Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '09

 
Kategori
Deneme
 

Issız kadınlar...

Issız kadınlar...
 

ALINTI


Aylardır içindeki boşluğun nedenini öğrenecekti bu gece Hayal… Suskundu uzunca bir süredir. Gamzelerini ortaya çıkartan gülümseme, buruk tebessüme bırakmıştı yerini.. Zoraki, ısmarlama… Onu tanıyanlar, yaşadıklarına baktıklarında “İyimisin sen?” diye soruyorlar, Hayal de bu sorunun neden sorulduğunu anlayamadığı için doğal bir şekilde “Evet” yanıtını veriyordu…Oysa ki çevresi, bu denli güçlü olmasının, olaylara bu denli soğukkanlı yaklaşmasını hattâ halâ ailesinin başında ve dimdik duruşunu fırtına öncesi sakinlik olarak görüyor, ne zaman düşecek kaygısı taşıyordu…

Hayal iş çıkışı doktora uğrayıp, oğlunun tahlil sonuçlarını gösterdi. Yıllık kontroldü. Sonuçlar temizdi..Eşininkiler de… Kendisinin ise strese dayalı organik olmayan fonksiyon bozuklukları vardı… Doktor “ Kendi sonuçlarını neden en son verdin Hayal ?” diye sorduğunda başını öne eğdi, sustu…”Bak Hayal, kan değerlerin çok yüksek. Baskı altındasın. Bir an önce kendine zaman ayırmalı, oynadığın değil, yaşadığın hayatı gözden geçirmelisin. Yoksa sana ne ben ne de ilâçlar fayda sağlayacak. İyi düşün.”

Dışarı çıktığında saate bakmadı. Gözleri dolu doluydu. Yürüdü. Tren yolunun kenarına geldiğinde masalarda oturan insanlara baktı. Yıllar vardı ki tek başına bir çay bahçesinde oturmamıştı. 2 kişilik bir masaya oturdu. Kahve söyledi kendine. Bildik bir melodi içini daha çok acıttı…Une Belle Histoire.. Michel Fugain söylüyordu… Türkçesini bir zamanlar Tanju Okan ve Nilüfer söylemişti ‘ Kim ayırdı sevenleri ‘. Issız Adam filmi geldi aklına ..

Müzik sustuğunda kahvesini içmeyi unuttuğunu gördü. Fincanın kenarına ücreti bırakıp kalktı yerinden…Yol boyu küçücük dükkânlarda satılan eşyalara baktı. 2. el kitap satan sergiye uğradı. Onu en çok dinlendiren , her zaman kitap satılan dükkanlar olmuştu…Uzunca bir süre kitap karıştırdı, arkalarını çevirip konularına göz attı. Halâ o tarifsiz boşluk duruyordu içinde…Tren korkuluklarına kollarını dayadı. Bu kalkış sesi onda her zaman ayrılığı çağrıştırmıştı her nedense…Havanın yavaş yavaş kararmaya başladığını gördü. Saatine bakmadı…

Arabasına binip radyonun sesini açtı. İnanmıyorum dedi kendi kendine. Ayla Dikmen’den “Anlamazdın” parçasının sesi yükseliyordu. Bir süre arkasına yaslandı. Eve gitmek istemiyordu. Kontağı açtı en sevdiği yere doğru devam etti…Çengelköy’e…

Beylerbeyi’ne geldiğinde hava çoktan kararmıştı…Arabasını park edip indi Hayal… Köşede ki marketten bir paket sigara, tuzlu fıstık, bir şişe bira ve bir tane de pet bardak aldı…Arabasına bırakıp, yürümeye başladı… At kuyruğu yaptığı saçlarını açtı. Yüzünü sert rüzgâra çevirip, gözlerini kapattı. Tam kenarında duruyordu denizin. Kollarını açtı iki yana bir süre kaldı öyle. Deniz simsiyahtı gecenin karanlığında.. Dibini görmediği denizden hep ürkerdi.. Aynı duyguyu hissetti. Hele ki rüzgârın sert estiği anlarda kıyıya vuran dalgalar , hazır olmadığı bir sona onu alıp götürecekmiş gibi geldi ve kenarda durmaktan vazgeçti, yürümeye başladı…

Karşıdan gelen araçların farları yüzüne vurdukça rahatsız oluyordu Hayal. Korna sesleri, duran arabalar...Tek başına yürüme özgürlüğü bile olmayan biz kadınlar bu nedenle mi ıssızlaşıyoruz sorusu takıldı beynine…Alışılagelmişin dışında davranamamak… Kuralların ve tabuların dışına çıkamamak… Yüreğinin seni alıp götürdüğü yere gidememek… Kendin olamamak… İstediklerini söyleyememek… Issız Kadın olmak…

Geri döndü … Üşümüştü. Arabanın içinde oturmaya karar verdi. Tuzlu fıstığı çıkarttı, bardağa biradan doldurdu ve bir sigara yaktı. Kapıları kilitledi, sahile vuran dalgaları seyretmeye başladı. Gecenin sessizliğinde ‘ işte huzur ‘ dedi kendi kendine… Telefonu hiç çalmamıştı… Gülümsedi buruk bir şekilde… İçindeki boşluğu sorgulamaya başladı… Yıllar vardı ki iltifat edilmemişti kendisine… Çok hoşsun , ne kadar güzel olmuşsun , bu kıyafet sana çok yakışmış gibi sıradan sözcükleri çok uzun yıllardır hiç duymadığını düşündü. “Seni seviyorum” sözü hep “İlle de söylemek mi lâzım, anlamıyor musun ?” şeklinde geçiştirildiğinden duymayı istediğini fark etti. Cinsel hayatı yoktu. Kadın olduğunu unutalı da, bir çift güzel söz duymayalı da yıllar olmuştu… Bir an yanaklarından, elindeki bira bardağının içine göz yaşlarının aktığını hissetti ve şaşırdı ! Ağlamayalı da yıllar olmuştu…

Hayal camın çalınmasıyla yerinden sıçradı. Garson, elinde çay tepsisi , deniz kenarında park eden arabalara servis yapıyordu. Eliyle ‘ister misiniz? ‘ diye işaret etti. Hayal de öfkeli bir şekilde ‘hayır’ diye bağırdı içerden. Korkmuştu ! Yeniden radyonun sesini açtı. Bu kadarı da fazlaydı artık ! Sezen Aksu ‘Tükeneceğiz’ diyordu… Issız Adam filmi geldi yeniden aklına..

Yaşadıklarına daha doğrusu yaşamadıklarına daldı tekrar… Sevilmek , sevildiğini duymak, bilmek, hissetmek nasıl bir duygu diye geçirdi aklından…İnsanların bunu anlamasının ne denli zor olduğunu düşündü. Onlara göre her şeye sahipti Hayal. Bir terazi olsa bir yana sahip oldukları bir yana sahip olmadıklarını koysa acaba hangi taraf ağır basardı ? Cevabı çok netti. O bunu biliyordu… Anlatamıyordu… Anlatmak istese de dinlenmiyordu… Hayal hep içindeki çocuğu beslemişti bu güne kadar… Onu hep sevmişti… Ona tutunmuştu… Şu an olduğu gibi… Kendine oyuncaklar, çiçekler almış o çocuğu şımartmıştı hep… O çocuk da olamamışdı…

Telefonun sesi ile irkildi. Korkarak ve suçluluk duygusuyla açtı telefonu. “Nerdesin ? “

“Özür dilerim.” dedi Hayal ürkek bir sesle. “Sahilde denizi seyredip, arabanın içinde bira içiyorum. Moralim çok bozuktu, biraz rahatlamak istedim. Yemek saati de geçti kusura bakmayın. Hemen geliyorum.” dedi aynı suçluluk hissi ile… Telefonun ucundaki ses sert bir tonla “ Tamam “ diyerek kapattı. Hayal düşüncelerden sıyrılıp yüz hatları gerilmiş bir vaziyette “Ne yaptığını sanıyorsun sen ?” diye kızdı kendine. Ne gereği vardı gece gece sokaklarda sorgulama yapmanın…Gecenin 10’ u olmuş kadın halinle arabanda oturmuş bira içebiliyorsun, sonra da kalkıp halinden şikâyet ediyorsun! Buna sahip olmayan milyonlarca kadın var diye söyleniyordu kendi kendine…Telaşla ve süratli bir şekilde köprüyü geçti.. Doktorun söylediği cümle geldi aklına..” Oynadığın değil, yaşadığın hayatı gözden geçirmelisin…” Ayağını gazdan çekti hafifçe… Mutluyu oynuyor, acı çekiyordu… Yüklenen yükleri görev addediyor, kendisine haksızlık edilmesine göz yumuyordu… Ondan esirgenen şeyler onu adeta metal bir robot haline dönüştürmüştü ve insanlar onun bu halinden mutluydu.

Arabayı park etti ve evin kapısını çaldı. Merhaba diyerek girdi içeriye. Suratlar asılmıştı. Sessizce odasına geçti. Üstünü değişti, mutfağa geçti… Tezgâhın üzerine bırakılan yemek artıklı tabakları temizleyerek makineye yerleştirdi. Ekmek sepetinin içinde kurumuş ekmekleri yerine kaldırdı. Etrafı toparladı. Üç tencere yemek ve zeytinyağlılara baktı. Suçu sadece sofrayı hazırlamamaktı… Kariyeri olan, çalışan bir kadın olarak şu an daha çok acı çekiyordu… Tükeneceğiz’deki sözleri mırıldanmaya başladı, içinde ki çocuğa serzenişti sanki…

Etrafımızı sarıverecek,
Bir boşluk ki asla bitmeyecek…
Her şey bir anda anlamsız gelecek,
İşte biz o gün tükeneceğiz…


12.8.2009
N.Zeynep Çelik

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..