Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İstanbul' dan Portsmouth' a renkli bir seyahat - 3: Manşı geçen Türk' ün öyküsü!

İstanbul' dan Portsmouth' a renkli bir seyahat - 3: Manşı geçen Türk' ün öyküsü!
 

Saat 23.10. Münih’ e 30 km kaldı. Az önce Alman polisi otoyolda durdurdu ve pasaport kontrolü yaptı. Son derece nazikti. ‘Hello’ bile dedi. Böyle polislik olur mu? Polis dedin mi forsunu kullanacaksın? Devletin gücünü hissettireceksin ki, insanlar senin polis olduğunu anlasınlar

Ha bir de görev ihmali yaptılar. Aydın Beyin pasaportuna bakmadılar. Uyurken yukarı kaldırdığı poposuna bakıp Alman uyruklu olduğunu anladılar sanıyorum.Yukarıda Yunan Polisinin niye kafanı kazıttın diye sorun çıkardığı genç ve arkadaşlarının pasaportlarını alıp götürdüler. Bilgisayar taraması yaptılar bir sorun çıkmadı. Tabi bizim muavin kılıklı gizli emeller peşindeki arkadaşımızı ihbar etmedik. Sabahın 4.45’inde varmamız gereken saatten 45 dakika önce Manheim’e ulaştığımızda, elimizde valizlerimizle, Temmuz ayındaki kış gecesini –mübalağa değil sıcaklık 14 C, hafif yağışlı ve rüzgarlı idi hava- açıkta nasıl geçireceğimizi kara kara düşünmeye başladık. Ama bizim kalp gözü açık ev sahibimiz, tam valizleri indirdiğimiz anda arabasıyla orada beliriverdi.

Navigation (seyir) cihazının komutlarına uyarak bir saat sonra, Völklingen’de bir günlük molamızı vereceğimiz evin önündeydik. Ailenin en geç bireyi Salih’in gülücükleri ve kadim dostlarımızın her zamanki misafirperverlikleriyle, sabahın altıbuçuğunda Şerife Hanımın sıcak çörekleriyle kahvaltı ettik. Kahvaltı derken yanlış anlaşılmasın aslında bir prensin davet sofrası –kızarmış tavuk butlarından söz bile etmiyorum- denecek mükemmellikteydi.

O gün öğleye kadar ev sahibimizin yardımıyla seyahatin oradan Paris’e, Paris’ten Le Havre liman kentine, oradan da feribotla İngiltere’nin Porstmouth kentine uzanacak kısmını planlayıp biletlerini aldık. Ünlü TCV hızlı trenine –ikinci sınıf vagonlarda yer olmadığından- birinci sınıf bilet almıştık. Herşeyi aynı cadde üzerinde bulabildiğiniz bizim çarşı, İngilizlerin High Street dedikleri yürüyüş caddesiyle ünlü Saarbrücken’e bir öğle sonu ziyareti yapıp, mağazaları kolaçan ettik.

7 Temmuz Cumartesi günü erken bir kahvaltı ziyafetinden sonra 7.30’da Saarbrücken’den tek vagonlu şirin bir trenle Fransa’nın Metz kentine doğru yola çıktık. Sınırı ne zaman geçtiğimizi anlayamadık. Yemyeşil otlaklar ve ormanlarla dolu bir saatlik yolculuktan sonra Metz’e ulaştık.

Sırada ünlü TGV hızlı treni vardı. Saat 9.19’da Metz’den hareket edip 10.49’da Paris’te olacaktı. 21 dakikadır trendeyiz ama daha pek bir marifetini göremedik. Eşim hız yapmamasından sıkılıp uykuya bile daldı. Hoş o zaten uyumak için bahane arıyordu!

Paris’te bizi orada görevli Türk öğretmenlerimizden Bekir İnce karşıladı. Yolculuğun sondan bir önceki aşaması olan Paris-Le Havre bölümü için bizi St. Lazare istasyonuna götürecekti. İdealistliği ve enerjisine hayran kaldım. Türkiye’de yüksek lisansını yapmış, doktorasını sürdürüyordu. Burada da ikinci bir doktoraya hazırlanıyordu. Üç yılda böylesine kendisini yetiştirmiş bir genç öğretmenle karşılaşmak gurur vericiydi.

Yolculuğumuzun beşinci ve son gününde Paris’ten Le Havre liman kentine yaptığımız tren seyahati öncekilerle kıyaslanmayacak kadar kötüydü. Dökülen bir trende, önceden yer rezervasyonu yaptırmadığımız için ayrı ayrı yerlere oturmuştuk. Tuvaletler girilemeyecek kadar pisti. Yol boyu görülen köy manzaraları –arada otomobiller olmasa- ondokuzuncu yüzyıldan kalma, terk edilmiş ve yıpranmış yapılardan oluşuyordu.

Trenden aceleciliğimiz nedeniyle limana taksiyle ve hareketten tam iki saat önce vardık. Öğle yemeğimiz domatesi bile kalmamış bir kafeteryada peynirli, tost ekmeğine yapılmış sandviç ve çaydan ibaretti. Eşim de ben de sıcak çorba ve yemeklerimizi özlemiştik.

Bizi son varış yerimiz olan İngiltere’nin Portsmouth kentine götürecek feribota iki ayrı yaş grubundan neşeli Fransız çocuklarıyla bindik. Yaz okuluna gidiyorlardı. Hepsi de İngilizce’yi öğrenecekler, ama büyüklerinin yaptığı gibi, Fransızlık gururu ve inadı yüzünden konuşmayacaklardı.

Beşbuçuk saat süren feribot yolculuğumuz gayet rahat geçti. Önce kurala uymayı seven insanlar olarak gidip sıra halinde koltuklara oturduk. Sonra çevreye alışıp, cam önünde ve rahat koltuklarda yatmaya başladık. Eşim bir türlü bitmek bilmeyen bu Manş denizinin yüzerek aşılabileceğine inanmıyordu. Ben de ona Manş’ı geçenler arasında bir Türk’ün de bulunduğunu anımsattım. (Erdal Acet, 1976). İlginç bir rastlantı eseri, 1990 yılında İngiltere’nin güneydoğu kentlerinden Folkestone’daki bir küçük dükkanda, Türk olduğumuzu öğrenen bayan patron bize onu anlatmıştı. O zamanlar çalıştığı sahil kafeteryasına gelir, çayına bir avuç şeker atarmış. Sonunda tanışmışlar. Önce arkadaş, sonra sevgili olmuşlar. Ve uzun ve yorucu antrenmanlardan sonra yüzücümüz Manş’ı geçmiş. Sonrasında ise hem İngiltere’ye hem de güzel İngiliz kızına veda etmiş.

Manş’ı geçip, Portmouth’a vardık, ama askeri gemiler, yatlar ve yelkenlilerin arasından geçip, feribotun yaklaşacağı limanı bulmak yarım saat aldı. Gümrükteki babacan polis memurunu, eğitim amaçlı geldiğimiz, paramızın olduğu, kızımızın kendi başının çaresine bakabilecek yaşta olduğu konusunda ikna ettik. Merak ettiği son husus ise niye pasaportumuzu yeşil olup, üzerinde “Special” yazdığı idi. O merakını da giderince gülümsemeyle eşime döndü ve “artık bol bol alışveriş yaparsın” dedi.

On dakikalık bir taksi yolculuğuyla üniversite kampusündeki, sekiz odalı –aslında bekar öğrenciler için tasarlanmış bir daireydi. Sekiz odada sekiz öğrenci kalacak ve iki banyo ile bir mutfağı ortak kullanacaklardı. Yaz tatili olduğu için tamamını bize tahsis etmişlerdi- konağımıza ulaştığımızda bu uzun ve maceralı yolculuğun sonuna gelmiştik.

Dile kolay. Toplam 39 saat otobüs, 21, 5 saat gemi, 4, 5 saat tren ve 1, 5 saatlik otomobil yolculuğu yaptık. Yunanistan, İtalya, Avusturya, Almanya ve Fransa’dan geçtik. İlginç olanı günlerdir yağmur ve soğukla savaşan Almanya’ya güneşi getirdiğimiz gibi, bir haftadır benzer hava şartlarını yaşayan İngiltere’ye de güneşli bir gün getirmiştik.

Size tavsiye ediyor muyuz? Buna karar veremiyorum. Sanıyorum bu sorunun cevabı yolculuktan ne beklediğinize bağlı. Zaten tüm yaşamın anlamı da öyle değil mi?

Sonuçta hiç görmediğimiz yerler gördük ve yaşam dağarcığımıza yeni anılar ekledik.

 
Toplam blog
: 51
: 2739
Kayıt tarihi
: 15.07.06
 
 

1961 yılında Çorum’un Osmancık ilçesinde dünyaya geldim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde li..