Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '10

 
Kategori
Güncel
 

İsmailağa Cemaatini kim var etti?

İsmailağa Cemaatini kim var etti?
 

Geçenlerde Murat Belge yazmıştı, İsmailağa Cemaatinin varoluş sebebi ile ilgili bir iddiayı. Hiç de hafife alınamayacak bu iddiaya göre, Fener Rum Patrikhanesinin varlığından tedirgin olan derin devlet, İsmailağa cemaatinin özellikle Patrikhaneye çok yakın bir noktaya konumlanmasını sağlamış. Hatta bununla da kalınmamış, o bölgede Fener Rum Patrikhanesinden daha yüksek bir noktada bir Kuran Kursu inşatına dahi izin verilmiş.

Aynı iddiayı geçenlerde T24 haber sitesinde röportajı yayınlanan, İsmailağa Cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu da dile getirdi ve “Devletin Patrikhane’ye karşı İsmailağa’nın buradaki varlığından memnun olduğunu biliyoruz.” dedi.

Oysa son yıllarda, insanların şeriat tehdidinden korkması için özel görüntüler yayınlanmak istendiğinde, bu amaca en iyi hizmet eden yer, Fatih İlçesinin, Çarşamba semti oldu. Yani derin devlet, kendi eli ile oluşturduğu bir cemaati, bu kez kendi devletin varlığına tehdit olarak kullanmaya başladı.

Elbette bu, “derin devlet projeleri olmasa, bu ülkede İsmailağa Cemaati gibi bir dini yapılanma olmaz” anlamına da gelmez, “İsmailağa cemaatinin demokratik bir ülke için tehdit olmadığı” anlamına da.

Ama bu durum, yukarıdaki iki anlamdan daha büyük bir anlama denk gelir. O da, toplumun aynı doğa gibi bir dengeye sahip olduğu ve onun üzerinde girişilen suni müdahalelerin hiç beklenmedik sorunlara yol açabildiği.

İlköğretim fen bilgisi kitaplarından hatırlayacağımız bir doğa dengesi hikâyesi vardır. Bir habitat ortamında yılanların varlığını yok etmeyi amaçlayan bir uygulamaya giriştiğiniz anda, yılanlardan kurtulursunuz ama bu kez ortamda bir fare istilası başlar, çünkü farenin baş düşmanı olan yılan ortalıkta kalmamıştır. Siz bir dertten kurtuldum derken, daha büyük bir sorunla baş başa kalmışsınızdır.

Haşa, ne bir inancı ne de bir düşünceyi temsil eden insanları, bir yılana ya da fareye benzetiyor değilim. Benimkisi, doğa dengesi ile toplum dengesi arasındaki benzerliği anlatmak istediğim basit bir teşbih çabası. Ama yine de bu benzerliği, 60 darbesinde "gerici"lerden kurtulmak isteyen askerin solcuların önünü açması, bu kez toplumda solcuların etkinliğinin artması ile önce 70 muhtırası, ardından 80 darbesi ile solcuları budayıp, dindar ve milliyetçi kesimin önünü açmasına örnek gösterebiliriz.

Aslında toplumların geleceği belirsizdir ve asla iki seçenek ya da iki nokta arasında salınmazlar. Yani bir toplum için sadece geri ve ileri hareket alanları yoktur. Toplum her zaman farklılık arz eden bireylerden oluşuyor. Bireyler arasında fikir, inanç, amaç, niyet, çıkar ortaklıkları kurulur ve bu ortaklıklar toplumun içinde güç merkezleri oluşturur. Bu güç merkezleri de statik değildir ve değişik zamanlarda farklı fikir ve güç merkezleri, insanları daha fazla ikna eder ve kitleselleşir.

Toplumun değişimine inanıldığı için demokrasi denilen bir sistem mevcuttur. Toplumun hiç değişmediği bir dengeye sahip olduğuna inanılması halinde ne demokrasiye ne de seçimlere gerek kalmaması gerekirdi. Tarihin bir döneminde yapılan bir seçimin, tarihin sonuna kadar geçerli olduğunun kabul edilmesi gerekirdi. Ama siyasetin hemen hemen her kanadı, içgüdüsel bir şekilde de olsa toplumların zamana, fikirsel akımlara, ekonomik gelişmelere göre değişim gösterdiğini kabul eder, etmek zorundadır.

Oysa otoriter zihniyetler için böylesi bir kabul geçerli değildir. Onlar toplumun kendiliğinden bir değişime uğradığını kabul etmezler. Değişimi sadece topluma yukarıdan dayatılan ve yüksek bir aklın iradesinde gerçekleşen bir eylem olarak kabul ederler. Otoriter zihniyetler toplumda bir değişim istenci olduğunu bilir ama bunu hep kötüye yorarlar. Dışarıdan bir akıl zerk edilmediğinde, toplumların hep gericiliğe, disiplinsizliğe, dağınıklığa meyil ettiğini, kandırılmaya aday olduğunu düşünürler. Bu nedenle, toplumun merkezine odaklanmış bir gücün, merkezi otoritenin, toplumun yaşam biçimine, inançlarına, kimliklerine vs oluşturulan resmi ideoloji ya da doktrin adına müdahalede bulunmasını talep ederler. Dolayısı ile bu ideolojiden ya da doktrinden olan taraf için ülke cennet olurken, o bakış açısına muhalif olanlar için ülke cehennem olur.

Oysa bugün demokratik toplumlarda, toplumun en merkezi güç odağı olan devlet, toplumun bir kesiminin diğer kesimini yönlendirmeye çalıştığı bir araç olmaktan uzaklaştırıldı. Aksine devlet, toplum içindeki tüm farklılıkların varlığının teminatı olmak üzere biçimlendirildi. Bu nedenle modern bir devletin, toplumdaki herkesi dindar ya da Atatürkçü yapmak gibi bir görevi olamaz.

Ülkede yaşanan siyasi mücadele içinde elbette dindarlar ya da Atatürkçüler iktidar olabilir. Ama bu sivil toplumun bir mücadelesi olarak kaldığı takdirde demokratik bir sistemden bahsedilebilinir. Sivil bir mücadeleyi, devlet üzerinden toplumu biçimlendirmeye çalışacağınız otoriter bir sisteme sürüklemek, niyet ve içerik ne olursa olsun demokratik değildir.

Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden beridir bir doktrin devleti olarak var oldu. Kendisine ideal bir vatandaş tipi seçti ve bunun dışındakileri tehdit olarak gördü. Bugün bu yapı, özellikle tehdit olarak görülen kesimlerin girişimi ile yıkılıyor. Son 10 yıllık performansa baktığımızda, ülkedeki farklılıkların daha fazla gün yüzüne çıktığı, kimliklerin ortaya serildiği, zaman zaman uyumsuzluklar yaşansa da hoşgörünün daha fazla arttığı bir sürece doğru ilerliyoruz. Yenilen sistemin başat elemanları ya da dar bir taraftar kesimi haricinde bu süreçten aşırı tedirginlik duyan kimse yok. Elbette her değişim bir ürperti yaşatır ama beraberinde umudu da var eder. Bugün toplumun geniş kesimleri hem tedirginliği hem de umudu birlikte yaşıyor. Umudun kökeninde, yıllarca ülkeyi kapalı bir hapishaneye çeviren darbe düzeninin ve baskıcı bir hukuk sisteminin yavaş yavaş lağvedilmesi yatıyor. Ürpertinin kökeninde de, yerine gelecek olan sistemin tam olarak ne olacağının tam olarak bilinememesi var.

Ama en sevindirici durum, topluma sürekli genetik müdahalede bulunup, onu ucube bir yaratığa döndüren toplum mühendisliği uygulamalarından kurtuluyor olmak. Artık kendi iç dinamiğinde gelişen, kendi iç çatışmaları, mücadeleleri ile biçimlenen daha sağlıklı bir topluma olmak bugün daha mümkün görünüyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..