Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '07

 
Kategori
Blog
 

Issız adadaki bloggerlerin ilk gecesi 4. Bölüm

Issız adadaki bloggerlerin ilk gecesi 4. Bölüm
 

Dönülmez akşamın ufkundaki Bloggerler! 4. Bölüm

O gece blogcular sabaha kadar eğlendiler. Türküler söylediler; şiirler okudular; birbirlerine sarılıp ağladılar. Gruplar halinde sahil boyu dolaştılar. Kimi şiirlerde kaybolurken diğerleri şairlere güzel sesleriyle eşlik ettiler. Ateş köze, akşam geceye, gece sabaha yüz tuttuğunda, çektikleri halayların, söyledikleri türkülerin, yazıp okudukları şiirlerin, getirdiği hüzün denizinin kıyısında dinlenmek için sustuklarında ve yıldızların ötesinde ışıl ışıl olan adada, yalnızlık hâkimdi. Ilık esen hafif bir rüzgâr, yıldızlar, ay dünyanın öteki yüzüne gülerken, dalgaları o bilinmedik denizin, boğuluyordu kıyısında sahilin. Yummuştu gözlerini çoğu ada misafirlerinin kimi yıldızları sayıyordu; gözlerinin ardında, kimi mutluydu sadece burada olmaktan ve dirseklerinden destek alarak yarı yatar vaziyette savuruyordu saçlarını rüzgârda.

Yasemin Erişen, Adamızın en genç misafiri, kurtulduktan sonra sahili karış karış gezmiş ve çok yorulduğundan ateşin başında uyuya kalmış. Başının önüne düştüğünü gören Serap Hanım onu oracıkta yatırmış üstünü örtüp ve saçlarını uzun uzun okşamış.

Celal Çelik, Sorumluluklarıyla yüzleşmiş, muhabiriyle restleşmiş ve sorumluluklarını idam edip, ilk defa silahı, gölgesinden hızlı çekmiş olmanın müthiş coşkusuyla salıvermiş içindeki samuray savaşçısını bu doğa harikası manzaraya.

Tarik, Faruk, çıkarmış Tarik maskesini koymuş yanına. Yanında hayalinin tiplemesi elinde onun eli, aklı biraz deli biraz seri, dikmiş gözünü kutup yıldızına ve sadece kendi duyduğu bir çığlıkla savurmuş benliğini saran siperi açık denizlere doğru.

Aynur, Birikmiş yoğunlaşmış, dolmuş dolmuş taşmış, tökezlemiş kalkmış ve en sonunda serilmiş ince kum sahile sırt üstü, yıldızlara takılmış gözü. Hiç böyle parlak görmemiş onları. Genç kızlığında takılıp kalmış bugün gibi ve az evvel okuduğu mısraları tekrarlamış içinden ve gözlerinden ince ince süzülen damlacıklar alkışlamış bu defa o dizeleri.

Duru, İsmi gibi iyice durulmuş o akşam, kızmış küsmüş, için için ağlamış, halaylar çekilirken, horonlar tepilirken, o boğanın akan kanıyla süzülmüş bu tanımadığı toprağa, kızgınlığını kimseciklere belli etmeden ve kimseler yokluğunu anlamadan, çoktan çekilmiş kendi dünyasına. Daha yıldızlar görünmeden sıralamış onları doğasına. Uyuyup kalmış gece vakti ve birileri gelip örtmüş üstünü.

Sabiha Rana, Melekler diyarına düştüm demiş en son. Bir kaya çıkıntısının altında, etrafına saçtığı yaşam sevincine “ Hadi artık yat uyu” dedikten sonra çevirmiş yüzünü yıldızlara ve bin melek bakmış Sabiha Ablama, bin buse konmuş yanağına. O gece yapayalnız olmasına rağmen, yıldızlar melek olmuş ve o karanlıkların zifiri köşelerinde parlamışlar huzurunda.

Ümit Culduz, Necibe Hanım’ın, kollarında uyuya kalmış o gece. Ne yıldızları görmüş gözü ne de yalnızlığın ilk defa verdiği huzuru hissetmiş yüreği. Bir tek alnını okşayan Necibe Hanım’ın eli titrek ama mutlu sesi “ Anne, annem “ demenin verdiği o huzur ve hasretin paslı prangalarını çözmüşlüğün mutluluğu.

Murat Ertaş, Bir şiir olup dilden dile dolaşmış o gece. Sorumluluklarını bir ceket gibi asmış yıldızlara. Tüm âlem takılmışken onların parlaklığına o ağır ceketinin sallanmasında bulmuş huzuru, gülümseyerek uyumuş. O gece hafifçe sallanırken tüm yükü, derince uyumuş kalmış dalgaların ninnisinde.

Emel Dedeoğlu, Şiirler ve türküler eşliğinde sallanmış o gece salıncağında boşvermişliğin. Akşam olduğunda ve çekildiğinde herkes kendi güzergâhına Emel de açılmış açık denizine içindeki yanlızlığın. Derince nefes aldıktan sonra dalmış yıldızların dibine... Kimim ben? Neredeyim? diyerek uzanmış gökyüzündeki pırıltılara. “Tutar mısınız elimden” diye iç geçirerek uyuya kalmış Emel o gece.


Silence, Adadaki bu ilk gecenin sihrine kapılmış ve sanki bundan bir ay önce biliyormuş gibi yazdığı yazının bir bölümünü uzandığı kumsalın üzerine parmağı ile çizerek yazmaya başlar;

Yıldızlara takılır gözlerim, eşkiyaların kayışını izlerim... Ben geceleri severim, sessizliğini hissederim. Aldatmaz geceler, sırdaş olur, ama sır vermez kimselere. Sadece dinler... Konuşmaz, yorum yapmaz, sorgulamaz... / Bir hüzün çöker gecelerde kendimi dinlerim... Yüreğimi. Geçmişimi, geleceğimi hayal ederim. Gözyaşlarımı akıtır yine onun sessizliğinde silerim yanaklarımı... Feyza kumlara bunları yazarken ince ince süzülmektedir yanaklarında gözyaşları...

Adada sadece rüzgârın ağaçların dallarından süzülerek ince uğultu sesleri, sahile usulca değen denizin durgun dalga sesleri, cırcır böceklerinin kesikli cırıltıları duyulur. Buna gökyüzünün hür insanı Talip Bey, ilk defa mağlup olmuşluğun kahrıyla, bir kaya parçasının üzerinde oturmuş; mızıkasından en hüzünlü melodileri sunmaktadır gecenin karanlığına.

Tatlı kız, elinde bir tüp, tüpünde hayat, o koskoca hayatı bir küçücük tüpün içinde, bir tüpe bakar, bir de yıldızlara. Çıkarır hep yanında bulundurduğu şırıngasını ve sakince yerleştirir tüpü şırıngaya ve basar şırıngayı bağrına “ Hayat arkadaşına sarılmış halde “ Eğer öleceksem sensiz böyle bir diyarda öleyim isterdim. Bir de saçlarım gür olsaydı; uzun uzun belime varsaydı. Gözbebeklerime kimsecikler değmemiş olsaydı. Bir de... Bir de minicik bir kızım olsaydı” diye iç çekerek uyur kalır uçaktan getirilen battaniyesine sarılarak.

Ersin Yalın, ismi gibi yalın ve tertemiz kucaklar o gece yıldızları. Şiirler süzülür; hücrelerinden ulaşamadığı ve hep aradığı o aynanın yansımalarında seçmeye çalıştığı ruh eşinin.

Dudaklarından dökülürcesine dizeler o gördüğü kişinin… Çenesini tutar dayanır bir palmiyenin gövdesine. Islak, nemli, tuzlu ve derin bir nefes sonrası çöker ağacın dibine. Derin bir nefes daha çektikten sonra içine, kapanır kalır oracıkta öyle.

Sedat Aydın, ’’Derin ve kara kara düşüncelerini hindistan cevizi ağacına yaslanmış bir halde tam ’’İnn’’ lemek üzereyken olacak şey mi bu? Teybim, pillerim yanımda hiç değilse. Birde gazete yok, televizyon yok, internet yok. Yok, yani bu adada olmak değil. Bana koyan iletişimsizlik bloglara yazamamak, siyasilere çatamamak, onay bekleyen yazının üstüne tıklayıp tıklayıp heyecanla bekleyememek, yazımın reddedildiğini görünce ağzıma geleni söyleyememek, gelen yorumlara cevap verebilmek için aç kalamamak... Ben bu adada çıldırırım...” derken gözyaşlarını tutamaz ve hatta hıçkıra hıçkırarak ağlamaya başlar “MB’larım yazı yazdığım sitelerim, makalelerim...” diye diye uyur kalır ağacın dibinde.

September1 Özlem, Hiçbir şeyi hatırlamadığı halde o da ortamın hüznüne kaptırmış kendini neye üzüldüğünü bilmeden başlar hıçkırıklar eşliğinde yerinden kalkıp yıldızlara doğru uzanmaya. Ayak parmaklarının uçlarına basarak en çok ışık veren yıldıza doğru uzanır; o uzandıkça yıldız biraz daha büyür ve daha çok ışık saçmaya başlar. Sanki dur biraz daha derken neredeyse tutabilecek kadar yaklaşmıştır eli yıldıza ve birden bire ürpererek elini geri çeker. Kendisi bir yazı masasının üzerinde duran telefona uzanırken görür hafızasının yerine gelmeye başladığının işareti onu o kadar heyecanlandırmıştır ki, bütün gece yıldızlar kaybolana kadar, bir şeyler daha hatırlamanın ümidiyle sürekli yıldızlara uzanmaya çalışır fakat, o sadece yazı masasının üzerinde sürekli çalan telefonu ve telefonun yanında elektriğe bağlı olmadığı halde yanan bir ampulü görmektedir ( nerden çıktıysa şimdi bu ampul, yani Özlem, kafana göre bidşeyler eklemesen olmaz di mi? )

Mesut Selek, gece yapılan o muhteşem muhabbatlerden sonra battaniyesini alır ve sahil ile ormanlık bölgenin başladığı yere kadar, içtiği rakının etkisiyle hafifce sallanarak yürürür.

Kuluklarında çınlayan melodiye, güzel ve davudi sesiyle eşlik eder. “ Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu. Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu. Sevda bahçelerimin çiçekleri hep soldu... “ Kendi kendine ninni söylediğini fark etmeden, dalgaların salladığı beşiğe bırakır kendini. Bir o yana bir bu yana, sallana sallana, göçer derin ve dipsiz bir uykuya.

Serap İnce, Neşe Evrim, Ayda Hanım, Halide Hanım, Esra ve Nuray Taşcı, Talip Bey’in bulunduğu kaya parçasının etrafında toplanmışlar çalan hüzünlü melodiye kâh mırıldanarak, kâh ritim tutarak eşlik ederler. Bu sırada kıyıda ıslak kumların üzerinde gezinmektedir Alev Hanım . “ Bu adadan nasıl kurtulacağız ?” Bu düşünce, sabaha kadar uyutmayacaktır Alev Hanımı.

Ahmet Balcı ve Ahmet Yılmaz, bütün gece kurtuluş yolları ararlar ileriki bölümlerde açıklanacak çeşitli senaryolar üretirler ve gecenin geç saatlerine kadar “SU” sorununu çözmek gerektiğini düşünüp çare aramaktadırlar. Bu kadar sorun varken hiçbir şekilde diğer arkadaşlarına eşlik edemeyen ikili en nihayetinde uyumak üzere ayrılırlar. Her ikisinin aldığı çok önemli kararlar vardır. Öncelikle bu ( onların deyimiyle ) delileri bir arada tutup lider seçimi yapılmasına karar verirler. ( Benden söylemesi. Ertesi gün ortalık karışabilir... )

Emin onur ve uçaktan kurtulan Şebnem isimli hostes kız bütün gece hiç görmemiş olmaları kimsenin dikkatini çekmemiştir.

Okan Tınmaz, yazının 4. bölümünü yetiştirebilmek için o gece sabaha kadar yazmakla meşguldür. Ümit Culduz’u ve Alev Hanımı gördükçe sürekli yolunu değiştirip kaçar zira bu ikilinin kendisi hakkında hiç iyi düşünmediklerini bilincindedir. Birçok bloggerlerinde Okan’ı ıssız bir yerde yakalamaları halinde hayatına kastedeceklerini biliyor olması kendisinin baya bir paranoyak olmasına sebep olmuştur.

Vakayinavis, yaaa çok zor bir isim bu. Ben artık vaka... ‘ e Roza diyorum umarım bir itirazınız yoktur.

Roza, Bir mağaranın içinde bilinçaltı denizinde soğuk ve karanlık bir suda yüzer, çırpınır kurtulmak için o suyun içinden. İfadesiz ve cansız yüzler tarafından takip edilirken, imdat çağrılarına yetişmeye çalışır küçük bir kızın. Tam elini tutacakken ve bir sürü kargaşalar yaşanırken bir patırtıyla uyanır Roza “ Oh çok şükür sadece bir rüyaymış” der ve işte tam bu sırada kulakları inleten muazzam bir çığlık duyulur adada...

Bu çığlık Ütopik'ten gelmektedir ve...

REKLAMLAR... ( Ekranın başında beklemeyin, bu reklamlar önümüzdeki haftaya kadar sürüyor ):)

 
Toplam blog
: 121
: 1814
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Almanya'da doğdum. Haylaz bir öğrenciydim. 16 yaşımdan beri ticaretle ilgileniyorum. Şu anda büyük b..