geçimini sağladıkları için erkekler, kadınları gözetip kollayıcıdırlar...» Kur'ân'ın indiği dönemlerde iş hayatıyla yalnızca erkekler uğraşıyor, kendi geçimini sağlayan kadın ise yok gibiydi.

Ailede eş ve çocuklardan başka anneye, kızkardeşlere de bakım mecburiyeti; koca, baba, oğul gibi erkeklerin görevi idi. Kadın ailenin geçim masraflarına iştirak etmediğinden, mirastaki yarım hissesinde dilediği gibi tasarruf hakkını da kullanabilirdi.

Miras hukuku; o dönemin şartlarında mükemmel bir sistem ile erkek ve kadının haklarını birlikte korumuştur.

Çağımızda medeniyetin getirdiği ağır ekonomik şartlar, dinî ve ahlâkî eğitim eksiklikleri nedeniyle; mirasta fazla pay alıp, onun verilmesine sebep teşkil eden sorumluluk ve yükümlülüklerin erkekler tarafından yerine getirilmemesi mirastaki dengeyi bozmuş, kadınların haksızlığa uğramasına ve şikâyetine neden olmuştur.

Ayrıca erkek çocukların alışma ve eğitim gibi sebeplerle aileyi terk ve ihmal ettiği; onların görevini kız çocukların üstlendiği, buna rağmen mirastan yarım pay almaları hak ve adalet ilkesine ters düşmekte, miras ile ilgili hükümlerin tartışılmasına sebep olmaktadır.

Bugün Ülkemizde; Türk Medeni Kanunu gereğince miras hukukunda kadın, erkek ile eşit pay almakta olduğundan kadının şikayeti kalmamıştır.

Nisa 4/11 ayetiyle belirtildiği gibi bazı durumlarda erkeğe kadının payının iki katı pay tavsiye edilir hükmü emir değil bir öneri, bir tavsiyedir.

Kur'ân'ın mü'minlerden istediği gibi zaman içinde oluşan yeni şartlara uygun ilmî araştırmalar yaparak çağdaş yorumlar getirmek için Din Şûrası (Danışma Kurulu) na gidilmelidir.

Şûra 42/38 :« ... (İman sahiplerinin) İş ve idareleri, kendi aralarında bir şûra iledir. »

Şûrada alınacak çağdaş içtihat (görüş) kararları ve fetvalar İlmihal Kitapları'na geçirilerek halkımız aydınlanmalıdır. (Bkz. Kaynak Kitap - Anlaşmazlıklarınızı Allah'a arzedin.)


Devam edecek… Cahiliyye Döneminde Kadın;


Resim;www.rumimevlevidergisi.blogcu.com'dan alıntıdır.

(*)Takva; Korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahlardan korunmak, haram olanları terk etmektir.

Kaynaklar;

(1) Elmalılı M. Hamdi Yazır Meali - HUCURAT SURESI : 13

-Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU; Makale

-Mehmet Yaşar Soyalan; Makale

-Mesut Kaynak; Makale

-Aile hakkında geniş bilgi için bkz. M. Akif Aydın, “Aile”, D.İ.A., İstanbul 1989,

-Neşet Çağatay, İslam’dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1957,

-Mücteba Uğur, “Asr-ı Saadette Sosyal Hayat” Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Komisyon, İstanbul 1994,

-Salih Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın”, İslâmî Araştırmalar, Ankara 1991, sayı;4

-Süleyman Ateş, “İslam’ın Kadına Getirdiği Haklar”, İslâmî Araştırmalar, Ankara 1991,

-Ebu’l-Ferec el-Isfahânî, el-Eğânî, thk. Ali Mehennâ vd., Beyrut 1995,

-Cahiliye dönemindeki başka evlilikler için bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Fethü’l-Bârî bi Şerhi Sahihi’l-Buharî, Kahire ty,

-Ebu’l-Hasan en-Nedvî, Müslümanların Çöküşüyle Dünya Neler Kaybetti, İstanbul 1986,

-Ali Osman Ateş, “Asr-ı Saadette Dinler ve Gelenekler” Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, II, 219; Ramazan Altıntaş, Bütün Yönleriyle Cahiliye, Konya 1990,

-Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi, çev. Komisyon, İstanbul 1996,

-İslam’ın kadına getirdiği yenilikler konusunda bkz. Ateş,

-Saffet Köse, “Cahiliye Arap toplumunda Kocaların Hanımlarına Yaptıkları Bazı Haksızlıklar ve İslam’ın Getirdiği Hukûkî Düzenlemeler”, Mehir Dergisi, Konya 1999, sayı;3

-Ve isimlerini yazamadığım birçok değerli yazar.

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..