Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '11

 
Kategori
Öykü
 

Issos'ta dinlenen adam

Issos'ta dinlenen adam
 

Hava kararıyordu. İnsanlar işlerinden aya evlerine dönüyor veya randevularına gidiyordu. Yürüyen insanlar kaldırımları hınca hınç doldurmuştu.
Hava serindi. Gök yüzünde yıldızlar parlıyordu. Sokak lambaları göz kırpan yıldızlara engeldi. Onları görebilmek için ışık olmayan bir yere gitmek gerekiyordu.
Toprak yumuşaktı. Veli elindeki kazmayı yere bir daha vurdu. Bir çarpma oldu. Çukura eğildi. Sert cismin üzerini temizledi. Bu siyah metalden küçük bir sandukaydı. Veli bulduğu şeyi çıkarmak için etrafına eliyle boşluklar açtı. Denedi çıkaramadı. Kazmasını eline aldı. Sandukanın etrafını iyice açtı. Kazmayı bıraktı. Eli ile sandukanın etrafını yokladı. Tahmin ettiği gibi tutulacak yerleri buldu. Tuttu. Yerinden kolayca çıkardı. Sonra kürek ve kazmasını arabaya koydu. Ardından sandukayı alıp arabanın ön koltuğuna yerleştirdi. İlk defa bir define bulmuştu. Ve onu kimselere kaptırmaya niyeti yoktu. Kim bilir onun içinde neler vardı. Mücevherler, elmaslar, altınlar. Heyecanı artmaya başladı. Zihni gittikçe yoğunlaşıyordu.
Zaman hayli ilerlemişti. Kaldırımlar insan kalabalığını yitirmişti. Geniş caddeden geçen arabaların sayısı da azalmıştı.
Veli” tenha bir yer bulmalıyım” diye düşündü.
Arabasını açık olan bir kafenin önünde durdurdu. Ardından aşağıya inip arabanın kapılarını kilitledi. Başı dik ve adımları kararlı bir şekilde kafeye girdi. Acıkmıştı. Birkaç şey atıştırıp yoluna öyle devam edecekti.Veli siparişini verdi. Beklemeye koyuldu. Kafenin içine oturduğu yerden göz attı. Tedirginliği geçti. Siparişi geldi. Veli iştah ile adana dürümüne sarıldı. Lokmaları ağzında iyice öğütülmeden yutuyordu. Ardından su içiyordu. Bu lokmayı midesine daha çabuk indiriyordu. Veli kısa sürede dürümünü bitirdi. Ayağa kalktı. Borcunu ödedi. Kafeden çıktı. Arabasına geldi. Şoför kapısını açıp içine bindi. Sandukayı gözleri ile süzdü. Sonra kontağı açıp hareket etti.
Veli aşırı düşünceliydi. Köyüne gidiyordu. Orada onu kimse bulamayacaktı. Diğer taraftan köyde niye geldiğini soracaklar o da cevap veremeyecekti. Bu onu daha çok yanlış yapmaya itecekti. Aklına sorulara karşı hiçbir bahane gelmiyordu. Çünkü heyecan onu aşırı derecede sarmış, zihnini adeta köreltmişti.
Rahatlamak için arabanın camını hafifçe açtı. Rüzgar içeriye hızla nüfuz etmeye başladı. Ardından Veli radyoda hareketli bir müzik bulup sesini iyice yükseltti. Zihni odaklandığı heyecan çıkmazında kurtulmaya başladı.
Dışarıdan gelen soğuk rüzgar önce yüzüne nüfuz etti. Onu bu serinlik rahatlattı. Radyodan gelen müzik sesi şimdi kulağına daha hoş gelmeye başladı. Bir süre bu böyle devam etti.
Araba bir hayli yol almıştı. Veli dağların arasından yokuş çıkıyordu. Otobandaydı. Mola vermek istiyordu. Ama böyle yerlerin tekin olmadığını da biliyordu. Bir yerleşim merkezine kadar durmamaya karar verdi.
Arabanın camı hala ilk açıldığı gibiydi. Veli uzun süre rüzgara maruz kalmış ve bunu yeterli görmüş, camı kapatmıştı. Radyonun sesini de normale getirdi. Şimdi ilgilendiği şey araba farlarının aydınlattığı yol ve kenarlarındaki rengi ile görebildiği çam ağaçlarıydı.
Manzara onun için esrarengizdi. Bir taraftan gök yüzünde dolun ay ve parlayan yıldızlar diğer taraftan hayallere hitap eden gerçek resim manzaraları. Bunun gibi yerlerde bir köyü vardı.On senedir oralardan uzaktı. Köyünü özlemesi ilk değildi. Bu duyguyu her zaman içinde yaşardı. Ama yakında bu özlem gerçeğe dönüşecekti. Çocukken iki dağ arasında kalan köyünü hep zirvelere çıkar ve izlerdi. Bazen macera tutkusu onu ormanda gecelemeye iterdi. Köyüne varınca yine o zirvelere çıkacak, belki ormanda gecelemeyi de düşünecekti.
Önce sorulara iyi bir bahane bulmalıydı. Annesi ve babası ona “hayrola oğlum. Niye geldin?” sorusu iyi tartılıp biçilmeliydi. Şehirde bir belediye memuruydu. Yıllık izine geldiğini söylese “neden önceden haber etmedin?” sorusu ile karşılaşabilirdi. Bu işi yokuşa sürmek demekti. Çünkü o on yıldır köyüne bütün ısrarlara rağmen gitmemiş ve böylece anne ve babasını gücendirmişti.
Düşündü. “Doğruyu söylemek en iyisi olacak.” Diye söylendi. Sonra “Sandukayı onlara emanet edip hemen geri dönerim.” Diye düşündü. Veli düşünceler ile geçirdiği zaman içinde mola vermeyi unutmuştu. Bir kasabaya yaklaşıyordu. Yol kenarındaki levhaya baktı. “Yenice” yazısını okudu. Şimdi ilk işi bir dinlenme tesisi bulmaktı. Aradığı yeri gördü. Direksiyonu o yöne kırdı. Arabasını lokantanın önünde durdurdu. Aşağı indi. Kapıyı kilitleyip lavaboya geçti. Temizliğini yapıp lokantaya girdi.
Burnuna nefis yemek kokuları geliyordu. Bu onun zihnini iyice dağıttı. Siparişini verdi. Masaya oturdu. Beklemeye başladı. Diğer taraftan düşünüyordu. Küçük sandukayı hiç açmamıştı. Acaba içinde ne olabilirdi. Belki mücevher değil de daha esrarengiz şeyler olabilirdi. Yemekten sonra bunu deneyecekti. Siparişi geldi.Veli afiyetle cızbız kebabını yemeye başladı.
Sabah olmak üzereydi. Veli’nin iki yüz elli kilo metre daha gitmesi gerekiyordu. Yolda hep kutudan çıkanı düşündü. Sandukanın kapağını açınca içinde ruhunu alıp kabzeden bir ışık huzmesi ile karşılaşmış, sonra sandukandan gelen ses kendisi ile konuşmuştu. Duyduğu ses inanılmazdı. O ses Veli’ye isterse kendisini oteik bir dünyaya götürebileceğini söylemişti. O an arabası ile Erzin’e vardığını görünce oldukça şaşırdı. Çünkü bir dakika önce Adana’daydı. Ve Erzin Adana arası iki yüz elli kilometreydi. Bu izafiyetin sebebini bulmakta gecikmedi. Bu sandukanın işiydi.
Veli arabayı durdurdu. Sandukanın kapağını açtı. O sesle konuşmaya başladı. Veli “senin dünyana gitmek istiyorum. Hadi ötür beni.” Dedi. Sandukadan gelen ses “bana sıkıca tutun.” Dedi. Ardından bir anda mekan değişti. Veli durduğu yerin aynı fakat her yerin ağaçlarla dolu olduğunu görünce zaman atladığını anladı. Az ilerisinde Issos harabesinin yerinde yepyeni bir yapı duruyordu. Arabasından indi Etrafa göz gezdirdi. Uzaklardaki yoğun bir karaltıya dikkat kesildi. Az sonra bu karaltının insanlardan oluştuğunu gördü. Onların ellerinde kılıçlar, mızraklar ve kalkanlar vardı. Harabeye geldiklerinde beyaz ata binen beyaz üniformalı komutan kulübeye girdi. Bu büyük İskender’di. Veli her bir ayrıntıyı gizlendiği yerden dikkatlice izledi. Artık yarın heyecanlı geçecekti. Çünkü büyük İskender ve orduları savaşa gireceklerdi. Veli böyle bir olayı asla kaçıramazdı. O an sevinç ve heyecanı bir kez daha aşırı derecede yaşadı. Şimdi o da diğer insanlar gibi geceyi üzerine örttü ve uykuya daldı.


Tuna M. Yaşar

 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..