Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İsraf

Bir haber; “4 milyarlık gıdanın 1,3 milyarını döküyoruz”. Aynı gün başka bir haber; “ Yıllık üretilen 16,5 milyar liralık buğdayın 1,4 milyar liralık kısmı üretimde ve kullanımda kaybediliyor”. Ekmeği yerde bulduğunda üç kere öpüp başına koyan, ayak altında ezilmesin diye yüksek bir yere kaldıran, ekmek üzerine yemin eden bir millet.. Ve haberlerdeki hesaba göre neredeyse üçte biri israf edilen gıdalar..

Çocukluğu benim gibi 1980’li yıllarda geçenler hatırlar; maddi imkanlar sınırlıydı. Kasaptan 250 gram kıyma alınır, peynir zeytin dışında kahvaltılık bilmezdik. Bir kuşak öncesinin mahrumiyetlerini babalarımızdan, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan yokluk ve sıkıntıları ise dedelerimizden dinleyerek büyüdük. Babaannem, yiyecek bir şey bulamadıkları için mısır koçanlarını öğütüp elde ettikleri unla yapılan ekmeği yediklerini sırası geldikçe anlatırdı.

Bizim inancımızda haddini aşan her şey israftır. Yakın tarih sayılacak bir zamanda yaşanan acılar ve hatıralar halkımızın muhayyilesinde canlı olduğu halde, haberlerde rakamlarla ortaya konulan, gündelik hayatta da aynel yakin müşahede ettiğimiz bu israfı nasıl izah edeceğiz?  Halkımızın gündelik hayatına sirayet eden bu gıda israfı, esasen bir israflar silsilesinin son halkasıdır. Değerlerini, düşüncesini, vaktini, gençliğini, çocuklarını, enerjisini israf eden bir toplumun zihniyet değişimi neticesinde vardığı son nokta..

Dünyada bugün hakim olan kapitalist düzen, ülkeler ve insanlar arasındaki ekonomik uçurumun ana sebebidir. Kapitalizm ihtiyaç yaratarak mal satma üzerine kurulmuş bir ekonomik sistem olduğundan bizatihi israfı doğurmaktadır. İslam aleminde asırların ihmaliyle oluşan iktisadi sistem boşluğuna bir süredir kapitalizm taht kurmuştur. İslam Tarihi boyunca yönetim ve bürokrasi kademelerinde israf eden bir kesim her zaman var olmuştur. Ancak genel itibariyle halk tabakalarında israfa rastlanmaz. Kapitalizmin küreselleşme adı altında birçok menfi kanaldan halka sirayet etmesiyle bu durum tersine dönmüştür. İhtiyacı olmadığı şeyi satın alan, masasında birkaç kişiyi doyuracak yemeği öylece bırakıp kalkan – bu israfın çok uç örneklerini Hac zamanı beş yıldızlı otellerde üzülerek müşahede ettim- televizyonun, bilgisayarın, telefonun başında bir amacı olmaksızın saatler geçiren yeni bir Müslüman profili var bugün karşımızda..

Oysaki asli kaynaklarımız tertemiz ve güçlüydü. Bu kaynakların yardımıyla tefekkür edecek, iktisadi ve siyasi kurumlarımızın teşekkülünü sağlayacaktık. Önümüze hazır olarak sunulmuş esaslar vardı.. Bir de Kuran’da en sık tekrarlanan; “aklınızı kullanın, tefekkür edin” ihtarı.. Her türlü imkana sahiptik.. Ancak bu imkanı ve zamanı, tefekkürü ihmal etmek suretiyle maalesef israf ettik.. Fikir yağmurlarıyla sulanmayan tarlada ayrık otları büyüdü. Faiz ve rüşvet tarih boyunca bahçemizden eksik olmadı.

Faiz ve rüşvetin her türlüsü yasak olmasına rağmen, İslam Tarihi boyunca, bu ikisinden şikayetin olmadığı bir dönem neredeyse yok gibidir. Faizsiz bir ekonomik sistemi ve bu sistemin prensiplerini kurgulayacak ciddi bir düşünce faaliyeti tarihimizin hiçbir döneminde gerçekleşemedi. Dünyevi ve uhrevi çok ağır müeyyidelere bağlanan faiz yasağı üzerinde fazlaca düşünülmemiş ve yasağın pratikte uygulanamamış olması hazin bir tecellidir. 

Aynı düşünce ihmalleri sebebiyle bize gösterilen istikamette bir siyasi sistem teşekkülü de gerçekleşemedi. İmam-ı Azam’ın şu tespitine bir bakın; “ Hakikatte hilafet, müminlerin içtima ve meşveretiyle (toplanarak ortak bir karara varma) olur”. Üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılabilecek bu esaslar üzerinde tefekkür ederek, kendi siyasi sistemimizi ve siyasi kavramlarımızı geliştireceğimiz yerde, yüzyıllar boyunca hüküm süren meliklerimiz hanedanlarımız oldu. Esasen faiz ve rüşvet yasağının pratikte tatbik edilememesi bize bildirilen esaslara uygun bir siyasi sistem teşkil edilememesiyle doğrudan alakalıdır.

İlahi vahyin tahrife karşı korunmuş orjinal kaynağından zihnimize gürül gürül akan düşünce imkanlarını yüzlerce yıllık ihmalimiz sonucunda böylece israf ettik.

Bütün İslam Tarihi’ne nispeten günümüze ve bize daha yakın olduğu için Osmanlı’daki vaziyete bir göz atalım;  

Ömer Lütfü Barkan’ın bir tespiti; “ Çok eski asırlardan beri tefecilik Türk köylüsünün en büyük ıztırabı olmuştur”.  Faiz alıp vermek o kadar olağandı ki 16. yüzyıldan itibaren faize yasal bir üst sınır dahi tayin edilmiştir!

Rüşvet cephesine gelince.. Rüstem Paşa'nın varlığı; 780.000 Düka altın, 100 milyon akçe, 1000 çiftlik, 476 değirmen v.s. Sokullu, Sinan Paşa, Nasuh Paşa, Kılıç Ali Paşa gibi sayısız devlet adamının serveti Rüstem Paşa’dan farklı değildir. Büyük şairimiz Fuzuli tek mısrada yarayı cerh etmiştir; “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar!”

Müslümanların sosyal bilimler alanındaki yüzyıllar süren uykusu nihayetinde çöküşü getirdi. Ancak bu çöküş anında dahi Osmanlı bakiyyesinden bir ümit ışığı doğmuş ancak şimdilik üstü örtülmüştür. 1. Dünya Savaşı sonrasında yere düşmek üzere olan sancağı tutup kaldıran genç Cumhuriyetimiz asırlardır devam edegelen israflarımıza son verme hedefiyle yola çıktığı halde, kendi öz değerlerini inkar ve Batı’yı her alanda taklit etme zihniyeti yönetime hakim olunca, israf halkalarına yenilerini eklemiştir.

Bu israf halkalarından bir tanesi vardır ki,  düşünce hayatında yaşadığımız seviyesizliğin ana sebebidir. Türk dilindeki kelimelerin ve kavramların “dilde sadeleşme” saçmalığı altında israf edilmesiyle birlikte milli varlığımız bugün tehlike altındadır. Bugünün gençleri Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unun orjinalini dahi okuyup anlama imkanından mahrumdurlar. Dini ve milli ıstılahların hafızalardan silinmesiyle birlikte büyük bir kimlik buhranı ortaya çıkmıştır.

Milli hafızamız adeta silinmiş, genç nesiller israf edilmiştir. Kurtuluş Savaşı ruhuyla kendi öz kaynaklarımız ve değerlerimiz üzerine, her unsuruyla milli bir cumhuriyet tesis etme imkanımız olduğu halde on yıllar boyunca akıntıya karşı kürek çekilmiştir. Ortaya çıkan kimlik buhranı sorunlarımızı daha da ağırlaştırırken, toplumun fikren ve ruhen bölünmüş olması her on yılda bir askeri darbelere davetiye çıkarmıştır. Adeta her on yılda bir tecrübelerimizi sıfırlayarak israf etmişizdir. Dünya bizi beklerken biz adeta ruhumuzu bedenimizde hapsetmiş, insanlığı adaletten, aydınlıktan, refahtan mahrum bırakmışızdır. Ümit ışığımız üzerindeki örtüyü kaldıracak elleri beklemektedir.

İsrafın en büyüğü ruhunu, tarihini, kültürünü israf etmektir. Ruhunu israf eden gün gelir ekmeğini israf eder.. Bir de bakar ki ne ruh kalmış ne ekmek.. Allah muhafaza!

 

  

 
Toplam blog
: 4
: 95
Kayıt tarihi
: 11.07.17
 
 

1975 yılında İstanbul'un Hasköy semtinde doğdu. 1993 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk ..